Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Haziran '18

 
Kategori
Eğitim
 

Katuna'da Dokuz Ay (1)

Osman Şahin

 

1. 0. GİRİŞ

Katuna’da Dokuz Ay romanında, 1966-1967 Öğretim yılında dokuz aylık sürede geçen, Mardin’in Katuna köyünde yaşanmış gerçek bir öykü anlatılır. Adana yatılı Kız İlköğretmen Okulu’ndan yeni mezun beş genç kızın; Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bir köyde yaşadıkları ve neden oldukları değişim konu edinilir.

Roman, Osman Şahin tarafından kaleme alınır. Yazar, 1940’ta Mersin, Arslanköy’de doğar. İlköğrenimini köyünde bitirdikten sonra öğrenimini, Diyarbakır Dicle Köy Enstitüsü ve Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümünü okuyarak tamamlar. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde köy öğretmenliği, liselerde beden eğitimi öğretmenliği yapar. Katıldığı birçok yarışmada eserleri ödül kazanır.

İlgili Çalışmalar

Semih Gümüş tarafından yapılan çalışmada; “Adana Yatılı Kız İlköğretmen Okulundan mezun beş genç kızın, yoksulluğun, bağnazlığın, ayrımcılığın kol gezdiği bir coğrafyada neler yaşadığı, yaşadığı yeri nasıl aydınlattığı, bir köyün yazgısını nasıl değiştirdiği ve başardıkları değişim anlatılır. Ayrıca, çalışmanın Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde hala yaşanan olaylara ışık tuttuğu belirtilerek, gençlerin belleğinde derin izler bıraktığı dile getirilir (Şahin, 2017).

Serkan Parlak tarafından yapılan çalışmada; romanda gelenek ile modern çatışmasının yaşandığı, köy halkının çıkarlarına uygun durumlarda –iyi anlamda- bir model tarafından ikna edilmeleri gerektiği, bunun, yeri geldiğinde temel ihtiyaçlar ve kontrol, yeri geldiğinde ise ahlak olabileceği belirtilir. Bunu da öğretmenlerin sağlayabileceği dile getirilir (Parlak, 2018).

Amaç

Bu çalışmanın amacı, günümüzden yarım asır (52 yıl) önce, yeni mezun henüz 17 yaşlarında beş genç kız öğretmenin, görev yaptıkları köyü sosyo-ekonomik yönleriyle tanıtmak ve öğretmenlik yaparken yaptıkları eğitim uygulamalarını, okulun/eğitimin öğeleri açısından ele alarak, okulun amaçlarını gerçekleştirebilme yönünden değerlendirmektir.

Önem

Köyde yapılan eğitim amaçlı çalışmaların, köyü ve köylüyü nasıl değiştirebileceği/geliştirebileceği konusunda okuyucuya bir fikir vermektir.

Sınırlılıklar

Çalışma, Osman Şahin’in Katuna’da Dokuz Ay ( 2017) romanı ile sınırlı tutulmuştur.

2. 0. YÖNTEM

Bu çalışmada, geçmişte var olan bir durumu, var olduğu şekliyle betimlemeyi amaçlayan Tarama modeli kullanılmıştır. Araştırmaya konu olan birey ve nesneler, kendi koşulları içinde ve olduğu gibi tanımlanmaya çalışılmıştır. Bu model ile bulunan ilişkiler, gerçek bir neden-sonuç ilişkisi olarak yorumlanmamıştır. İpuçlarının, bir değişkendeki durumun bilinmesi halinde, ötekinin kestirilmesinde yararlı sonuçlar verebileceği düşüncesinden hareket edilmiştir.

Verilerin Toplanması

Öncelikle Eğitim Bilimleri kitaplarından, okulun/eğitimin öğeleri ile ilgili bilgiler toplanmıştır. Daha sonra internetten roman ile ilgili tarama yapılmıştır.

Verilerin Çözümlenmesi ve Yorumlanması

Bu çalışma, öncelikle ‘öğretmenliğe atanma’ ile bilgiler ve ‘Katuna Köyü’ne varıncaya kadar yapılan çalışmalar, geçen zaman, sonra ‘okul eğitiminin öğeleri’, daha sonra da ‘sonuç’ olmak üzere üç bölüm halinde düzenlenmiştir. Tarama yoluyla Katuna’da Dokuz Ay romanı ile Eğitim Bilmeleri kitaplarından elde edilen bilgiler, eğitimin öğeleri ile eşleştirilip karşılaştırılarak, eğitimin amaçlarını gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceği konusunda bir yargıya varılmaya çalışılmıştır.

3. 0. BULGULAR VE TARTIŞMA

Öğretmenliğe ilk adım

Mardin’e atanma

Milli Eğitim Bakanlığınca; 1966 yılı Ağustos ayı ortalarında Milli Eğitim Bakanlığı, İlköğretim Genel Müdürlüğü yazılı, resmi mühürlü, sarı zarflar ile Adana Kız İlköğretmen Okulu mezunu Selma, Tülay, Emine, Zübeyde ve Nebiye adlı ilkokul (sınıf) öğretmenlerine, Mardin’e atandıklarına dair resmi tebligat yapılır. Ay sonuna kadar görev yerlerinde olmaları istenir. Tebligatı okur okumaz, öğretmenlerin heyecanları söner ve düş kırıklığına uğrarlar. Çünkü atama dilekçelerinde, Mardin’i istememiş, Adana, Maraş ve Mersin illerinden birine atanmalarını istemişlerdir. Bakanlık, ‘zorunlu hizmet’ dolaysıyla, kendilerini Mardin’e atamıştır ve ‘zorunlu hizmet’ten kaçış yoktur. Öğretmenler, Mardin Milli Eğitim Müdürlüğü’nden görev yerlerini öğrenecek ve Eylül ayı başında görevlerine başlayacaktır.

Öğretmenler, kitapları, çantaları ve bavulları hazırlayarak, Urfa’ya gitmek üzere, Nebiye’nin babası emekli memur Kadir amca ile Adana otobüs garajına gidip, Urfa için bilet alırlar. Çünkü o zamanlar, Adana’dan Mardin’e direkt otobüs seferi yoktur. İkindiüstü Adana’dan hareket edip, gece yarısı saat bir sıralarında, uykulu gözlerle Urfa’ya inerler. Garaj kent dışındadır. Birkaç saat için otele gitmek istemezler. Ayrıca para durumları da iyi değildir.

