Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Nisan '09

 
Kategori
Öykü
 

Kaya

Dünya ile alakasını kesmiş, kendi halindeki bu küçük şehrin tepesinde adeta asılı duran kayayı kimin getirip oraya koyduğunu pek hatırlayan yoktu artık.

Şehrin doğu yamacındaki tepede bir ejderha gövdesi gibi duran kaya yüzünden güneş bu şehire daha geç ulaşırdı.

Ama, şehrin insanları şunu bilirdi ki, bu kaya onların koruyucusudur. Ufuklarında bir ejderha gibi durmasına ve güneşlerini kesmesine rağmen, bu kayaya karşı korkuyla karışık bir saygı beslerdi şehrin tüm insanları.

Kayanın gölgesinde bir alacakaranlık kuşağı yaşıyor olsalar da bunun gerekli olduğuna, eğer kaya olmazsa büyük felaketlere uğrayacaklarına inandırılmışlardı.

Zaten, arada bir kayanın gölgesinden şikayet edenler olursa, kaya kendinden bir kaç parçayı şehrin üzerine yollardı. Parçaların isabet ettiği evler yıkılır, insanlar ölür ve şikayet sesleri kesilirdi.

Gel zaman git zaman, yeni nesiller kaya'ya karşı daha umarsız olmaya başladılar. Hatta giderek, güneşlerini kesen bu kaya'yı sorgulamaya ve kaya'dan kurtulmanın yollarını aramaya başladılar.

Gençlerin bu pervasız çıkışları, kimi yaşlı kayaseverleri tedirgin etmeye başlamıştı. Onlar biliyordu ki, kayaya laf etmek iyiye alemet değildir. Bu yüzden, gençleri karşılarına alıp kayasız yaşayamayacaklarını, kayanın onları düşmanlarından koruduğunu, kaya olmadan dört taraftaki düşmanlarına karşı şehirlerini koruyamayacaklarını anlatıyorlardı.

Şimdi şehrin her mahallesinde ateşli tartışmalar yapılıyor; gençlerin kaya'ya karşı isyanlarının başlarına ne büyük felaketler getireceğini söyleniyordu.

Ne var ki, gençler kaya'dan kurtulmaya karar vermişti bir kere. Bunu nasıl yapacaklarını kararlaştırmak için, gizli gizli toplantılar yapıyor, sabahlara kadar tartışıyorlardı. Zaten, kaya'nın sayesinde bu şehirde sabahlar çok geç oluyordu.

Şehir çalkalanıyordu. Kaya yanlıları büyük telaş içerisinde, kapı kapı dolaşıyor, insanlardan çocuklarına sahip çıkmalarını, aksi halde kaya'nın gazabına uğrayacaklarını anlatıyorlardı.

Kaya da boş durmuyor, arada bir küçük parçalarını salıyordu şehrin üstüne..Evler yıkılıyor, yaralananlar ve ölenler oluyordu. Ama gençler kararlarını vermişlerdi bir kere..

Sonunda eylem günü geldi çattı. Şehrin gençlerinin çoğu ve gençlere inanmış bir kaç yaşlı insan kaya'dan kurtulmak üzere harekete geçtiler. Kazmalar, kürekler, urganlar, direkler alındı ve kayanın bulunduğu yamaca doğru tırmanılmaya başlandı.

Geride kalanlar korku ve kızgınlıkla söyleniyor, anneler dizlerini dövüp ağıtlar yakıyordu.

Kaya'dan kurtulmak için tırmanışa geçenler nihayet kayanın etrafını sardılar. Planları şöyleydi: Kaya'nın etrafını açıp, kalın ipler geçirecekler ve bir kısmı bu iplerle kayayı yukarı doğru çekerken, bir kısmı da uzun direklerle alttan ittireceklerdi. Böylece kaya'yı tepeye kadar sürükleyip tepenin öteki tarafına doğru salıvereceklerdi.

Kazmalar, kürekler çalıştı.Kayanın etrafı uzun uğraşlar sonunda açıldı. Urganlar çevresinde bir kaç kez dolandırıldı. Yukardan çekecekler urganlara yapıştı. Aşağıdan ittirecekler ellerine uzun direklerini alıp kaya'ya dayadılar.

Ya Allah, deyip başladılar.

Kimbilir kaç yüz yıldır burada duran kaya'yı kımıldatmakta zorlandılar önce. Ama, hepsi inançlı ve kararlıydı. Yukardakiler avuçları sıyrılırcasına asılıyor, aşağıdakiler alabildiğine ittiriyordu.

Nihayet Kaya kımıldadı. Büyük bir heves ve azimle çekmeye ve itmeye devam ettiler.

Bugüne kadar kimsenin dokunamadığı kaya şimdi dağın tepesine doğru hareket etmeye başlamıştı. Gençlerin kararlılığı, cesareti ve gücü kaya'yı yerinden oynatmıştı.

Bunu gören gençler, daha bir gayrete gelmiş, asıldıkça asılıyorlardı. O kadar ki, çoğunun avuçlarını kanamaya başlamıştı bile..Ama gözlerinin hiç bir şeyi gördüğü yoktu. İşte, yüzyıllardır tepelerinde, bir cehennem azabı gibi duran kaya, dağın tepesine doğru derin bir iz bırakarak sürüklenmeye başlamıştı. Başaracaklardı...

