Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Temmuz '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Kaybedilmiş topraklar Selanik'te, Atatürk’ün evi

Kaybedilmiş topraklar Selanik'te, Atatürk’ün evi
 

Unutamadığım karelerden bir tanesi...


Kasım ayın son günleri, yıl 2005, fakat sanki dün gibi hatırlıyorum.

Buluşma noktası - İstanbul Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’ na doğru, taksi ile yol alıyoruz. Sabah saat sekiz suları, trafik sakin, hava hafif puslu ve serin.İçim kıpır kıpır, heyecanla sürekli bilek saatimi kontrol ediyorum, gecikmek istemiyorum. Açık Hava Tiyatro’suna yaklaşınca bizi, Yunanistan - Kilkis kasabasına götürecek olan otobüsü görüyorum. Son gelenler ben ve eşim.Bavullarımızı yerleştirdikten sonra, otobüsün arka kısmında kalan boş koltuklara yerleşiyoruz.

Eşim hoşnutsuzluğunu gizleyemiyor, otobüs ile yolculuk yapmayı sevmiyor, bir de arka taraflarda oturacak olması keyfini kaçırıyor.Benim için fark etmiyor, ilk defa göreceğim bir ülkenin, heyecanı sarmış bütün benliğimi.

Eşime pozitif elektrik yüklemeye çalışıyorum, bu tür seyahatlerde arka taraflar daha eğlenceli ve emniyetli olduğunu ikna etme çabalarımın sonucu, yüzüne hafif gülümseme getiriyor.

Kırk kişilik grup, Türkiye’nin her yanından gelen şirket yetkililerinden oluşuyor, çoğunu tanımıyoruz. Yunanistan’dan malzeme satın aldığımız, firmanın davetlisiyiz. Eğitim ağırlıklı iş gezisi. Otobüste benden başka bir bayan daha var, Yunan asıllı- Türk vatandaşı – Vana. Türkiye ana dağıtıcı firmanın yöneticisi Bay Stefan’nın eşi, aynı zamanda tercümelerde bizlere yardımcı olacak.

İstanbul - Selanik uçak seferi olmadığı için, beş günlük ziyaretimiz otobüs ile gerçekleşecekti.

İçin için seviniyorum, daha çok yerler görebileceğim . Cam kenarına oturmuş, dağıtılan seyahat programını inceliyorum.Keyfime diyecek yok.Programın ekinde Yunanistan haritasına göz gezdiriyorum.Yunanistan’ın kuzeyinde bulunun Kilkis’e doğru biraz sonra yola çıkıyoruz.

Kilkis küçük, fakat gelişmiş sanayiye sahip kasaba, Selanik şehrine yaklaşık 50 km uzaklıkta.

Kahkahalar tufanı içinde, Tekirdağ’daki ilk yemek molasına nasıl geldiğimizi anlamıyoruz, fıkraların ardı kesilmiyor. Ön tarafta oturanlar kulak kabartıyor ama…Gülmekten karnıma kramplar giriyor.Eşimin sabahki kasvetli havasından eser kalmamış, esprili kişiliğiyle otobüsün arka kuşağına renk katıyor.

Bir sonraki durak İpsala sınır kapısı. Şaşırıyorum, Kapıkule’den daha yeni ve modern görünümlü.Sınır Kapısı yine içimi tuhaf ediyor. Türk Polisleri, 1989 yılında o kadar içten ve sıcak karşılamışlardı beni, ilk defa geldiğim ülkeye, evime geri dönmüş, gibi hissettirmişlerdi.

Pasaport kontrollerinden sonra, tarafsız bölgeye geçiyoruz, Dar ve yüksek demir korkuluklu köprüden ilerliyoruz- Sınır görevi gören Meriç’i aştıktan sonra Yunanistan’dayız.

Yolumuza geniş otobandan devam ediyoruz.Hafif yorgunluk sinyallerini, sessizlikten alıyorum. Camdan dışarıyı seyrediyorum. Yolun sağında, uzakta yerleşim alanları. Çok yüksek olmayan dağ eteklerinde köyler. Bizim köylerden tek fark, oval, yaldız sarısı kubbeli ve haçlı kiliseler.

Fakat her köyde dikkatimi çeken beyaz camiiler. Köylerin bir tarafında kilise, diğer tarafında camii. Belli ki Türkler ağırlıklı Kuzey Yunanistan’da yaşamışlar.