Gece yarısı Mardin’e otobüs yoktur. Kişi başı 10 liraya, bir şoförle anlaşarak, minibüs ile Mardin’e hareket ederler. Karanlık, boz tozlu yollarda seyahat ederler. Bitkindirler. Uyku bastırır. Birbirlerine yaslanarak uyumaya çalışırlar. İçeri çok sıcak olmasına rağmen, pencereleri açamazlar. Çünkü içeriye toz bulutları dolmaktadır. Saat dört sıralarında arabanın benzini biter ve ovanın, çölün ortasında kalırlar. Buarada çok da sıkışmışlardır. Şoför, “İki saate kadar gelirim,” diyerek bidonu eline alır ve oradan geçmekte olan bir kamyona atlayarak benzin aramaya gider. Saatler sonra yürüyerek gelir. Bu arada öğretmenler şişelerindeki suları içip, bisküvilerini yiyerek, açlıkların gidermeye çalışır. Şoför benzini depoya koyduktan sonra yola devam ederler.

Mardin’e yaklaşırken görülen, yolun kenarında üstü toprak damlı, sıvasız, kamıştan örme, büyükçe bir ‘damevi’nin ‘kaymakamlık’ binası olduğu söylenir. Bu binanın kaymakamlık binası olduğu söylenince, öğretmenler hayret ederler. Damevinin çevresi bir metre yükseklikte, kuru taş duvarla çevrilidir. Binanın önünde birbirine eklenmiş, aşırı sıcakta gevşemiş, eğilmiş bir bayrak direği bulunmaktadır. Direğin ucunda, ayyıldızlı bayrağımız susuz kalmış yapraklar gibi dürülmüş, sönmüş bir vaziyette durur. Burası Kızıltepe’dir, toprağı kırmızı Kızıltepe’dir.

Çevrede sefil görünümlü toprak evlerden başka tek bir ağaç, tek bir yeşillik yoktur. Yol kenarında branda parçalarından bir gölgelik vardır. Burası açık bir kahvedir. Öğretmenler burada yanlarında getirdikleri simit ve kuru kahve ile kahvaltı yaparlar. Saatler sonra Mardin’e varırlar. Daracık sokaklar, taş merdivenler ve taş yapılar arasından geçilerek Mardin Milli Eğitim Müdürlüğü yazan tabelanın önünde dururlar. Çift kanatlı, tarihi taş kapının altıdan geçerler. Taş kapının kanatları yekpare taştan yapılmıştır ve taşlar yıllardan beri Mardin sıcağını eme eme turuncu bir renge bürünmüştür. Milli Eğitim Müdürlüğü binası çok eski bir yapıdır. Koridorlar, sütunlar düzgün, beyaz taşlardan yapılmış, taş üstleri oya gibi oyulmuş, oya gibi işlenmiştir.  

Mardin Milli Eğitim Müdürlüğü

Mardin Milli Eğitim Müdürlüğü’nde, kapısında düzgün giyimli bir hademe karşılar öğretmenleri. İçeri girerler. Evrakları orta yaşlı, hafif kır saçlı, kibar giyimli bir Milli Eğitim Müdür yardımcısı eline alır. Tain nakil dosyasını açıp, öğretmenlerin adlarını bularak, kırmızı kalemle işaretler ve şunları söyler:

“Şimdi sizin durumunuz şöyle. Aslında sizleri ayrı ayrı köylere verecektik. Ancak ödenek yokluğundan, kağıt üstünde var görünen ama öğretime bir türlü yetiştirilemeyen, inşaatı bitirilemeyen okullar yüzünden, beşinizi de, şimdilik kaydıyla aynı köye verdik. Beşinizin de aynı köyde stajyer öğretmen olarak çalışmasını uygun gördük. Vali Bey ile Milli Eğitim Müdürümüzün onayı ile tabii,” der.

Öğretmenlerin, “Yani biz beş arkadaş aynı köyde, aynı okulda mı öğretmenlik yapacağız?” sorusu üzerine, “Evet, sizleri Mardin’e iki saat uzaklıkta Katuna Köyü İlkokuluna atadık,” diyerek, Katuna Köyü’nün yerini, duvardaki büyük ölçekli haritada, öğretmenlere gösterir. Öğretmenler çok sevinir, heyecanlanırlar. Müdür yardımcısı, tain evraklarını teker teker öğretmenlere imzalatır. Sonra da gülümseyerek, “Şansınız varmış, dün kadrolarınız geldi. Yarın da maaşlarınızı ödeyeceğiz,” der. Sonra da, “Siz şimdi otelinize gidin, yerleşin. Dinlenin, Mardin’i gezin. Mardin güzeldir!.. Yanınıza da bol bol erzak alın. Yarın öğleden sonra sizi, görevli bir arkadaşımızla, dairenin kamyonetiyle Katuna Köyü’ne göndereceğiz,” der. Öğretmenler bu habere çok sevinir. Müdür yardımcısı ile el sıkışarak dışarı çıkarlar. Bavul, çanta, valiz ve dolu elleri ile otele doğru yürürler.

Ertesi sabah saat on sıralarında, Milli Eğitim Müdürlüğü muhasebesinde alırlar soluğu. İlk maaşları ödenir. Sevinçle çarşıya çıkarlar. Hepsine bir ay yetecek kadar pirinç, nohut, fasulye, makarna, çay, kahve, şeker, yağ, un ve kırtasiye malzemeleri alır, torbaları doldururlar. Erzakları, bavulları, çantaları Milli Eğitim Müdürlüğü’nün kamyonetine yüklerler. Kendileri de birbirlerinin ellerinden tutarak, yardımlaşarak kamyonetin kasasına çıkarlar. Yük denklerinin, bavullarının üstüne oturur, kasanın kanallarına tutunurlar. Öğretmenlere, “Katuna Karakoluna Milli Eğitim Müdürlüğü’nden telefon edildi. Okul müdürü ve karakol komutanı ile jandarmalar sizi karşılayacak,” denilir.