Bir hamle, iki hamle, üç hamle...Her bir hamlede kaya bir kaç metre daha yukarı çıkıyordu.

Böyle onlarca hamle yaptılar...Tepeye yaklaştılar..

Ama, dağın tepesine yaklaştıkça kaya daha da ağırlaşıyor güçler tükeniyordu. Gençler, geri dönüşü olmayan bir yola girmişlerdi. Bu kaya bugün bu dağdan aşırılamazsa, geri dönüşü tam bir felaket olacaktı.

Çünkü daha da yukarılara çıkmış olan kaya büyük bir hızla şehre inecek ve önüne gelen her şeyi dümdüz edecekti..

Hepsi kan ter içinde kalmış dönüp dönüp tepeye bakıyorlardı. Yaklaşmışlardı ama bu yakın mesafe aslında en zor mesafeydi.

Şehir halkı bir sinema perdesinde film izler gibi dağın yamacındaki bu amansız mücadeleyi izliyordu. Kayaseverler endişeli bir öfkeyle gezinirken, yamaçtaki çocukların anneleri ellerini gögüslerinde birleştirmiş çocukları için dualar mırıldanıyor, genç kızlar göz yaşı döküyorlardı.

Gün hızla ilerliyor ama gün ilerledikçe kayanın yürüyüşü yavaşlıyordu.

Elleri ayakları kan içinde kalmış gençler, şimdi daha sık bakmaya başlamışlardı erişilmez gibi görünen tepeye..

Onların gücü zayıfladıkça kayanın direnişi artıyordu sanki..

Hayda..diye bağırışıyor birbirlerini gayrete getirmeye çalışıyorlardı; ancak artık hepsi bu son aşamanın hiç kolay olmayacağını sezmeye başlamıştı.

Gün akşama doğru salınmışken, güçlerin bittiği, umutların tükendiği ana geliniyordu. Bedelinin ne olacağını bilmeseler çoktan pes edip kurtulacaklardı. Ama pes etmenin bütün geleceklerini pestile çevireceğini çok iyi biliyorlardı.

Onlar durmuştu, kaya da durmuştu. Güneşin alt ucu batı ufkunu öpmeye başlamıştı. Kızıllık yayılırken, ellerinin kanlarıyla kırmızı olmuş urganlar, bakır halatlara dönüşmüştü..

Öylece duruyorlardı. Hiç birinden ses çıkmıyor, hiç biri "hayda.." diye bağırmıyordu; ama üsttekiler urganları, alttakiler direkleri bırakmıyordu. Tam da kırılma noktası denen andaydılar. Onlar da kaya da bekliyordu..

Şehrin üstüne ölüm sessizliği çökmüştü..Kayaseverler bile, söylenmeyi bırakmış pür dikkat yamacı izliyorlardı. Anneler ağlamayı bırakmış için için inliyorlardı.

Çekenler daha fazla çekemeyeceklerini, itenler daha fazla itemeyeceklerini anlamışlardı. Her şeyin bittiği ana geliniyordu.

Avuçların gevşemeye, gözlerin kararmaya başladığı anda, içlerinden birinin haykırışı duyuldu: "Geliyorlar!.."

Dağdakilerin hepsi bir anda aşağıya baktılar. Şehrin dağa doğru olan kapısından allı yeşilli bir kalabalık hızla yamaca doğru geliyordu.

Bir anda ellerine yeniden kuvvet geldi. Gözleri parladı. Her şey bitti, dedikleri bir anda şehrin kadınları; anneleri, genç kızları yardımlarına koşuyordu.

Çok geçmeden yetiştiler. Her biri çocuklarının kanlı ellerinden urganları, direkleri aldılar.Büyük bir hırs, öfke ve azimler işe koyuldular.

Gençler, yorgunluktan, bitkinlikten kendilerini yere atmış annelerini, nişanlılarını, kız kardeşlerini izliyorlardı.

Gençlere direnen kaya, kadınlara direnemiyordu.

Kısa sürede kaya'yı tepeye ulaştırdılar. Tam tepenin zirvesine ulaştıklarında son bir gayretle itelediler. Kaya önce tereddüt eder gibi duraladı sonra ağır ağır aşağı doğru salındı.Ardından büyük bir gürültüyle dağın öteki yüzünden aşağı doğru yuvarlanmaya başladı.

Akşamın alacakaranlığında anneler çocuklarına sarıldılar. Sevinç göz yaşları birbirine karıştı. Büyük bir çoşkuyla şehirlerine indiler..

Ertesi gün, bütün şehir onca yorgunluklarına rağmen erkenden uyandılar. Güneş ilk defa en taze ışıklarını şehirlerinin üzerine salıyordu. Ağaçlar, çiçekler, otlar, böcekler bu taze ışıklarla kımıldadılar. İnsanlar ilk defa güneşin tatlı sıcaklığını yüzlerinde hissettiler.

Bugün onlar için taze bir başlangıçtı..

 
Toplam blog
: 1645
: 822
Kayıt tarihi
: 19.01.08
 
 

Edebiyat, kamu yönetimi ve gazetecilik tahsili... 27 yıllık eğitimcilik hayatından sonra emeklili..