Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Katil evlatlar:Gerçekten gerçek mi?

Katil evlatlar:Gerçekten gerçek mi?
 

hayatın dengesi yoksa


“Sabaha karşı evinde boğazı kesilerek öldürülmüş bulunan Prof. Dr. Olcay Tiryaki Aydıntuğ'u ifadesinde annesi ile kavga ettiği için öldürdüğünü “kavga ettik, öldürdüm" şeklinde itiraf eden Hukuk Fakültesi öğrencisi kızı Başak Aydıntuğ tutuklandı.”(24.03.2008-Gazetelerden)

“Polis Sebahat Gülbeyaz’ı kanlar içinde yerde kızı Benal Sönmez’in de annesinin başında buldu. Benal Sönmez’in annesinin kafasını ve bir kolunu keserek öldürdüğü belirlendi. Komşuları Benal Sönmez’in annesi ile sürekli tartıştığını söyledi.”(25.03.2008-Gazetelerden)

“Bursa’da 25 yaşındaki Sunay Yıldız, pencereyi açıp, “Dünyanın sonu geldi. Artık kimse yaşamasın” diye bağırdıktan sonra, uykudaki annesi Elmas Yıldız'ı sırtına sapladığı 12 bıçak darbesiyle öldürdü.”28.03.2008-Gazetelerden)

“Senin Rabbin, Allah’tan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilik etmeği emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, onlara: “Öf” bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara merhametle alçak gönüllülük kanadını ger ve de ki: “Rabbim! Onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse sen de onlara öylece merhamet et.(Kuranı Kerim- İsra Suresi 23. ve 24. ayetleri)” ve “Cennet annelerin ayakları altındadır! (Hz.Muhammed (s.a.v) ” inanç/ahlak ilkelerini koyarak anneyi - babayı yükselten ve kutsayan bir medeniyetin çocukları en küçük bir tartışma sonrasında annelerinin başını bıçakla kesecek hale nasıl ve neden geldi?

“Toplumumuzda şiddetin her türlüsü giderek artma eğilimi gösterirken işlenen cinayetlerin biçimi de vahşet tanımlamasının ötesine geçiyor.

Olanlara anlam verebilme ve bir neden bulabilme çabası; dönüp dolaşıp katledenin yetiştirilme biçimine ve içinde yaşadığı aile ortamının sosyal, psikolojik, ekonomik özelliklerine bağlanıyor.

Anne/baba ya da başkalarına karşı şiddet davranışı gösteren ve onları akıl almaz biçimde katleden kişilerin, eğitim durumlarına, aile yapılarına, ekonomik düzeylerine, arkadaş ilişkilerine bakılıyor.Buralarda bulunan bir düzensizliğe sorumluluk yükleniyor.

Ama görüyoruz ki eğitimli, anne babası bir arada, ailevi ve ekonomik sorunları olmayan bir genç de cinayet işleyebiliyor, uyuşturucu bataklığına saplanabiliyor ya da kendine zarar verebiliyor. O zaman da duruma açıklık getirecek mutlaka bir başka neden bulunuyor. Yok; babası bir tokat atmış, yok; varlık içinde tatminsizlik yaşamış, yok; annesi aşırı şımartmış, yok; aile çalıştığı için çocukla yeterince ilgilenmemiş yok; aile aşırı ilgi göstermiş!..

Duruma böyle bakıldığında yani işlenen cinayete bir gerekçe arandığında bazen yokluk değil varlık, bazen anlayışsızlık ya da ilgisizlik değil ilgi, bazen eğitimsizlik değil çok okumuş olmak bile neden olarak ileri sürülebiliyor ve çoğunlukla da anne babaların çocuk yetiştirmede yaptıkları hatalar dile getiriliyor.

Acaba gerçekten de işlenen cinayetlerin baş sorumlusu; çocuklarını yetiştirmede hata yaptıkları düşünülen anne babalar mıdır? Ebeveynler çocukları tarafından vahşice katledilmeye yol açacak nasıl bir hata işlemiş olabilirler sizce? Hangi hata, kişiyi anne/babasını katletmeye kadar götürebilir?

Hiçbir neden hiçbir cinayeti haklı göstermez.Ancak kişinin kendine en yakın hissetmesi gereken anne ya da babasını katletmesi hangi neden ya da hangi ruh hali ileri sürülerek açıklanabilir?