Katuna Köyü

İki saat yolculuktan sonra, kamyonet anayoldan sapar. İleride ağaçlı bir yer görülür. Burası Katuna Köyü’dür. Köyde ceviz, vişne, badem, erik, şeftali, elma ve meyve ağaçları vardır. Kavak ağaçları dere boyunca yükselir. Hafif eğimli yamaçta evler görülür. Katuna Köyü, Urfa Mardin yolu üzerinde 121 inci kilometrede olup, Mardin’e otobüs ile iki saattir.  Yaklaşık150 haneden oluşmaktadır. Derme çatma bahçe çitleri, sıvasız duvarları, döküntü kapıları, pencereye benzeyen oyukları vardır… Yol kenarında havutları alınmış develer otlar, tavuklar köpekler kaçışır. Sokak, çamur, hayvan gübresi ve taş içindedir. Evlerde, avlularda sessiz, yavaş insan karartıları görülür. Kapı yerine asılmış iğreti hasır ve çul eskilerinin ardından kadın ve çocuk yüzleri belirir. Çekingen, uzak ve ilgisizce bakarlar öğretmenlere.

Gece karanlığı, köyde bir kabus gibi çöker insanların üzerine. Boyunları tasmalı, boz, kahverengi tüylü dev çoban köpekleri bütün gece havlar. Köpek havlamaları, uzaktan köye dönmekte olan köyün keçi sürülerinin çan sesleri, eğersiz atların, katırların, eşeklerin yürürken çıkardığı sesler, anırmalar, böğürmeler doldurur geceyi. Sokaklar onlarla dolar, kararır. Yüzlerce hayvan, evlerinin dengine gelince hiç şaşırmadan ait oldukları ahır ve samanlığa saparlar. Çobanların sopa uçlarını yere vura vura ıslık çalmalara ve hayvanları yönlendirmeleri de öyle. 

Tarifsiz bir keder ve sıkıntı sarar öğretmenleri. “Dokuz ay bu köyde mi kalacak, haftalarımızı aylarımızı bu köyde mi geçireceğiz?” diye düşünürler. Şanslı sayılırlar gene de. Hiç değilse, beşini de bu köye vermişlerdir.

Köyde düzgün giyimli, orta boylu bir adamla, atletik yapılı, parlak botlu karakol komutanı karşılar onları. Öğretmenlerin ellerini teker teker sıkarak, ‘Hoş geldiniz’ derler. Düzgün giyimli, orta boylu adam, Katuna Köyü İlkokulu müdürü Cemal Bey’dir. Jandarmalarla köylüler, kamyonete çıkarak eşyaları indirir.

Köyde üç temel korku vardır: Hükümet, ağa-şeyh ve salgın hastalıklardır. Salgın hastalığa ‘kıran hastalığı’ denir ve takdiri ilahi olarak karşılanır. ‘Her türlü kötülük Allah’tandır,’ denilir. Köyde iki ağa, iki aşiret, aşiretler arasında kan davası vardır. Aşiretlerin kahveleri bile ayrıdır. Ağaların evinde lüks lambası yanar.

Analar bacılar evlerine, dere suyundan yemeklik su alıp götürür. Kapların ağzını açık bırakırlar. Köyde iki ağa dışında sabun kullanan yoktur. Sabunu duymuşlardır, bilirler ama sabun alacak paraları yoktur. Dolaysıyla sabun kullanma alışkanlıkları da yoktur. Meşe külünü, ince kumu temizlik tozu olarak kullanırlar. Ömürleri boyunca başlarına gelen her kötülüğü, ‘alın yazısı’ olarak kabul ederler. Güçlü bir boyun eğme alışkanlıkları vardır.

Öğretmenlerin evi

Okul müdürü, öğretmenler köye gelmeden, öğretmenler için bir ev tutar ve tutulan bu eve karyola, ranza ve yatak götürür. Bastıkça sallanan, eğri büğrü ağaçtan yapılmış tahta bir merdivenden çıkarak, ikinci kata eşyaları taşırlar. Öğretmenler için tutulan bu ev, köyün ortasında ve iki katlıdır. Öğretmenler ikinci katta oturacaklardır. Evin iç duvarları ile tabanı kül rengi bir çamurla sıvanmıştır. Daracık bir koridordan girilir odaya. Altlı üstlü iki ranza ile bir tek yatak konulmuştur odaya. Tavan, ranzanın üstüne çıktığınızda, kafanız değecek kadar alçak olup, kabukları soyulmuş kavak mertekleri ile kaplıdır.

Ev okula üçyüz adım uzaklıkta olup, okulun batısında yer alır. Evin her tarafında hela ararlar ama bulamazlar. Çünkü hela yoktur. Gece hela ihtiyacı olduğunda nereye gidecekleri konusunda paniğe kapılırlar. Hela sorununu çözmek için müdürden yardım isterler.

Eve çıktıktan sonra, yatak denklerini çözer, ranzaları paylaşırlar. Emine şişman olduğu için tek yatağı ona verirler. Erzak çuvallarını, yağ tenekesini, gaz ocağını, gemici fenerini, unu, pirinci, bulguru, makarnayı, çayı kahveyi, tuzu biberi, tabakları kaşıkları, çatalları çıkarırlar. Çift kanat çakılmış raflar ile kamıştan örme sepetlere kaşık, çatal, bıçak, tuz ve biberi yerleştirirler. Kışlık paltolarını, etek ve ceketlerini teker teker çıkarıp, havalanmaları için yatakların üzerine sererler.

Eşyalar yerleştirildikten sonra, Nebiye’nin babası Kadir Amca öğretmenlerle vedalaşır ve kızı ile kucaklaştıktan sonra, “Birbirinize sahip çıkın! Vatana millete yararlı olun!” diyerek, kamyonetin sürücü yerine geçer. Kamyonet hareket eder. Köy çocukları bir süre kamyonetin ardından koşar.   

Daracık evde diz dize, burun buruna, dar bir kalıba girmiş gibi yaşarlar. Banyo yapılacak yer de yoktur. Hela boşluğuna benzeyen, tahta tabanlı daracık bir yer vardır. Gaz ocağının üstüne su dolu tenekeyi koyarak, su ısıtırlar. Isıtılan bu su ile saçlarını yıkarlar. Sıcaklarda su dökünerek serinlemeye çalışırlar. Gaz ocağında yemek, çay pişirir, gaz lambası ile aydınlanırlar. Lambanın ışığını kısar, eşofmanlarını giyerek yatağa uzanırlar. Gece yarısına kadar konuşarak derin bir uykuya dalarlar. 

Karakol binası

Karakol tepede bir yerdedir. Beyaz badanalı, beyaz duvarlarla çevrilidir. Önünde kameriye ile iki dönümlük bakımlı bir arazi vardır. Meydanda erlerin eğitimi için atlama tahtaları, kum havuzu, asılma demirleri ile tırmanma halatları vardır. Ayrıca binanın önünde, çevresi sarı, kırmızı, kahverengi, mor çiçeklerle bezenmiş, üstünde Ne Mutlu Türküm Diyene yazılı bir Atatürk büstü vardır. Katuna karakolu binası, kameriyeli küçük çiçek parkıyla, yörenin tek uygarlık merkezidir.     

