Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ekim '13

 
Kategori
Öykü
 

Kayıp gece

Kayıp gece
 

Mart, en acımasız olanıydı. Sadece kar ve buz. Kar yağıyor, ve erimiyordu. Yolda küçük beyaz tepeler vardı. Sürekli düşen insanlar, kayan otomobiller. Trafik felç. Kaldırımları uzun zamandır görümüyorduk. Kirli beyaz bir renk şehri ele geçirmişti.

Muzo’yla iyi geçiniyorduk. İkimiz de insanları sıkıcı buluyor, onların arasında sönmemek için birbirimizden güçleniyorduk. Kötü huyları yok değildi hani. Alkol konusunda ben her zaman öndeydim. Birkaç kadeh sonra Muzo, küfelik oluyordu. Ancak Muzo’nun başka alışkanlıkları vardı. Mesela bally çekiyordu. Ben sevmiyordum, yapıştırıcı koklamak saçma geliyordu. Alkol adamıydım, su insanı, bakkhos tayfası…

Muzo, nalburdan içeri giriyor, en büyük boy kutuda bally istiyordu. Adam Muzo’nun tipine şüpheyle bakınca: “Maket yapıyorum, gulet tekne, trandil, bazen de yelkenli.” Böyle diyordu.

Bir gece barda oturmuş kutlama yapıyorduk. O gün ikili bahisten güzel para kaldırmıştık. Muzo, içkisini dikti ve yüzüme baktı: “Bak dostum, böyle giderse hayatımız boyunca çalışmak zorunda kalmayız. Altılı bahis bir tuzak. Ve biz bunu biliyoruz. Günlük yüz-iki yüz lira kazanç, haftada kabaca beşyüz lira gelirimiz var. Ayda iki bin eder.”

“Bu iş değil. Kumar sadece. Geleceğimi kumarla şekillendirmeyi çok isterdim fakat imkansızdır. Kumar oynuyorsan zaten kaybetmişsin demektir.”

“Cebimde neredeyse bin lira var. Ben mi kaybetmişim?”

“Boşver.” Dedim. “İçelim.”

“Belki iş kurmalıyız?” dedi Muzo.

“Bak bu daha mantıklı. İşi kurduktan sonra yerimize çalışacak elemanlar alırız. Zenginler böyle yapmıyor mu? Böylece istediğimiz zaman at yarışı oyanayabiliriz.”

“Sevdim bunu!”

Birkaç kadeh sonra Muzo tükenmişti. Muzo’nun homofobik olduğunu biliyordum. Ancak nedenini bilmiyordum. O akşam anlattı. Çok yakın bir arkadaşı varmış. Aynı evi paylaşıyorlarmış ve bir akşam Muzo eve geldiğinde, arkadaşını kendi k...nı parmaklarken yakalamış. O sahneyi düşünmek istemedim. Muzo, bunları anlattıktan sonra tepkimi ölçmek için sessizce bekledi.

İçkimi içtim: “İnsanların tercihlerine karışmam, ama ben kadın severim.” Dediğimde Muzo, rahatlamış göründü.

“İnsan vücudunda bazı delikler içeri, bazıları dışarı açılır. Orası dışarıya açılan kapıdır. Doğası gereği öyle kalmalı.” dedi ve tokuşturduk.

Muzo, bunları söylerken ben ev arkadaşıyla neler yaşadıklarını merak ediyordum. Ancak anlatmadı. Ben de sormadım. 

Birkaç dakika sonra sessizleşti Muzo. Ve aniden unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi ayağa kalktı. “Ben gidiyorum.” Dedi ve hızla sokağa yöneldi. Sarhoştu. Kendine zarar vermeyeceğini biliyordum. Çünkü öküz gibi güçlüydü. Bir defasında motosikleklet kazası yapmıştı. Fren tutmayınca arabaya yandan çarpmış ve aracın camından içeri girmişti. Buradaki ayrıntı, araç camının kapalı olmasıydı. Camı kırmış, ancak kafasına bir şey olmamıştı. Benim endişem dışarıdaki insanlardı. Hesabı ödeyip peşine düştüm. Doktorlar Caddesi’nde hafif sağa çeken yürüyüşünden tanıdım onu.

“Nereye lan?” dedim yetişince.

“Kan vermeye.”

“Alkollü olduğun için veremezsin.”