Nasıl oluyorsa oluyor ve çocuklar, gençler yakınlarıyla tartıştıklarında öfke nöbetleri geçiriyor ve onları vahşice katledebiliyorlar. Üstelik de öfke anında kazayla değil, düşünerek, planlayarak cinayet işliyorlar, hem de vahşice. Duyulan öfke ve kin, bekleme-düşünme-sürecinde azalacağı yerde katlanarak artıyor.Bir kişinin annesinin kafasını kestikten sonra vücudunu parçalamasına rağmen cinayetin üzerinden saatler, günler geçmesine karşılık ifadelerinde hiçbir pişmanlık sözü söylenmemesi de ilginç değil mi?

Cinayetler için gerekçeler ileri sürmek, işlenen cinayetlerde ortak nedenler bulmak ve bir anlamda katilleri kendilerine göre haklı sayılabilecekleri mazeretlere sarıp sarmalayarak anlatmak, bizi son derece tehlikeli yerlere götürüyor da farkında değiliz.

Çocuk yetiştirmek emek isteyen ve bu anlamda da hem dikkatli hem de özenli olmayı gerektiren bir süreç. Toplum olarak şiddet eğilimli bireyler haline gelmemizin sebeplerini araştırırken sorunun kaynağına inmek yerine yalnızca aile yapısı içinde dolaşarak kendimizi bir anlamda rahatlatacak, suçlayacak, korkutacak bir neden bulmaya çalışıyoruz. Acaba sorun sadece aile yapısında mı?

Bazen ne yaparsanız yapın, yani çocuklarınıza en doğru ve en uygun olduğu kabul edilen imkânları sağlarsanız sağlayın yine de onların istenmedik davranışlar içine girmesine engel olamıyorsunuz.Neden?

Çocukların yanlış yapmaları için ille de aile içi bir sorunun varlığı gerekmiyor. Çünkü çocuklar yalnızca aileleri tarafından yetiştirilmiyorlar. Onların yaşamları; eğitim ve öğrenim gördükleri okulları ve arkadaşlık ilişkileri yanında günümüzde daha çok da medya tarafından şekilleniyor. Onlar; renkli ve hareketli kutular karşısında sanal bir dünyanın içinde gerçeklerden koparak yaşıyorlar. Sanki her biri bir dizinin kahramanı olmuş da hayat sahnesinde rol kesiyorlarmış gibi davranıyorlar. Birçoğu; kendilerini oyuncularla özdeşleştiriyor, onlar gibi konuşup, onlar gibi yaşıyorlar.

Gerçek dünyadan giderek uzaklaşan bu gençler, davranışlarını kontrol etme gereği de duymuyorlar. Hayata, içinde bulundukları toplumun sorunlarına karşı duyarsız, duygusuz ve künt bir tavır içinde olan bu gençler, değil diğer insanlarla, kendi aile bireyleriyle dahi duygusal bir bağ kuramıyorlar.

Yaşanılanlar onlar için sanki gerçek değil de sanal gibi. Her şey bir filmin karesi gibi gelip geçiyor hayatlarından. Bu nedenle de cinayet sonrası hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyorlar. Çünkü duygular ve düşünceler birbirlerinden ayrılmış, başka yerlerde geziniyor. Hatta bazılarında öfke dışında bir duygu bile kalmamış gibi görünüyor. Onlar, yalnızca talep ediyorlar ve ebeveynlerinin her isteklerine anında cevap vermelerini istiyorlar. Olmadığında da kızgınlık, öfke ve kin… Yaşadıkları doyumsuzlukların, yanlış seçim ve sonuçlarının sorumlusu olarak ailelerini görüyorlar. Kendileri için hiçbir şey yapmayıp varoluş sorumluluğunu üstlenmeye yanaşmayan bu gençler, çoğu zaman da hayattan ne istediklerini bile bilmiyorlar.

Bazıları da aldırmazlık ve boş vermişlik içinde yaşıyor. Onlar için her şey birer yük gibi. Çabuk yoruluyor, çabuk bıkıyorlar.

Birçoğu da sanal bir dünyanın içinde yaşıyor gibi hissediyorlar. Aslında bu ruh hali neredeyse toplumun genelinde göreceli olarak değişen ölçülerde görülüyor.

Son yıllarda giderek artan biçimde insanlar yalnızca televizyon seyircisi olmakla kalmayıp, televizyonun içine giriyorlar. Alın teriyle çalışarak kazanmak yerine bir soruyu bilip milyarları cebe indirmek Vur patlasın çal oynasın hali artık kimseleri şaşırtmıyor.Ekranlarda; komşu toplantılarında, altın günlerinde davranıldığı gibi davranılıyor. Gerçeklerden uzaklaşma, yalnızca gençleri değil ebeveynleri, özellikle de kadınları, yani anneleri de kapsıyor.”

