Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '08

 
Kategori
Blog
 

Kavramları kavramsızlaştırmasak… Karıştırmasak…

Kavramları kavramsızlaştırmasak… Karıştırmasak…
 

Kıvır kıvır ettik, tıkıştırdık kavramları yanlış deliklere, delikler vıcık vıcık, kavramlar kırılıyor boşluktan, boş yere…

Sınıf arkadaşlarımız vardı bir vakitler, mahalle arkadaşlarımız…

Tanışlarımız…

Hani tanıştırılmışızdır da, henüz arkadaş statüsüne ulaşmamışızdır…

Okul arkadaşı ile paylaşılanla mahalle arkadaşınınkiler biraz farklıydı, o vakitler…

Birinde okul çevresi ve ortak paydalar ön plandayken, diğerinde oyun ağırlıklıydı ve mahallenin diğer yaşıtları çerçevesinde devam ederdi sohbetler…

Arkadaş biraz daha bireyseldi, okul ya da mahalle arkadaşlığından kendini sıyırmış, bizim için biraz daha fazlasını ifade edendi!

Yakın arkadaş, arkadaşın daha da üst seviyesiydi ki, bir sonraki seviye ancak dostluk ile tanımlanabilirdi!...

“Kanka” ifadesi, dostluğa tekabül ediyor zannımca…

Şık mı geldi kulağımıza, kavga öncesi bir uzlaşma amacıyla mı çıkmıştı ortaya, tam da bilemiyorum, “Bak arkadaşım…” ile başladı sanıyorum her şey…

Bir tehdit vardı ilk başlarda ama, onu çok iyi biliyorum, özellikle erkek erkeğe diklenmelerde kullanılmaya başlamıştı, sanıyorum sağ-sol kavgalarından bize kalan “Bak efendiliğimi bozmadım, arkadaşım dedim, uzatma istersen” tarzı bir vurgu ve eşdeğer bir koşulda kullanılmaya başlanmıştı…

Kulağa hoş gelmişti ama!

Dürüst!

Erkekçe!...

Uzlaşmacı gibi duruyordu her şeyden önce, aslında hakaret gibi söyleniyordu ve algılanıyordu taraf kişilerce ya, o başka…

Tanış dilimize zor mu geldi, tanıştığımız her kişiyle arkadaş olmaya başladık desem, mümkün değil, belki de “Bak arkadaşım” ın şıklığından mı etkilendik, okul arkadaşı, mahalle arkadaşı demek de arkadaşlığı sınıflandırmak gibi mi gelmeye başladı, bazılarınca hakaret gibi mi algılandı, onu da çıkarıverdik dağarcığımızdan…

Her iki laf ettiğimizin tek bir adı vardı artık: Arkadaş…

Samimi arkadaşın adı da doğal olarak “Dost” a çıkıverdi bir anda…

Sanal alem diyeceğim, ifrit oluyorum bu deyime, internet ortamında insanların birbirlerini görmeden, gözlerini tanımadan, ki göz tanışması çok da önemlidir, ifade öğrenilir, beden dili öğrenilebilir ama göz dilini öğreten herhangi bir okul oluşamadı henüz…

Üç-beş kelime konuşuyorsun, arkadaş oluveriyorsun…

Arkadaş denince de beklentiye giriyorsun!

Arkadaşlık kavramın ne ise artık, ona uygun davranılsın diye bekliyorsun…

Azında mutsuz oluyor, çoğunda hop dost mertebesine atıyorsun!

