Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ocak '07

 
Kategori
Sosyoloji
 

Katrina, New Orleans Dramı ve Elma Şekeri

Katrina, New Orleans Dramı ve Elma Şekeri
 

Dünyamız, son yıllarda insanlık açısından aldığı derin yaralarla felç geçiriyor. Bir yandan doğanın acımasızlığı, öte yandan insanların birbirlerini yoketmek için elinden geleni yapmaları. Duyarsızlıkları... Galaksimizdeki en vukuatlı gezegen, şu zavallı dünyamız. Hava var; su var; yaşam var. Öte yandan, ölüm denen bir de ikramiyesi var. Bir elma şekeri gibi... Yüzeyde refah var, zenginlik var. Tatlı mı tatlı. Herkes dilini uzatmış tatmak için... Ama sefalet, yoksulluk ve manevi çöküntü denen çürük elmayı pek yemek isteyen yok... Ne yazık ki şekerini yalayıp elmasını yememek gibi bir seçenek de yok.

2005 yılının Ağustos ayı sonunda ve Eylül ayı başında, Amerika’nın Florida eyaletinde başlayan, sonra da Meksika Körfezi’ne bakan Louisiana eyaletinin New Orleans şehri başta olmak üzere, Mississippi ve Alabama eyaletlerindeki kasabalarda doğa terörü estiren Katrina Kasırgası, ekonomik, teknolojik, siyasi ve askeri bakımlardan dünyaya hükmeden bir süper güce çok önemli bir ders vererek, aslında dünyadaki gerçek gücün doğanın elinde olduğunu çok trajik bir şekilde hatırlatmakla kalmadı; şu anki Amerikan yönetiminin en büyük zaaflarını da ortaya çıkardı. Halkının özgürlük ve temel haklarını korumak, barış ve refah getirmek gerekçesiyle başka bir ülkede, yüzbinlerce askerle, kendi halkının da onay vermediği bir savaşın içine gömülen, şartların gerektirdiği tecrübe ve eğitime görmediği için hayatı daha ilk günden tehlikede olan, aslında sahil ve sınır güvenliğinden sorumlu olan ve vatan savunmasında hizmet vermesi gereken görevlilerini bile cepheye sürmekten çekinmeyen bir siyasi görüşün bir gün kesinlikle kendi ülkesine de zarar vereceği kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıktı. Gelişmiş teknolojisiyle savaşta her türlü üstünlüğü elinde bulunduran, bunun yanısıra meteoroloji bilmine de çağ atlatan böylesine bir dünya devinin yöneticilerinin, Katrina Kasırgası öncesinde, sırasında ve sonrasında, insanlara sadece bölgeden kaçmalarını tavsiye etmek yerine, daha mantıklı ve insani anlamı olan adımlar atmaları gerekmez miydi?

Amerikan ve dünya medyasının sadece görünen kısmını gözlemleyebildiği bu insanlık trajedisinde, önemli konumlardaki devlet adamlarının acizliği, insiyatifsizliği, şevkat, merhamet, mertlik gibi insani özelliklerden yoksun olmaları, duygularını dürüstçe ifade edebilecek yetenekte olmamaları ve bunların ötesinde, sorunların çözümlerini her zaman ekonomik gerekçelere bağlamaları, demokratik olarak bütün bireylerin refahı için varolan uygar bir sistemde, sunulan elma şekerinin şeker kısmı (kanser yapan katkı maddelerini saymazsak) bitince geriye elle tutulur sadece bir sapının kalacağının ifadesidir. Şehri su basacağı zaten biliniyordu. İşinin ehli bile olduğu tartışılan ve insani yanı hala tornadan geçmesi gereken bazı federal ve eyalet yöneticileri, yangın sırasında vahşi hayvanların ormandan canlarını kurtarmak için kaçtıkları o manzarayı New Orleans ve çevresindeki insanlara da layık gördü. Daha kötüsü, o vahşi ormandan arabası olmayan fakir halkın, yaşlıların, özürlü ve yatalak olanların nasıl kaçabileceği konusunaysa kimse kafa yormaya gerek duymadı. Onların bir Oscar Schindler’i de yoktu servetini feda edip kurtaracak. Baştaki bencil zihniyet ‘Ölenler ölür; kalan sağlar bizimdir.’ Ya da ‘Ya canınız, ya da malınız.‘ diyerek uygarlığın hangi boyutunda olduğunu göstermişti. Kaçabilenler kaçtı. Sel sularının düzeyi, böylesine büyük bir doğa gücü karşısında direnemeyeceği önceden bilinen kıyı bentlerinin yıkılması sonucunda, binaların çatılarına kadar geldi. Evlerinde kalanlar damlara çıkıp yardım beklediler. Arabası olmayan ve o zamana kadar hep toplu ulaşım aracı kullanmış olan binlerce insan New Orleans’ın Superdome denen en büyük spor salonuna sığındı. Amerika’nın ortasında yüzbinlerce insan sanki savaşta oradan oraya savrulan, açlık, sefalet ve hastalık girdabında sığınmacı durumundaydılar. New Orleans’da, Endonozya’daki doğal afetle Somali ya da Ruanda’daki vahşetler arası bir manzara vardı. Yaşanılan sefaletin, pisliğin ve insanlık dramının boyutları inanılmazdı. Sularla kaplı sokaklarda dükkanlar yağma ediliyordu. İnsanlar, içecek su ve yiyecek bulmak için artık kanunlara karşı gelip hayatlarını tehlikeye atıyorlardı. ‘Polis’ ve ‘kanun’un adı vardı kendi yoktu. İnsanlar tecavüze, saldırıya uğruyordu. Hatta birbirlerini de vuruyorlardı. Sel sularında boğulan binlerce insana, bir de açlık, susuzluk, hastalık ve en kötüsü çaresizlikten ölenler katılıyordu her geçen gün. Çok sayıda polis memuru, insanlıklarını New Orleans’da bırakıp arabalarıyla Teksas’a kadar kaçarken, bazı şerefli memurlar da karşılaştıkları acı manzaraların vicdanlarındaki rahatsızlığıyla hayatlarına son veriyorlardı.