Yol kenarlarında gözüme küçük haçlı kutucuklar çarpıyor. Daha sonra öğreniyorum, bunlar o noktada trafik kazasında ölenler için veya mucize eseri kurtulanlar için yapılmış nesneler.İçlerinde mum yakılabilmekte.Dua edebilmek , hatırlamak ve belki de yeni kazaları önlemek için kurulmuş tuhaf kutular. O kadar çok var ki…

Yunanistan’da bir iki yerde verdiğimiz molalardan sonra, akşam saat sekiz sularında Kilkis kasabasına ulaşıyoruz. Kasabanın girişinde çok konforlu Otele yerleşiyoruz.Otel gelin gibi süslenmiş.Her taraftı ışıklar içinde. Perdelerde özel simli bantlar ve yıldızlar, lobide rengarenk oyuncaklar ile bezenmiş kocaman Noel ağıcı. Çocukluğumdaki gibi… İçime hoş sıcaklık yayılıyor.

Yarım saat dinlendikten sonra, grubumuz hep birlikte kasabanın merkezine akşam yemeği için gidiyoruz.

Aman Allahım! Bu ne güzellik!

Hiç bu kadar süslü yer görmemiştim, bütün evler, sokaklardaki ağaçlar, balkonlar ve vitrinler ışıklar içinde. Masallar kasabasına gelmiş gibi hissediyorum kendimi.

Yunan ev sahipleri özenle ve kusursuz hazırlanmışlar. Her şey mükemmel, eğitim, gezi, eğlence, dinlenme, yemek zevklerimize kadar, kadar her şey en ince ayrıntıları ile düşünülmüştü.

Kilkis çok şirin, küçük ve temiz bir kasaba. Binalar en fazla üç katlı, her taraf pırıl pırıl.

Unutamadığım bir iş gezisiydi… Taşlarla döşeli uzun barlar sokağında ilk defa içtiğim köpüklü ve buzlu frape ( Yunanistan’a özgü bol köpüklü ve sütlü kahve ).Eşimle, dolaştığımız sessiz, süslü sokaklarda, dakikalarca durduğumuz ve gözümüzü alamadığımız vitrin önlerinden, üşümüş ama mutlu…Akşam çok erken saatlerde biz eğitimdeyken, mağazalar kapanmış oluyor…

Ve iş seyahatinin en heyecanlı dakikalar benim için Selanik’te geçiyor. Cumartesi eğitimimizi kısa kesiyoruz ve otobüsle Selanik’e doğru yol alıyoruz. Önce şehir turu … Sahilden geçiyoruz, koyu mavi dalgalı denizi görüyorum. İzmir’e ne kadar benziyor, geçiyor aklımdan. Bay Stefan, şehir hakkında bilgi veriyor, onu duyamıyorum.

Atatürk’ün evi, Onu görme isteğim esir almış benliğimi.

Ve işte o an, sahilden oldukça uzakta, Türk Bayrağını görüyorum.İçimde bir dalga yükseldiğini hissediyorum, karnımda boşluk, boğazım düğümleniyor, nefesim duruyor… Otobüsten en son inen ben oluyorum. Derin, derin nefes alıyorum…

Al bayrağımız beni her seferinde çok heyecanlandırıyor. Hele yurt dışında, bir kez daha aşık oluyorum, zaten aşık olduğum, ay yıldızlı bayrağıma.

Çevresindeki çok katlı binalar arasına sıkışmış iki katlı cumbalı uçuk pembe bir ev. Oldukça büyük güzel bir bahçe içinde. Şaşırıyorum Türk elçiliğini görünce…Şaşkınlığım kısa sürüyor.

Elçilik görevlileri, güler yüzleriyle karşılıyorlar bizi. Türk topraklarına geldiğimi hissediyorum. Cumartesi günü müzeye dönüştürülen ev kapalı. Bizim grup için özel izin alınmış.

Yaklaşık bir saat kalıyoruz evde. Atatürk, bu evde doğmadığını üzülerek öğreniyorum, çok küçük yaşta buraya taşınmışlar…Oysa ben o evde doğduğunu biliyordum. Evi yavaş adımlarla geziyorum, hiç bir ayrıntıyı kaçırmak istemiyorum.O anki duygularımı anlatmaya gücüm yetmiyor.

Bu bir rüya değil, gerçek… Türk vatandaşı olarak, Selanik’te Atatürk’ün evini geziyorum…

Grubun en mutlu olanı benim, öyle hissediyorum.

Azınlık olmak, özellikle Türkiye’den ötelerde, azınlık olmak çok zor.Kaybedilmiş topraklarda azınlık… O burukluk ve kasvet…Yaşamayan bilemez.

Bunu yıllarca önce, birileri, bana bir gün Selanik’te , Türk vatandaşı olarak, Atatürk’ün yaşadığı eve gideceğimi, söylemiş olsaydı, gülerdim, acı bir gülümsemeyle gülerdim, bunun hayalı kurmak bile hayaldi.

Bazı hayaller gerçek olabiliyormuş… Bunu yaşayabilmek harika bir şey.

 
Toplam blog
: 144
: 1854
Kayıt tarihi
: 13.03.08
 
 

Doğduğum ve büyüdüğüm şehir Kırcali, Bulgaristan. Yıl 1964. Makina Mühendisiyim. Evli ve iki çocu..