Öğretmenler, karakol komutanı Bekir Başçavuş’u ziyarete giderler. Başçavuş, öğretmenleri kibar bir şekilde karşılar. Kameriyenin gölgesine buyur eder. Çay, kahve ve ayran ikram eder. Öğretmenler utana sıkıla helanın yerini sorarlar. Sıra ile helaya girer, ellerini yüzlerini yıkarlar. Komutana, “Evlerinin helası olmadığını, bu sorunun acilen giderilmesi gerektiğini” söylerler. “Merak etmeyin! Askerlerim bu işi bugün halledecekler,” karşılığını alırlar. Öğleden sonra dört asker gelerek, evin kuytu boşluğuna, kavak ağaçları, branda bezi ve tahtalardan oluşan bir hela yapar. Hela sorunu böylece çözülmüş olur.      

Okul, eğitim

Okulun/okul eğitiminin öğeleri

Bireye istendik (toplumun istediği) davranışlar okulda (sınıf, derslik, laboratuar, işlik/atölye, vb denilen yerlerde) kazandırılır. Eğitimin (veya okul eğitiminin); bina ve araç/gereçler, yönetici, öğretmen, öğrenci, eğitim programı ve çevre, olmak üzere altı temel öğesi vardır. Okulun amaçlarına ulaşmasında, her öğenin ayrı bir işlevi olup, bu öğeler birbirileriyle etkileşim ve denge içinde bulunur. Öğelerden birindeki eksiklik ya da olumsuzluk, amaca ulaşılmasını engeller (Fidan ve Erden, 1998).

Bina (eğitimin yapıldığı yer) ve araç/gereçler (fiziksel özellikler)

Eğitimin yapılacağı yer ve yerin donanımı, eğitim programlarının etkili bir şekilde uygulanmasının önemli ve vazgeçilmez şartlarındandır. Çağdaş okul mimarisinde öğrencilerin düzeyi ve eğitim programlarındaki yeni gelişmeler göz önüne alınarak, okul binalara tek katlı ve birbirine bağlı birimlerden meydana gelmektedir. Okullarda her sınıf için ayrılmış derslerin yerini, her ders veya öğretmen için ayrılacak sınıf laboratuar yahut sınıf/işlikler şeklinde donatılmış öğretim istasyonları almıştır (Çilenti, 1988). Çünkü istendik davranışlar öğrencilere, adına okul/sınıf/derslik denilen yerlerde kazandırılır. Okulun fiziki yapısı, hem öğrenmeyi kolaylaştırır, hem de öğrencilerin okula ve derslere karşı tutumunu olumlu yönde değiştirir (Fidan ve Erden, 1998). Ayrıca, olumlu sınıf ortamı yaratmak için önce fiziksel çevrenin yeterli olması gerekir (Fidan ve Erden, 1998).

Romanda, bina, derslerin yapıldığı yerler, derslerde kullanılan araç/gereçler hakkında verilen bilgiler aşağıda belirtilmektedir. Bunlar: 

Katuna İlkokulu sarı badanalı olup tek dersliklidir. Derslik büyüktür. İki de küçük odası vardır. Birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci sınıflar bir arada ders göreceklerdir. Okul çevresinde bahçe duvarı yoktur. Aslında bahçe de yoktur. Okulun bayrak direği önündeki öğrenci toplanma alanı, düz bir tarladan ibarettir. İnekler, keçiler okulun çevresindeki düzlükte otlar.

Okulun, okula dayalı bir öğretmen lojmanı vardır. Lojmanda pembe yüzlü ağır koltuklar vardır. Lojmanda, okul müdürü, eşi ve çocukları ile oturmaktadır.  Öğretmenler ilk gün hela ihtiyaçlarını müdürün oturduğu bu lojmanda giderirler. Müdürün eşi konuklara kahve getirir. Bunun dışında öğretmenlerle hiç ilgilenmez. Hatta “Hoş geldiniz” bile demez. Bir süre sonra da ortalıktan kaybolur.  

Okul, 1966 yılı Eylül ayının ilk haftasında açılır ve eğitim/öğretime başlar. 70’e yakın öğrenci, birkaç veli ile Bekir Başçavuş açılışa gelir. Okul müdürü Cemal Bey, öğretmenleri öğrencilerle tanıştırır, onların yeni atanan genç öğretmenler olduğunu söyler.

Okul binasının tek katlı, geniş tek derslikli, sarı badanalı ve iki küçük odalı olmasının dışında, binanın başka özelliğinden hiç söz edilmemektedir. İki küçük odanın biri yönetim, diğeri muhtemelen depo olarak kullanılmaktadır. Okul bahçesinin olmaması, hatta bahçe duvarının olmaması, halka ve öğrencilere yönelik uygulamalı örnek tarım çalışmalarının yapılmadığını anlatır. Ders araç gerecinden hiç söz edilmemekte, sadece beş sınıf öğrencileri ile birleştirilmiş sınıf öğretimi ile ders yapıldığı belirtilmektedir. Bu durumda okula karşı olumlu bir tutum geliştirmek mümkün olmasa gerek. Bina ile ilgili tek olumlu yan ise, öğretmen evinin bulunmasıdır. Çünkü köyde ev sorunu öğretmenin verimliliğine doğrudan etki eden önemli bir etkendir. Verilen bu bilgiler ışığında okulun, bina ve araç/gereç yönünden öğrencilere istenilen davranışları kazandırabileceğini söylemek oldukça güçtür.     

Yönetici ve Yönetim

Yönetici, okulun amaçlarına ulaşması, eğitim programındaki amaçların gerçekleşmesi için, gerekli insan ve maddi kaynakların sağlanmasından ve bu kaynakların en verimli biçimde kullanılmasından sorumlu olan kişidir. Yöneticinin temel görevi, okulu, eğitim programlarında yer alan amaçlara uygun olarak yaşatmaktır. Bunun yanında, okul personelinin geliştirilmesi ve mesleklerinde daha verimli olması için, meslek içi eğitim kursları, seminerler, konferanslar vb. düzenler. Okulun ihtiyaçlarının karşılanması için mali kaynakların sağlanması ve dağıtılması işlemleri ile ilgilenir. Çevre kalkınmasına yardımcı olacak çalışmalar yapar. Öğrencilerin okulla ilgili sorunlarına eğilir ve çözüm yolları bulmaya çalışır.  Okul müdürü görevini yerine getirirken, öğretmen, eğitim uzmanı, sekreter, hizmetli gibi insangücü ile bina, araç-gereç, para vb. maddi kaynaklardan yararlanır (Fidan ve Erden 1998; Erden, 1998).