Bu arada, dünyaya hükmeden bu ülkenin başkanı tatilden dönmemekte direniyordu ve kendisiyle konuyla ilgili olarak yapılan röportajlarda, herkes yüzünde üzgün bir ifade görmeyi beklerken, gülümseyen bir yüz çıktı karşılarına. Ama New Orleans’ın zenci belediye başkanının artık sinirlerine hakim olamayarak eyalet valisi ve başkanı yardım etmedikleri gerekçesiyle ağır bir dille suçlaması, durumun aslında ne kadar vahim olduğunu göstermeye yetmektedir. Gazeteciler ve televizyoncular yıldırım hızıyla bölgeye gelirken, DEVLET neden yoktu ortada? Başkan yardım için neyi bekliyordu? Sonunda, bu doğa afetinin üçüncü ve dördüncü gününde harekete geçildi ama sokaklarda terkedilip kokmaya bırakılmış cesetler, kayıp insanlar, büyük bir kısmı- hemen hemen tamamı-hala sular altında olan bir şehir... 5. günle beraber, ordu şehre hakim. Artık devlet olaya el koymuş durumda. Su var, yiyecek var. Ama Amerikan halkı ve Senato’su Katrina Kasırgası’nın açığa çıkardığı insanlık özürüyle ilgili sorulara cevap bulmak için, Senatör Clinton önderliğinde muhatapları aramaya ve yargılamaya başladı bile. Çünkü tanık olunan İNSANLIK ÖZRÜ MANZARASI çok inanılmazdı.

Dünyaca ünlü Caz müziği sayesinde tanınmış bir şehir olan New Orleans’ın yüzde 65’i zenciydi ve çoğu da fakirlik sınırı altında yaşıyordu. New Orleans’ın dramı, yetenekli bir ressamın sefalet içinde yaşarken yaptığı tablolarından hayatta kalmasını sağlayacak parayı yapamadığı için ölürken, sözde sanatsever kolleksiyoncuların, kara para yıkayıcılarının ve tefecilerin, ressamın yaşamıyla anlam kazanan eserlerinden milyonlar kazanmasına benziyor. Caz müziği Güneyli zencilerin yaşadıkları ızdırap dolu yılların, yüzyılların ürünüdür. New Orleans da bu sanatın sesinin en gür ve anlamlı olarak çıktığı yerdi. Çileler ve sefalet onlarındı; müziği de, sanatı da onlar yaptı ama yine de sefalet onların yakasını bir türlü bırakmadı. Reklamcılar, turizmciler, organizatörler, menejerler, armatörler, petrolcüler, parababası emlakçılar New Orleans’ın kaymağını yerken, zenciye daha doğrusu yoksula yine ‘fukaralık’ ve ‘sefalet’ kaldı.

Kuzey Amerika’nın ticari atardamarı konumunda olan, ülkenin en büyük ve dünyadanın sayılı önemli ticaret limanlarından birine sahip New Orleans’ın ‘deniz düzeyinden alçakta olması’ nedeniyle sel baskınına uğramaması için gerekli projeye Senato’dan ve özel sektörden gerekli yardım acaba neden gelmemiştir? Orada fakirler ve zenciler (çoğu fakir) yaşadığı için mi, yoksa vergi mükelleflerinin hamallığını yaptığı, ülke ekonomisinin kaynak muslukları başka bir yere akıtıldığı için mi? Amerikan kamuoyu ve sağduyulu siyasetçiler şimdi bu sorulara verilmesi gereken cevapları tartışıyorlar.

Dünyadaki atmosferin kirliliğinden, ozon tabakasının delinmesinden, global ısınmadan, Kuzey Kutbu’ndaki buzulların erimesinden, okyanus sularının yükselmesine kadar, dünyaya kafa tutan diktatörlerin yaşamı ya da ölümü hakkında karar vermekten, Orta Doğu’da ve dünyanın diğer yerlerde yaşayan insanların geleceğine karar vermeye kadar, pek çok konudaki tek taraflı yaklaşımlarıyla dünya kamuoyunda sabıkalı durumda olan Amerikan yönetimi, bu defa tarihin kara sayfalarından birine silinemez bir şekilde kendi imzasını atmıştır.

Bu arada, her şeye rağmen, 11 Eylül 2001 saldırısına kısa sürede karşılık vermeyi akıl eden ama New Orleans Trajedisi’nde vicdan muhasebesinden sınıfta kalan Başkan’ın da, inanmadığı bir savaşta evladını kaybeden ve bu yüzden Washington’da ve başkanın Teksas’daki çiftliğinin kapısında savaşa son vermesi için haykırıp duran o anneden artık köşe bucak kaçmasına da gerek kalmadı.

Çünkü artık cadı kazanını kaynatırken onu bekleyen bir başka zorlu kadın var: Katrina.

Alp İçöz
Eğitimci Yazar

JOURNALTA
Journal of Turkish Americans

Copyright©ALP İÇÖZ 2005-2007

 
Toplam blog
: 52
: 1767
Kayıt tarihi
: 11.11.06
 
 

"İnsan, aslinda gönül gözüyle görmeli dünyayı. Herşey, o iç dünyanin merkez olduğu kişiliğine şek..