Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Kasım '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kayboluşların kederi

Kayboluşların kederi
 

Eski bir duvar saatim var. Sabahları uyanınca göz göze geldiğim ilk nesne. Kalem pille çalışan, plastik gövdeli, gösterişsiz bir saat. On beş yıl falan önce bir yerden promosyon olarak gelmişti . Dağıtan firma herhalde kendisine pahalıya patlamaması için cam taktırmaktan kaçınmış. Hatta herhangi bir yerinde firmanın adı amblemi bile yok. Çevresi beyaz, kadranı afyonmermeri desenli. Deseninden yola çıkarak bir mermer firmasından geldiğini tahmin ediyorum. Sağ yanından aşağı doğru uzanan termometresiyle uzaktan bakılınca küçük "q" harfine benziyor. Duvara asılı olduğu çivinin yerinden çıkması sonucunda bir gün çiviyle beraber yere düşünce termometresi bozuldu. Ancak kendisi yemini suyunu eksik etmezsem en ufak bir tembellik yapmadan "saat gibi" tıkır tıkır çalışıyor yıllardır.

Mağazaları gezerken modern, çok fonksiyonlu, şık tasarımlı saatleri gördükçe almak isterim ama o anlarda evdeki saatim bana uzaktan büyü mü yapıyor nedir, bir türlü gerçekleştiremem bu arzumu. Ertelerim ya da vazgeçerim tümden. Onu kaldırıp bir köşeye atarsam, onunla birlikte geçen on beş yılımı da fırlatıp atacağım gibi geliyor sanki.

Camı olmadığı için saniye kolu arada bir yere düşüyor. Kırmızı renkli, plastikten yapılma incecik bir şey. Küçücük bir şey ama o kıvraklığıyla, o parlak rengiyle saate hayat veren bir parça. Esnek olduğu için yere düşünce zıplayıp bir yerlere kaçıyor ama her seferinde bulup yerine takabildim şimdiye kadar. Bir gün düştüğünde bulamayacağım bir yere girecek diye korkuyorum resmen. Kaybolursa saatim yine çalışır ancak canlılığından çok şey eksilir. Kolunu, bacağını yitirmiş bir yaratık haline gelecek o zaman. İnşallah saatim takatten düşünceye kadar o da kaybolmaz.

İsteriz ki hiçbir şeyimiz kaybolmasın. Ne saatimizin saniye kolu ne paramız ne de bir dostumuz... Ama öte yandan hayatın kendisi de bir kayboluşlar manzumesi. Ne kadar istemesek de sürekli yitiririz bir şeyleri. Bir gün bir yakınımız, ertesi gün sevdiğimiz bir sanatçı, bir başka gün bir devlet adamı, bir gün ailemiz kadar yakın komşumuz... Cebimizin yırtık yerinden düşüp kaybolan bir anahtar, cüzdanımız, o cüzdanın içindeki eski bir resim...

Her kayıpta vücudumuzda iyilik ve mutluluk üreten birkaç milyar hücremiz de ölüyor sanki. Eksiliyoruz. Bu eksilişi durduracak bir önlem almamıza imkân yok. Saatimizi belki koruyabiliriz ama ötekiler için böyle bir şansımız yok. Saçlarımız, kaslarımızın kuvveti ve öteki yeteneklerimiz her gün yavaşça sezdirmeden eksilir. Dostlarımız kendi yazgılarının randevularına göre birer birer kaybolur.

Kaybetmenin kederi hiçbir şeye benzemiyor. Sayısız acının içinde sanırım en büyüğü ve derini kaybetmenin acısı. Benim saniye sayarım gibi en küçük şeyleri kaybetmek bile insanı kedere sürükleyebiliyor. John Berger, "Bütün acılar sonuçta ayrılıklardan doğar" der. İyi ya da kötü, yanlış ya da doğru bizi biz eden bir şeylerle bir bütünüz. İlle de sevdiğimiz bir insan olması da gerekmiyor, az sevdiğimiz hatta pek hoşlanmadığımız biri öldüğünde bile eksildiğimizi, bütünlüğümüzün bozulduğunu hissediyoruz.

Çünkü hayat böyle. Biz bir şeyler inşa edip iyi kötü bir düzen oluşturuyoruz. Bir yapı inşa ediyoruz ama hep ileri doğru işleyen zaman sert rüzgârlarıyla onu orasından burasından yıpratıp bozuyor, hep bozacak da... Ama belki biraz direnebiliriz. Sahip olduklarımızın kıymetini bilerek. Saatimin saniye kolu gibi...

Saatimin saniye kolu kaybolmasın. Hele sizler hiç...

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..