Romanda, yönetici ve yönetim ile ilgili verilen bilgiler aşağıda belirtilmektedir. Bunlar: 

Okul müdürü Cemal Bey, beş yıllık öğretmendir. Üç yıldan beri Katuna’da görev yapmaktadır. Köye yerleşmiş, kendini düzenini kurmuştur. İki erkek çocuğu vardır. Lojmanda kalır, para harcamaz. Aynı kapıdan sınıfa girip çıkar. Yaptığı bütün iş bu kadardır. Köye çıkmaz, köyün sorunları ile ilgilenmez. Sosyal bir yaşamı yoktur. Karısı, köylüler gibi giyinir, köylüler gibi konuşur. Tek kelime Türkçe bilmez. Türkçe öğretmekle görevli Cemal Bey, beş yıldan beri evli olduğu eşine tek kelime Türkçe öğretmemiştir.

Görünüş olarak, kravat takar, ceket pantol giyer. Kalıbı yerindedir ama köylüye en ufak örnek olmaz. Köydeki yaşamı değiştireceği yerde, köylüye uymuş, kendisini köylüleştirmiştir. Yaban gülleri gibi çalılaşmıştır. Cemal Bey, enerjisi tükenmiş memur tipidir. Öğretmenlerin köylü ile kurduğu ilişkiyi kıskanır. Yeri gelince, akıl vermeye çalışır. “Köylülere fazla senli benli oluyorsunuz. Öğretmenseniz, öğretmenliğinizi bilin! Siz burada kalıcı değilsiniz. Köyün her işine burnunuzu sokmayın!” der.

Cemal Bey, öğretmenlerin köyde hela yapma isteği konusunda, “Böyle işlere karışmayan. Durduk yerde başınıza iş açmayın,” der. Öğretmenlerin yol yapma konusunda çalışmaları sırasında da, burun kıvırır. “Durduk yere başınıza iş açıyorsunuz. Bunlar size göre değil. Boşuna uğraşır, didinirsiniz. Sonra da çeker gidersiniz. Oturun, oturduğunuz yerde, öğretmenliğinizi yapın, abece öğretin,” der. Öğretmenlerin dirençleri karşısında da, “Vallahi benden size söylemesi. O zaman buyurun, çamura batın, çıkın! İnsanlarla boğuşun, çekişin!..” der.

Cemal Bey, evde bulunmayan Livaze’yi sorduklarında ailesine, “Git, işine bak! Kızın Livaze’nin sabah sabah benim evimde işi ne?” diyerek umursamaz tepkisini gösterir.   

Okul müdürü Cemal Bey, yöneticinin esas görevi olan programdaki amaçların geliştirilmesi ve diğer görevleri olan personelin geliştirilmesi, çevre kalkınması konularında yaptığı herhangi bir çalışma yoktur. Üstüne üstlük, toplum kalkınmasına, çevre sorunlarının çözülmesine yönelik öğretmenlerin yaptığı çalışmalara ilgisiz kalmakta, hatta engel olmaya çalışmaktadır. O kendisini, okula aynı kapıdan girip çıkmak, abece öğretmek ve köye, köylüye hiç karışmamakla görevlendirmiştir. Bu durumdaki bir yönetici, ancak ‘bilişsel’ düzeydeki –abece öğretmek gibi-bazı amaçları öğrencilere kazandırabilir. Fakat eğitimin/okulun amaçlarını bireylere istendik düzeyde kazandırması mümkün değildir. 

Öğretmenler

Öğretmen; resmî ya da özel bir eğitim kurumunda çocukların, gençlerin ya da yetişkinlerin istenilen öğrenme yaşantıları kazanmalarına kılavuzluk etmek ve yön vermekle görevlendirilmiş kimse (TDK, 1974).Öğretmen, belli bir program çerçevesinde, planlı eğitim etkinlikleri düzenleyerek, öğrencilerde programlar doğrultusunda istendik davranış değişikliği meydana getirir.

Öğretmenlik mesleğinin icrası sırasında, öğretmenin iki temel niteliği önem taşır. Bunlardan biri ‘kişisel’, diğeri ‘mesleki’ niteliklerdir. Kişisel nitelikler; hoşgörülü ve sabırlı olma, açık fikirli, esnek ve uyarlayıcı olma, sevecen, anlayışlı ve espirili olma, yüksek başarı beklentisi, cesaretlendirici ve destekleyici olma. Etkili bir öğretmende bulunması gereken mesleki nitelikler ise; genel kültür bilgisi, konu alanı bilgisi ile öğretmenlik meslek bilgisi ve becerileridir/yeterlikleridir. Öğretmenlik meslek bilgisi ve becerileri/yeterlikleri ise; öğretim sürecini planlama, çeşitlilik getirebilme, öğretim sürecini etkili kullanma, katılımcı öğretim ortamı düzenleme ve öğrencilerdeki gelişimi izlemedir (Erden, 1998).

Öğretmenin görevleri; öğretmenlerin ders ile ilgili görevleri, öğretim işleri ile görevleri, öğretim (öğretme-öğrenme) sürecindeki görevleri, sınıf yönetimi (olumlu sınıf atmosferi oluşturma) ile ilgili görevleri, eğitim işleri ile görevleri, yönetim işleri ile ilgili görevleri olarak gruplandırılabilir (Erden, 1998; Sönmez, 2000).

Romanda, Katuna İlkokulunda öğretmenler hakkında verilen bilgiler aşağıda belirtilmektedir. Bunlar: 

Katuna Köyü İlkokuluna atanan öğretmenler, Selma, Tülay, Emine, Zübeyde ve Nebiye adlı kişilerdir. Adana Kız İlköğretmen Okulundan mezun olmuşlardır. Yaşları 17 olup, üç yıl yatılı okumuşlardır. Okul, ortaöğretim/lise (3 yıllık lise) düzeyindedir. Beş öğretmen, 1966 yılı Ağustos ayı sonlarında Mardin’e, okulların açılmasına da iki gün kala Katuna’ya gelirler. 

