Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Eylül '06

 
Kategori
Sinema
 

Katil doğmak ya da doğmamak...

Katil doğmak ya da doğmamak...
 

Çocukluklarında cinsel tacize falan mı uğramışlar diye sorar biri psikiyatriste. ‘Mutsuz bir çocukluk, evet; ama cinsel taciz, hayır, hiç sanmıyorum.’ ‘Akli dengeleri bozuk, değil mi?’ sorusunu ‘Hayır, en fazla psikoz diyebiliriz...’ diye yanıtlar psikiyatrist.

Mallory ile Mickey’nin birbirlerine delicesine aşkları, arkalarında bıraktıkları 52 ceset, Tarantino’nun gerçek bir olaya dayanarak senaryolaştırdığı Oliver Stone’un yönettiği olay film Katil Doğanlar (Natural-Born Killers)...

Şimdiye kadar yapılan en iyi toplum ve medya eleştirilerinden biri olarak gösterilen filmden, içinde barındırdığı şiddet nedeniyle nefret edenler de vardır. Ben de Katil Doğanlar’ı teknik açıdan oldukça başarılı bir film olarak görsem de, ölümü-öldürmeyi ele alış biçimi nedeniyle bu filme olumlu bakamayanların tarafındayım.

Birbirlerine tutkuyla bağlı bir çifttir Mickey ve Mallory Knox. Mallory’nin babasını öldürerek başladıkları katliamı 52’ye tamamlarlar. Öldürürken yaşadıklarını hissederler adeta. Birbirlerine duydukları aşk sanki çılgınca bir öldürme dürtüsüyle çevrelenmiştir, onsuz düşünülemez. Gözlerini bile kırpmadan, hatta kimi zaman dansederek, öpüşerek otomatik tüfekleriyle onlarca insanı öldürürler. Her katliamdan sonra olayı başkalarına anlatacak birini de arkalarında bırakmaktan vazgeçmezler.

Ceset sayısı artarken, medyanın yardımıyla Mickey ve Mallory tarihteki en ünlü seri katiller arasında yerlerini alırlar ve bundan büyük mutluluk duyarlar. Hayranları gün geçtikçe artar. Kalplerle süslenmiş pankartlara ‘Mickey, beni de öldür.’ diye yazar genç kızlar...

Amerikan medyasının çok iyi karikatürize edilmiş bir tiplemesi olan Wayne onlarla ilgili programının inanılmaz reytinglere ulaştığını kendinden geçerek anlatırken Mickey sorar : ‘Peki efsane Charles Manson’u da geçtik mi?’

Film gerçekten medyanın toplum üzerindeki etkisini, 52 insan evladını gözlerini kırpmadan öldürdükleri halde tam da bu nedenle medya sayesinde toplumda büyük bir hayran kitlesi kazanan bu çift üzerinden çok açık bir şekilde göstermesi açısından başarılıdır. Bolca şiddet ve aşk , tutku ve romantizm mizahla harmanlanmış biçimde verilir.

Oyuncu seçimi ise özenle yapılmıştır: Juliette Lewis, Mallory rolünün hakkını tam anlamıyla verirken, gerçek hayatta kendi babası da kiralık bir katil olan ve hiç de iyi bir çocukluk geçirmeyen muhalif oyuncu Woody Harrelson, Mickey Knox rolünü Rezervuar Köpekleri’nden hatırladığımız Micheal Madsen’dan çalmıştır. İki oyuncunun, sırf bu nedenle Altın Portakal Film Festivali'nde birbirlerine girmesi de uzun süre konuşulmuştu.

İnsanlar doğuştan mı öldürme dürtüsüyle doğarlar? İyi ve kötü olmaları genlerine mi bağlıdır, yoksa şiddet, toplumun sonradan özellikle de medya yoluyla insanlara empoze ettiği bir şey midir? Bu felsefi tartışma da filmin odağına oturur. ‘Ben kötüyüm, kötü olarak doğmuşum...’ diye şarkılar söyleyen Mallory’nin kötü olması, acımasızlığı gerçekten de doğuştan mıdır?

Bana göre, bazı insanlar genetik olarak şiddete diğerlerinden daha yatkın olarak doğarlar; ama sonradan yaşadıklarıyla, gördükleriyle içlerinde ‘yeşeren’ demeyelim, daha çok ‘kararan’ bir şiddet dürtüsü de vardır. Ve bu ikincisinde gözümüz, kulağımız olan, kitlelere ulaşan bakış açısıyla onları biçimlendiren medyanın rolü çok büyüktür.

Son olarak, aşkla allanıp pullanarak da verilse burada makyajlanmaya çalışılan, kanlı ve zevkine bir katliamdır. Arkasında ister siyasi nedenler, ister toplumsal bir ideoloji olsun hiç kimsenin, kimsenin canını almaya hakkı yoktur. Bu filmdeki gibi, sırf arkasında hasta beyinlerin yarattığı çelişkili felsefik düşünce kırıntıları var diye insanları et çuvalı olarak görmek kabul edilemez. Bu nedenle, katil doğanlar her izlediğimde bana sıkıntı ve tiksinti verir.

 
Toplam blog
: 132
: 3374
Kayıt tarihi
: 09.08.06
 
 

Odtü mezunu; edebiyat ve sinema düşkünü biriyim. AFSAD’ta fotoğraf, Sinematek’te film yapımı üzer..