Şimdi efendim, burada da bir parantez açmak isterim:belli bir siteye üye olunduğunda, arkadaşlık sitesinde bile, arkadaş arayan da var sevgili ve eş arayan da…

Hele ki, diyelim ki, bir edebiyat sitesi örneğimiz, arkadaş edinmek adına üye olup, okuyanı, arkadaş edinmek üzere üye olup yazanı, arkadaş edinmek, hem de yazmak adına üye olanı ve yalnızca yazmak adına üye olanı var…

Bu arada arkadaş dediğim, önce tanış, sonra arkadaş, sonrası artık dost mu olur, sevgili mi, eş mi, niyete göre değişir…

Beklentiler eşleşmediğinde ise problem doğar…

Beklerler ki kendi doğrultusunda gerçekleşsin ilişkiler!

Sanır ki herkesin amacı aynı...

Her sanal tanışıklığın dostluğa varmayacağını asla söyleyemem, en büyük örneğim fotoğraf sanatçısı dostum Hakan!

Ama her tanışıklığın arkadaşlık ve dostluğa dönüşeceğini de söyleyemem…

Şimdi, bir edebiyat sitesini düşünelim, her bir birbirine yazan, arkadaşım, dostum diyor…

Ay, ayol… Hangi arkadaşlık ve dostlukta vardır, bir diğerinin yazdığının okunma sayısına bakıp da kendisininkiyle karşılaştırmak?

İki saniye düşünelim, ne olur… Milliyet Blog dese ki içinizden birini seçeceğim ve Milliyet’te köşe vereceğim, hangimizin içi kıpırdamaz?

O noktadan sonra kim kime “Müthişsin arkadaş!” der?

Bir zamanlar “Müthişsin arkadaşım!” diyen kaç kişi seçilen olmadığını öğrendiğinde, “Helal olsun, hak etmişti arkadaşım!” der?

Ayyy… Ne olur, derdim diyenler, kendi kendilerince bir kez daha düşünsünler, sonra cevap versinler…

Aynı kulvarda koşan, aynı kazanda kaynayan insanlarız a blogdaşlar…

Tanışıklıklarımız da olacaktır, arkadaşlık, hatta dostluklarımız… Sevgili olanlar da olur, evlenenler de, herkesin gönlüne göre…

Biliyorum ki, okuyan bir çok kişi karşı duracaktır, karşı durmak da haklarıdır…

Bana karşı dursunlar da, ne olur yalnızca iki dakika, kendi içlerine dönüp de bir düşünseler, kendilerine karşı durmasınlar ne olur…

Aynı kazanda kaynayıp da, birinin başarısına sevinmek mümkün değil midir?

Haşa, mümkündür elbet, ama önce kendi sınırlarımızı, sonra da başkalarınınkini algılama ve ölçme yetisine sahip olmamız gerek…

Bunun için önce özgüvenimizi sağlayıp, sonra da herkesin ayrı bir becerisi, tarzı, duruşu olduğunu bilmek gerek…

Önce kendini sevmek gerek!...

Kendini sevemeyen bir diğerini sözle sevse de gönülden sevemez…

Dostluk sevgidir, dostunun başarısından öykünüyorsan eğer, önce kendini sorgulaman gerek!...

Haa… Bu arada, ay ayol, insanız her birimiz sonuçta, üç aşağı beş yukarı yaşayacağımız ömür belli, gideceğimiz yer, farklı mıdır bilemem ama ortak bir payda var ki, kazık dikmeyeceğiz sonuçta hiç birimiz dünyaya!...

Kavramların içini boşaltmadan, blog arkadaşı olsak, mesela, rekabetimizi de insan gibi yaşasak, hani saklamadan, o zaman daha bir hoş olmaz mı ki, laf sokuşturmalara gerek kalmadan…

Arkadaşlık, dostluk kavramlarını da bozmadan…

Hani… Fazla mı ileriye gittim diye de düşünmüyor değilim, ama…

Benim doğrum bu blogdaşlarım, kusura kalmayın, gizlim saklım olamadı bir türlü, atladığım bir şey, yanıldığım bir durum olabilir, göremediğim bir pencere de var olabilir, yorumlarınıza açıktır bloğum her daim…

Gülgün Karaoğlu

Temmuz,13/08

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..