Selma: Sarışın, yeşil gözlü, coşkulu ve atak ruhludur.  Kendilerine sığınan aşıkları Mardin’e götürme fikrini ortaya atar ve kabul ettirir.

Tülay: Kıvırcık kara saçlı olup, çok kitap okur ve güzel konuşur.

Emine: Düzgün gür saçlı, orta boylu ve tombulcadır. Köyün gençlerinden Cafer, Emine’ye duygusal bir yakınlık duyar ve evlenmek ister. Emine sert karşılık verir ve olay kapanır.

Zübeyde: Öğretmenlerin en uzun boylusu olup, öğrenci iken, okul voleybol takımında oynamıştır.

Nebiye: Yumuk gözlü, ak tenli ve iyi yüreklidir. Saçının kakülünü alnına düşürmekten hoşlanır.

Öğretmenler genç olup, enerji doludur. Yerlerinde duramazlar. Adana Kız İlköğretmen Okulunda iken, akılları bir karış havadadır. Ekmek elden, su göldendir. Kendilerini dünyanın merkezi sanır, tatlı düşler kurarlar. Katuna Köyü’ne geldiklerinde ayakları yere basar, acı içinde sarsılırlar. Kadir Amca gidince, yalnızlığın, sahipsizliğin kıskacını duymaya başlarlar. Akıl almaz bir sahipsizlik duygusu sarar içlerini. Nebiye ağlar. Yorgunluk ve uykusuzluk yanında, derin bir umut kırıklığına kapılırlar. Katuna’yı görünce Selma, birden toplanarak, “Davranın arkadaşlar! Ahlamanın, puflamanın yeri değil, kalkın!” diye çıkışır. Çıkışı da etkili olur. 

Zübeyde, müdürün eşinin ilgisizliği karşısında, lojmandan ayrılırken ağlamaya başlar ve “Bir daha bu lojmana basmam,” der. Nebiye, “Bir o kadar da benden. Dahası köyde ne elektrik var, ne telefon. Dağ başında ne yapacağız? Evimiz köyün ortasında. Gece yarısı köylünün biri gelse ve kapımıza yüklense, ne yapacağız?” diye söylenir.

Tülay, “Ah eşek kafam, ah! Adana’da beni isteyen bir doktor vardı. Gerçi yaşlıydı, duldu, iki de çocuğu vardı ama olsun. Keşke onunla evlenseydim. Hem Adana’da kalırdım, elektriğe, eve konar, hafta sonları tiyatroya, sinemaya gider gelirdim. İstifamızı verelim. Burada öğretmenlik yapacağıma, gider Adana’da bir yazıhanede çalışırım, daha iyi. Hiç olmazsa, akşamlara anamı, babamı görürdüm,” der.

Nebiye, “Buranın adı Katuna değil, ıssızlığın, karanlığın adı. Buradaki hayat hiçbir biçimde bize ait değil, ben burada yapamam. Yarın bir gün yolunu bulup, Mardin’e giderek, istifamı vereceğim, ” der.

Selma, arkadaşlarına çıkışarak, “Boşuna konuşuyorsunuz, hanımlar. Hiçbirimiz istifa edemeyiz. Yatılı okuduk. Mecburi hizmetimiz var. Devlete borcumuz var, unuttunuz mu? Burada çalışmak zorundayız. Katunalılar bizim insanlarımız değil mi? Onların bize ihtiyaçları yok mu? Onlara yaklaşmalı, onları tanımaya çalışmalıyız. Bırakın ağlamayı, sızlanmayı…” der.

Emine, Selma’yı destekleyerek, “Selma doğru söylüyor. İçimizi saran bu korkulu boşluğu atalım. Yüreğimizi onunla dolduralım. İyi ki, beşimizi de bu okula verdiler. Ya hepimizi ayrı köylere verselerdi, yalnız başımıza kalsaydık, halimiz ne olurdu?” der.

Öğretmenler, okuldan çıkınca eve giderler. Gaz lambası ve gemici feneri ile aydınlanırlar. Yemekleri sıra ile yaparlar. Biri sobayı yakarken, diğeri su dolu tencereyi sobanın üstüne bırakır. Sobayı gürül gürül yakarlar. Çabuk piştiği için genellikle makarna yaparlar. Üzerine de yumurta kırarlar. Dolaysıyla, yemekleri arasında bol yumurtalı, salçalı makarna çoğunluktadır. Yemekleri arasında mercimek çorbası ile pirinç pilavı da vardır. Cano Ağa öğretmenlere bir sepet yumurta, Affan Ağa da tereyağı, süt, yoğurt ve peynir gönderir.

Yemek, bulaşık, çay ve kahveden sonra yataklarına uzanın, o gün yaptıkları işleri tartışırlar. Ailelerine mektup yazar, kitap okurlar. Aşırı kar yağdığı pazarlarda Mardin’e gitmeyip, bütün gün evde oturup kitap okurlar. Köylü genç kızlara sağlık eğitimi konusunda bilgi verirler. Kızlar, onların her şeyi bildiğini sanır. Kız öğrencilere saçlarını taramalarını, erkek öğrencilere ellerini yüzlerini yıkamalarını, ağızlarını çalkalamalarını söylerler. Pantol ve etek giyer, saçlarını topuz yaparlar. Omuz çantası taşırlar. Okul ve köyle ilgili toplumsal çalışmaları sürdürmeye devam ederler.

Romanda, öğretmenlerin sahip olması gereken kişisel niteliklerden; hoşgörülü ve sabırlı olma, açık fikirli, esnek ve uyarlayıcı olma, sevecen, anlayışlı ve espirili olma, yüksek başarı beklentisi, cesaretlendirici ve destekleyici olma, özelliklerine, -“çevre” bölümünde de açıkça görülebileceği üzere- öğretmenlerin sahip oldukları görülür.  Selma öğretmen, grubun lider yöneticisi olup, diğer öğretmenler ona katılmaktadır.

Etkili bir öğretmende bulunması gereken mesleki niteliklerden; genel kültür bilgisi, konu alanı bilgisi ile öğretmenlik meslek bilgisi ve becerilerine/yeterliklerine ise nerdeyse hiç yer verilmez. Öğretmenler öğrencilere sadece, her gün eve vardıklarında ellerini yüzlerini yıkamalarını ve ağızlarını tuzlu suyla çalkalamaları söyler. 

