Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '13

 
Kategori
Psikoloji
 

Kaygılarım yedi beni…

Kaygı ya da anksiyete nasıl kullanmayı yeğlerseniz; korku ve endişenin hâkim olduğu bir duygu durumu olup, birçok psikopatolojinin temel taşı olan oldukça mühim terim.
Tıpkı stres gibi kaygıda da doz hasta edici ya da motive edici olabiliyor. Tıpta bilinen,” bir maddeyi zehir yapan dozdur “ anlayışıyla paralel olarak ruh halleri de optimum seviyede yaşandığında yaşam ahengi bozulmuyor ve her biri kişilik tablomuzda değişen tonlarda ve aralıklarla yansıyarak yerlerini buluyor. Bu ahengi sağlayan denge bozulduğunda uygun telafi mekanizmaları devreye girip işleri tekrar yoluna koyuyor. Fakat bu mekanizmalar yetersiz kaldığında veya çokça kullanılmak durumunda kalındığında ve etkisizleştiklerinde dozun hasta edici etkisi kendini göstermeye başlıyor.
Bu durumu kaygı açısından ele alırsak; kaygı en küçüğünden en hayatisine bütün yaşamsal görevlerin yerine getirilmesi için gerekli bir itici güç olup aynı zamanda güçlü bir duygu durumu. Bir futbol müsabakasında forvetteki futbolcunun ayağına gelen topları ağlarla buluşturma kaygısı, yeni yürüyen bir bebeğin ayakta dururken düşmekten duyduğu kaygı, bir ev hanımının yeni bir pasta tarifini denerken yaşadığı kaygı, hatta eve dizim başlamadan yetişir miyim kaygısı.. Bunların hepsini ve daha fazlasını sayabiliriz. Ama benim asıl bahsetmek istediğim kaygılar daha uzun süreli olanlar..Akademik başarı kazanma, bu başarıyı sürdürme, kariyer edinme ve geliştirme, çocuk yetiştirme gibi hayati ve uzun süreli hatta bazen ömür boyu taşıdığımız bu kaygılar.
Günümüzde artık ilkokul sıralarında başlıyoruz bu kaygıları tanımaya. Yedi yaşında bir çocuk performans (yazılı ve sözlü) kaygısıyla tanışıyor ve çoğu zaman ebeveynler ve çevrenin de etkisiyle besleniyor bu kaygı. Onların yaptıkları karşılaştırmalar (A şahsının çocuğu, abla/abi ile..), başarısızlıkları karşısında ödediği bedeller ile yavaşça yerleşiyor çocuğun hayatına başarılı olma kaygısı. Sonra sınavlar başlıyor. İyi bir lise için 12-13 yaşından itibaren dershane, özel ders, okul, kurs hengamesinde 2-3 yıl geçiriyor çocuk. Bu süreçte sürekli büyüyor ve ergenliğin sıkıntılarıyla da bir araya gelip daha da tehlikeli bir hal alıyor kaygı canavarı. Büyük çoğunluğu başka hiçbir yaşamsal alana yatırım yapmayan bu ergenler için iyi bir liseye girebilmek tek amaç halini alıyor. Sınav yaklaştığı dönemde uyku bozuklukları (çok uyuma isteği, uykuya dalamama, sürekli uykulu olma, uykuda konuşma ve/veya davranış bozukluğu), mide rahatsızlıkları (çoğunlukla stres kaynaklı kasılma kaynaklı kramplar/ağrılar), bağırsak problemleri (kabızlık) görülme sıklığı artıyor. Bunlar o küçük bünyenin bu kadar yükü taşıyamayıp “yardım sinyali” vermesinden başka bir şey değil. Bu artmış kaygı düzeyi sınav sırasında heyecanla birleşiyor ve performansı bir hayli gölgeleyip hayal kırıklığına yol açıyor. Sonuç “en düşük denemelerimden bile daha kötü” oluyor. Suçlu: Stres+Kaygı+Heyecan! Bunlar performans bardağının yarısından fazlasını doldurup performansa ket vuruyor. Aynı örnek üniversite hazırlık süreci için de en ufak ayrıntısına kadar geçerli olmakla birlikte sonuçları daha ciddi olabiliyor.
Görüldüğü gibi kaygıyla öğrenerek tanışıyor ve yine çevreden gelen tepkileri okuyarak onu büyütüyoruz. Bu noktada anne-baba; çocuğun kaygı ile başa çıkmasında model alacağı kaynak, çocuğun kaygı düzeyi üzerinde belirleyici etkisi olan moderatör.
Çocuğun benlik saygısını besleyen anne-baba, çocuğun kaygıyı bir araç olarak kullanabilmesinde en önemli faktördür. Benlik saygısı yüksek bir çocuk “anne-babanın koşulsuz sevgisi” nden emindir. Sadece akademik başarısı için takdir edilip sevilmediğinin bilincindedir. Özel ilgi alanları vardır ve yeteneklerinin farkındadır. Seçme şansı vardır. İyi bir lise kazanamaması durumunda ailesinin sevgisini kaybetmekten korkmaz, tutunabileceği bir “B planı” çantasında olduğundan kaygı düzeyi önceki örnekteki çocuğa kıyasla bir hayli düşüktür ve dolayısıyla performans bardağını sınavda daha dolu tutacaktır.
Ebeveynlerin hep bildiği şeydir aslında çocukların bu kaygısı. Sınava yakın onlardan sıklıkla duyduğumuz cümle: “ bizim çocuk çok stresli, çok gergin..” dir. Bunun çaresi siz olabilirsiniz. Sınav öncesi oğlunuzu-kızınızı karşınıza alıp zaten bildiğini varsaydığınız veya belki de yüz bulur şımarır diye kendinize sakladığınız özetle o iki kelimeyi ve sonuç ne olursa olsun bunun değişmeyeceğini ona söyleyin… İnanın alınacak bir sakinleştirici ilaçlardan, okunmuş pirinçlerden çok daha etkili olacaktır.

 
Toplam blog
: 6
: 96
Kayıt tarihi
: 22.11.13
 
 

Uzman Psikolog ..