Çocuklar anneler babalar hepimiz dizi filmlerin birer oyuncusu gibi davranıyoruz.İşlediğimiz cinayetler yaşadığımız acılar, sevinçler senaryo gereğiymiş ve son derece normalmiş gibi karşılanıyor bu yüzden.Gerçek hayatı değil dizi filmlerinin oluşturduğu sanal bir hayatı yaşıyoruz sanki.

“Gerçeklerden uzak ve sanal bir dünya içinde yaşıyormuş gibi hissetmek ve davranmak sağlıklı bir ruh hali değil. Ancak, bu ruh hali akıl sağlığının gittiği, bittiği, ya da olmadığı anlamına gelmiyor. Bu durum sağlıksız bir kişilik yapısının oluştuğunu gösteriyor. Yani akıl başta duruyor ama onun hayata bakışı ve onu yaşama biçimi akıllıca olmuyor.

Oysa gerçek bir dünya içinde yaşadığımızı ve eylemlerimizden sorumlu olduğumuzu artık fark etmeli ve hem kendimiz hem de gelecek nesiller için bilinçli bireyler olarak yaşamımızı sürdürmeliyiz. Bunun için de öncelikle çocuklarımız ve gençlerimizle daha fazla ilişkide ve iletişimde olmamız gerekiyor. Onları sanal dünyadan gerçek dünyaya taşımanın zamanı çoktan geldi.

Ardı arkası kesilmeyen ve tekrarı defalarca ekrana gelen ve çok sayıda gencin rol aldığı diziler, filmler, yarışmalar aslında yalnızca çocuklarımızı değil hepimizi gerçeklerden uzaklaştırıyor ve gerçek ile sanal giderek birbirine karışıyor. Bugün şaşkınlıkla izlediğimiz bir haber, yarın kanıksadığımız bir davranış haline gelebiliyor ne yazık ki.

Belki bazen hayatta bazı şeyleri çok fazla dikkate almayarak yaşamak bize bazı kolaylıklar getirebilir ve hayatı o haliyle kabulü sağlayabilir. Bazen bazı kişisel sorunları boş vermek, umursamamak, yok saymak, inkâr etmek, bazen de mantığa uydurmak bize iyi de gelebilir ancak hayatta, gerçeklerden uzaklaşmadan yaşamanın bazı zorluklarını göğüslemeyi de bilmeliyiz. Sürekli kaçarak, görmezden gelerek, yok sayarak, olmamış gibi davranarak, önemsemeyerek yaşamak, bizi hem kendimize hem de içinde bulunduğumuz hayata yabancılaştırıyor çünkü. Böylece gerçek dünya ile yüzleşmekten korkar hale geliyoruz. Bu nedenle de ekran başında saatler geçirerek kendi sorunlarımızın dışına çıkarak rahatlıyor, uyuşturuluyoruz. Böylesi bir tercih işimize geliyor belki de. Böylece sorunlarımızı da fazla önemsemiyoruz çünkü. Olan bitenlere karşı duyarsızlığımız arttıkça acı veren şeylere karşı da tepkimiz azalıyor. Bu durum giderek stresle baş etme ve savunma biçimlerimizden biri haline geliyor.”(Dr.Yüksel Demirel-www.ankaraenstitusu.org)

Gerçek dünya ile yüzleşmekten korkarak televizyon ekranından yarışmalarla, dizilerle rahatlayıp sorunlardan uzaklaşabiliriz belki.Ama bir gün gerçek hayatın bir unsuru beklide kendi evladınızın elindeki bıçak boğazınıza dayandığında hayatın ne bir film ne de bir yarışma formatında olmadığını anlayacağız.

Geç kalmışlığın acısını yaşamamak için televizyonun esaretinden kendimizi kurtarmak, sanal bir hayatın asılında var olmadığını idrak edip gerçeklerle yüzleşmek zorundayız.

Hükümetlerimiz rahat bir yönetim için televizyon karşısında uyuşturulmuş bireylerin toplumunu değil sorgulayan, düşünen, gerçeklikten kaçmayan bireylerin yöneticiliğini tercih etmelidir.

Bedenin ihtiyaçlarını karşılama telaşı içinde ruhlarını ihmal edilerek boşluğa bırakılan insanların nerede ve nasıl infilak edeceği bilinmiyor.Ama inanç yoksunluğu sonucu oluşan ruh gıdasızlığı akılın karmaşasına yol açıyor ve bu akıl/ruh zafiyeti ile yaşamaya çalışan toplumlar acıların en büyükleriyle yüz yüze gelmeye devam ediyor.

 
Toplam blog
: 178
: 1496
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Balıkesir doğumlu.1990 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu. Balıkesirspor Kulüp Yöneticili..