Öğretmenlerin, sınıflarda yaptıkları öğretmenlik konusunda çok az bilgi –o da sağlık konusunda- verildiğinden, öğretmenlerin eğitimin amaçlarını gerçekleştirebilmeleri konusunda bir yargıda bulunmak mümkün olmasa gerek.

Öğrenciler

Öğrenci; kendi fiziksel ve toplumsal ihtiyaçlarını, toplumun ihtiyaç ve beklentileri ile uyumlu bir biçimde karşılayabilmek için gerekli olan bilgi, beceri, yetenek, tutum ve değerleri kazanmaya çalışan kişiye denir (Fidan ve Erden, 1998). Okulda öğretimin etkili olabilmesi için, öğrenmeye etki eden iki etmeni göz önünde bulundurmak gerekir. Bunlardan birincisi ‘bireysel’ (iç), diğeri ‘çevresel’ (dış) etmenlerdir (Tekin, 2004).

Bireysel etmenler (iç koşullar): Öğrenmeye etki eden bireysel özellikler, genel sağlık durumu, gelişim düzeyi (vücut organlarının kendilerinden beklenen görevleri yapabilecek duruma gelmesi), öğrencinin genel yeteneği (zeka seviyesi), giriş davranışları (geçmiş yaşantılarda kazanılmış ön bilgi ve beceriler), çalışma strateji ve alışkanlıkları, dil becerisi ile duyuşsal özellikleridir (ilgi, inanç ve değerler, tutum, güdülenme, alışkanlık, kendine güven ve benlik tasarımı) (Tekin, 2004).

Öğrenmeye etki eden faktörlerin başında, “genel sağlık durumu” ve “gelişim düzeyi” bundan sonra, “genel yetenek” gelir. Birey belli bir öğrenme potansiyeli ile dünyaya gelir. Çevre ile etkileşimde bulundurularak, bu potansiyel geliştirilmeye çalışılır. Öğrencilerin okul başarılarını etkileyen en önemli değişkenlerden biri, ön bilgilerdir. Bunlara “giriş davranışları”  denir. Her yeni öğrenme, bir öncekinin üzerine inşa edilir. Bu nedenle öğrencilerin ön bilgileri ne kadar çoksa, yeni bilgiler kazanması, o kadar kolay olur (Erden, 1998; Fidan ve Erden, 1998).

Ön bilgilerin yanı sıra öğrencilerin çalışma strateji ve alışkanlıkları, öğrenmeyi önemli ölçüde etkiler. Örneğin, öğrencinin yeni metni kendi cümleleriyle özetlemeye, soruları yanıtlamaya çalışması, bunları yapmayan öğrencilere göre yapanlarda önemli ölçüde başarı farkı yaratır (Erden, 2014). Öğrenmede duyuşsal özellikler de, örneğin öğrencinin okulu ve dersleri sevmesi, başarılı olacağına inanması, kendine güvenmesi, ders çalışmaya karşı güdülenmesi, öğrencinin başarılı olmasını sağlayan önemli faktörlerdendir (Fidan ve Erden 1998; Erden, 1998; Erden, 2014; Tekin, 2004).

Çevresel etmenler (dış koşullar); aile, öğretmen, diğer öğrenciler (okuldaki/sınıftaki öğrenciler ve arkadaş çevresi), basılı araçlar, gör-işit araçları, öğretim yöntemleri, pekiştireçler ve dönüttür. Aile çevresinin çocuğa sağladığı ekonomik olanaklar, uygun bir fiziksel mekan sağlaması, aile bireylerinin öğrenciyi akademik yönlerden desteklemesi, ona akademik rehberlik yapması, başarı beklentisinin yüksek olması, öğrencinin başarısını etkilemektedir (Erden, 2014; Tekin, 2004).

Sonuç olarak, öğrenci ile çevresi arasındaki etkileşim demek, öğrencilerin “iç koşullar” ile “dış koşullar” arasındaki etkileşimi demektir. Bunun için de, öğrenci davranışında oluşturulmak istenen değişikliğin niteliğine göre, belli iç ve dış koşullar gerekir. Diğer bir deyimle, dış koşullar, iç koşullara göre düzenlenmelidir ki, öğrenci istenilen davranışları kazanabilsin, denebilir (Erden, 1998; Tekin, 2004).

Romanda, öğrenciler ile ilgili verilen bilgiler aşağıda belirtilmektedir. Bunlar: 

Okul müdürü Cemal Bey, okulda 11’i kız, 59’u erkek olmak üzere 70 öğrenci olduğunu söyler. Öğretmenler öğrencilerle ilk kez açılış töreni sırasında karşılaşırlar. Öğrencilerin görünüşleri sağlıklıdır ama elleri, yüzleri kir pas içindedir. Sabun yüzü görmemiştir. Temizlik konusunda giyimleri kuşamları, görünümleri berbattır. Tırnakları uzamış ve kir içindedir. Büyüme çağında olmalarına karşın, bazı çocuklar yaşlı ve bakımsızdır. Gözlerinin akı çıkmıştır. Kız öğrencilerin uzun belikli saçları yağ ve kir içindedir. Onlara saçlarını her gün taramalarını söylerler. Erkek öğrencilerin de kızlardan geri kalan yanı yoktur. Elleri, yüzleri kir ve bulaşık içindedir. Onlara da her gün eve vardıklarında, ellerini yüzlerini yıkamaları, ağızlarını tuzlu suyla çalkalamalarını söylerler. Söylerler ama bir sonuç alamazlar.

Kız-erkek bütün öğrenciler okula günlük giysileri ile gelip gider. Gece olunca da aynı giysi ile yatağa girip uyurlar. Pijama-gecelik giyme alışkanlıkları yoktur. Günlerdir yıkanmadıkları için, üst başları ter, yatak ve ağır nefes kokar. Dişlerini, ağızlarını yıkamaz, diş fırçası ve macunu bilmezler. Ağızları kokar. Bunun için sınıfın penceresi sürekli açık tutulur. Elli dokuz oğlan çocuğunun onbirinde uyuz hastalığı vardır. 

İlkokula yeni yazılan kız ve erkek öğrencilerin numaraları okunur. Sıra ile sınıfa alınırlar. Oturma sıraları belli olur. İlk gün, öğrencilere alışma, onların adlarını soyadlarını öğrenmekle geçer. Ders aralarında (teneffüslerde) bazı öğrencilerin, okulun tatil olduğunu sanıp eve gittikleri olur. Onları geri çağırırlar.

