Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Nisan '11

 
Kategori
Sinema
 

Kaybedenler Kulubü'nün kaybedenleri

Kaybedenler Kulubü'nün kaybedenleri
 

Kaybedenler, darbenin yarattığı, yeni sistemin dışında kalan kuşak.


"Kaybedenler Kulübü" bir hüznün filmi kanımca.
Filmde beni çeken şey ne oyuncu kadrosunun güçlü oluşu, ne de konusunun orjinalliği oldu.
Filmi bu kadar beğenmemin nedeni, kendiminde içinde bulunduğu darbe sonrası kuşakların kaybediş hikayesini anlatıyor oluşu.
80 darbesi sonrasında yetişen bizlerin birçoğu, mutlu azınlık dışında bu kaybediş öyküsünün bir tarafında mutlaka yer aldık.
Öyle bir kaybeden kuşağız ki bizler, ne bir ideolojiye bağlanıp daha iyi bir dünyanın savaşını verebildik, ne de bir baltaya sap olabildik; olabilenler de birçok değerden ödün vermiştir zaten.
İşte "Kaybedenler Kulübü" bu yitik kuşakların öyküsü... Bizim öykümüz.
Filmde bahsi geçen Kaan ve Mete tam da bu kuşağın kaybedenleri...
Ancak işin püf noktası ironik bir şekilde şurası ki, Kaan ve Mete kaybeden olmalarına karşın, kaybeden olduklarını ifşaa etmeye başladıkları an aslında (ellerinde olmadan) kazanan saflarına geçiş yaparlar.
Evet, onlar kaybedenlerken aslında kazanan olmaktadırlar ve bu da zamanın ruhuna uygun düşer.
Özal sonrası apolitik kuşağında daha iyi bir dünya özleminin yerini bireysel başarı öylesine almıştır ki, bu dünyada kaybedenler dahi eğer rating kaygılarını gideriyorsa birer kahramana dönüşebilir. Filmde de gördüğümüz gibi, "Kaybedenler Kulübü" isimli radyo programını yapan Kaan ve Mete, program ratinglerde zirveye çıktıkça star mertebesine yükseltilirler.
Sorulması gereken bir soru da şu: Darbe sonrası kuşağında kaybedenler neden kaybetmiştir?
Cevap basit aslında ve bilhassa Kaan karakterinin iyi analiz edilmesinde anlaşılacaktır: Darbe sonrası kuşağının kaybedenleri, yeni sisteme adapte olmayan, olamayan ve daha açıkçası olmak istemeyenlerdir!
Bunu özellikle Kaan'da görüyoruz; onun, radyo programında Marks'a yaptığı göndermelerde bu açıkça ortaya çıkıyor.
Öte yandan işin acıklı tarafı şu ki, Kaan radyoda Marks'ın adını ağzına alırken yaşadığı zamanın ve değişen dünyanın bilincindedir, bu yeni dünya ruhunu ezmektedir, o yüzden de mizaha başvurmak zorunda kalır. Gerçekten de, mizah darbe sonrası kaybedenlerinin elindeki ender silahlardan birisi olarak kalmıştır; 80'lerde mizah/çizgi dergilerinin pıtrak gibi çoğalması nedensiz değil; postalın sindirdiği toplumsal ses, mizah vasıtasıyla birazcık olsun nefes alabilir çünkü.
Kapitalistleşme sürecine (80'li yıllar) son sürat ve yalpalayarak giren bir ülkede, sistemin, kendisine adapte olamayan, yabancılaşmış bir zümre yaratması çok normaldi kuşkusuz. Bu zümre Türkiye'de, etik olan ile yeni arasında sıkışmışlığın bunalımını yaşayanlardan oluştu ve sistemce "kaybedenler" olarak anıldı: Batı/rock müziği hayranlığı, değerlerin yapı-sökümü (deconstruction), özgürlüğün başıboşlukla eşdeğer oluşu ve post-nihilizm dönemin başlıca karakteristik özelliklerindendi.
"Kaybedenler Kulübü" işte böylesi bir atmosferde doğan yitik gençliğin öyküsü bana kalırsa. Kaybetmekle kazanmanın sınırlarının belirsizleştiği, daha iyi bir dünya özleminin, kaybedilen ideolojinin yerine birşey koyamayan bireyin gündelik ilişkilerle avuntu bulmaya çalıştığı ve hiçliğe savrulduğu kayıp bir dünya bu.
Ancak bu kayıp dünyanın kaybedenleri öyle ya da böyle ve nedeni ne olursa olsun kazanan olabiliyorsa eğer, bu da 80'lerle birlikte oturtulan sistemin ne denli başarılı olduğunu gösterir.
Öyle olmasa "Kaybedenler Kulübü"nün kaybedenleri beyazperdede kazananlar olarak sunulabilir miydi bizlere?
Şüphesiz hayır... 

 
Toplam blog
: 47
: 1149
Kayıt tarihi
: 24.11.10
 
 

Praksise düşünceden varan bir romancı, kültür eleştirmeni, otodidakt bir feylesof, yaşam gözlemci..