Köydeki iki aşiretin aralarının bozuk olması, okulda eğitim öğretimde aksamalara yol açar. Öğrenciler okula gidip gelirken, kendi aşiretlerinden koruyucu birer kişinin eşliğinde, ayrı gruplar halinde hareket ederler. Öğretmenler, okulda ders içi oyunları oynarken bile, onların düşmanlıklarını göz önünde tutmak zorunda kalırlar. Çünkü kavga çıkarabilirler. Aynı sınıfta yan yana oturmaz, gerekmedikçe birbirleri ile konuşmazlar.

Öğrenciler, şaşırtıcı bir hızla öğrenirler. Bu da öğretmenlerin hoşuna gider.

Bireysel iç koşul olarak öğrencilerin görünüşlerinin sağlıklı, genel sağlık durumlarının ve gelişim durumlarının iyi olması, davranış kazandırmada en önemli koşulun sağlandığını gösterir. Her ne kadar elleri yüzleri kir pas içinde, bazı öğrenciler uyuz ise de öğrencilerin şaşırtıcı bir hızla öğrenmeleri ve bu durumun öğretmenlerin hoşuna gitmesi, öğrencilerin genel yetenek (zeka) yönünden yeterli, dolaysıyla öğrenme için iç koşulların yeterli olduğunu anlatır. Ayrıca, iki aşiret arasındaki anlaşmazlıkların öğrencilere yansımasına rağmen (dış koşul), öğrencilerin hızla öğrenmesi, öğrencilerin istendik davranışları kazanabildiği anlamına gelir.

Eğitim Programı

 Program (Yunanca); bir işin bölümlerini, her bölümün yapılış sırasını, zamanını ve nasıl yapılacağını gösteren tasarı, anlamına gelmektedir. Eğitim de programlı bir iştir. Eğitimde “program” kavramı; Eğitim Programı, Öğretim Programı, Müfredat Programı, Ders Programı gibi değişik adlar altında kullanılmaktadır (Büyükkaragöz, 1977).

Eğitim Programı; okulun, okul içi ve dışındaki bütün durumlarda arzu edilen sonuçlara ulaşmak için giriştiği çabaların tümü, olarak tanımlanmaktadır. Eğitim Programı; bir eğitim kurumunun çocuklar, gençler ve yetişkinler için sağladığı, Milli Eğitimin ve kurumun amaçlarının gerçekleşmesine dönük tüm faaliyetleri kapsar. Öğretim, ders dışı kol faaliyetleri, özel günlerin kutlanması, geziler, kısa kurslar, rehberlik, sağlık vb. hizmetler ve fonksiyonlar bu çerçeve içine girer (Varış, 1978).

Eğitim Programları tanımlarında; amaçlar (Milli Eğitimin ve kuruluşun), öğretim ve ders programları, dersi içi etkinlikler (üniteler), ders dışı etkinlikler (eğitici kol çalışmaları, kurs, gezi, toplantılar, belli gün ve haftaların kutlanması, sağlık ve rehberlik çalışmaları), yöntem ve teknikler, zaman, değerlendirme etkinlikleri, ortak özellik olarak bulunur (Büyükkaragöz, 1977).

Romanda, eğitim programı ile ilgili verilen bilgiler aşağıda belirtilmektedir. Bunlar: 

Nebiye’nin babası Kadir Amca öğretmenlerle vedalaşır ve kızı ile kucaklaştıktan sonra, “Birbirinize sahip çıkın! Vatana millete yararlı olun!” diyerek, kamyonetin sürücü yerine geçer.

Öğretmenler, insanın değiştirilmesi için ilkin çevrenin değiştirilmesi gerektiğini, az çok bilirler. Bilirler ama yaşadıkları çevrede büyük değişikliğe güçlerinin yetmeyeceğini de bildiklerinden, kafaları değiştirmeye çalışırlar.

Köylüler, biraz da aklı gözünde insanlardır. Duyduklarından çok gördüklerine inanırlar. O halde öğretmenler, genç kızlara elleri ile dokunup, gözleri ile görebilecekleri bir şeyler göstermeli ve uygulamalı idiler.

Öğrencilerin okula gidip gelme kuralları, okul çevresinin durumu ve diş, ağız ve el temizliği gibi konularla geçer.

Yöntem olarak, önce kendi aralarında yapmayı düşündükleri işi tartışır sonra karara varırlar.

Köylülerle konuşurken, seslerini yükseltmezler, kendilerine hakim olurlar.

Romanda amaçlar ile ilgili ifadeler incelendiğinde, “Vatana millete yararlı olun!” hedefinin eğitimin siyasal işlevini gerçekleştirmek olduğu görülür. Çünkü her ülke, kendi siyasal ve toplumsal amaçları doğrultusunda kuşaklar yetiştirmek ister. Toplumsal çıkarların korunması ve sürdürülmesi anlamında her toplumun siyasal amaçları bulunmaktadır. Eğitim kurumları da toplumun siyasal amaçlarını bireylere kazandırarak sürdürülmesi işlevini yürütmektedir (Topses, 2018).

Diğer bir amaç olarak, okulda, temizlikle ilgili (ağız, diş ve el temizliği gibi) bilgiler verilerek,  öğrencilere temizlik alışkanlığı kazandırmaktan söz edilmektedir. Okul, sınıf ortamında öğrencilere kazandırılabilecek başka herhangi bir –bilişsel, duyuşsal, devinişsel- hedeften ve konudan bahsedilmemektedir. 

Okul dışında, konu/etkinlik olarak, çevre sorunlarının çözülmesi, toplumun/köyün geliştirilmesi ile ilgili yapılan çalışmalar; hela yapımı, kadınların yıkanma yeri, yol yapımı (yola taş döşenmesi), uyuz hastalığı, biçki dikiş kursu, 23 Nisan kutlamaları ve aşıklara yardım (kız kaçırma) konularına yer verilmiş olup, bu konular ‘çevre’ bölümünde genişçe anlatılacaktır.

Öğretmenler, çevre sorunlarının çözümü konusunda yöntem olarak köylüye karşı, ‘anlatım yöntemini’ kullanırlar. Kendi aralarında ise ‘tartışma yöntemini’ kullanır, bir karara vardıktan sonra konuyu uygulamaya geçerler. Köylülerle konuşurken, kendilerine hakim olur, genellikle seslerini yükseltmezler.  

(Devam edecek)

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..