“Sen öyle san. Daha önce verdim.”

İmkansızdı. Sarhoşa ve cahile laf anlatamazdınız. Belediye meydanı yakınlarında bir yerde kan merkezi ya da hastane vardı. O geceden sonra bir gün merak etmiş aramıştım orayı. Ancak yerini bir daha hiç bulamadım.

Yarım saat sonra Muzo, hastane kapısında duruyordu. Bir süre öylece bekledi ve sonra vazgeçti sanırım. Yüzüme baktı ve acıktığını söyledi. Ben de kazınıyordum. Soğuk hava yeterince işlemişti ayaklarıma.

“Hadi gidiyoruz.” Dedim.

“O taraftan değil. Bu taraftan.” Dedi.

“Oğlum, bu yönden geldik. Beni dinle.”

“Hayır. Çok iyi hatırlıyorum. Bu taraftan.”

Bir süre söylediği yöne baktım. Karanlığın karnında kaybolan tramvay rayları uzayıp gidiyordu. Rayları takip edersek Doktorlar Caddesi’ne çıkabilirdik. Muzo’ya uydum.

Saat geceyarısını geçmişti. Tramvay yolunda yürümeye devam ediyorduk. Bir süre sonra evlerin sayısı giderek azalmaya başladı. Eksi bilmem kaç derecede iki sarhoş Eskişehir sokaklarında kaybolmuştuk.

“Bak Muzo, şimdiye kadar şehir merkezine varmamız gerekiyordu. Bir yanlışlık var bu işte.”

“Haklısın, sanırım kaybolduk.”

Etrafa baktım. Geniş caddenin ortasındaydık. Toprakta yetişen apartmanlar yükseliyordu gökyüzüne ancak içlerinde ışık yanmıyordu. Etrafta ne market ne bir insan evladı vardı. Sanki başka bir yerde, hayalet şehire gelmiştik. Bir an orada donup öleceğimizi sandım. Yürüyordu Muzo, eli cebinde başı önündeydi. Bir sigara yaktım. Muzo, başını rayların arasından kaldırıp yüzüme baktı.

“Bana neden o tür maddeler kullandığımı sormuştun, hatırladın mı?”

Başımı salladım hatırladığımı söylemek için.

“Bir yerlerde seni düşünen, korktuğun, çekindiğin, ya da üzülmesine kıyamadağın insanlar varsa işte o zaman kötü alışkanlıklardan sırf o insanlar için uzak durursun. Başka bir şehirde yaşayan, seni kucağına hiç almamış bir baba bile olsa  yeter. Ancak böyle biri yoksa, işte o zaman korkacak ve çekinecek kimse olmaz. Benim çekineceğim hiçkimse yok. Şimdi anlıyor musun?”  

Anlıyordum. Ancak duygusallaşmak için uygun zaman değildi.

“Muzo, eğer bu şekilde konuşmaya devam edersen beni ağlatacaksın. Ben sulugöz adamın tekiyimdir ve eğer ağlarsam sana sarılmak zorunda kalırım. Bunu istemezsin değil mi?”

Gülmeye başladı Muzo. Benim istediğimde buydu...

“Bu şehrin sorunu ne biliyor musun Muzo?” Yüzüme baktı.

“Manzarası yok.”

“Anlamadım?”

“Yani bir deniz ya da bir dağ manzarası, insanın bakmak isteyeceği bir şey eksik. Denizi olan şehirlerde insanlar buldukları her boşluktan, işe giderken üzerinden geçtiği köprüden deniz manzarasına bakar ve hayatına devam etmek için bir nedeni olduğunu hisseder. Deniz olmayan şehirdeyse yüksek bir dağ vardır, ona bakarsın. Ama burada, Eskişehir’de ikisi de yok. Yüksek bir tepede kale bile yok. Sadece kadınlarımız var ve sanırım kadınlara düşkünlüğümüz bu yüzden! Çünkü bu şehrin lanet bir manzarası yok!”

Sessiz yürüyorduk. Sessizliği bozan Muzo oldu.

“Biliyor musun? Hep Veliefendi’ye gitmek istedim. At yarışlarını hipodromda izlemek. Düşünebiliyor musun o heyecanı? Altımızda toprağı sallayan gümbür gümbür nal sesleri!”

“Evet. Gideriz bir gün. Hele kitabım çıksın. İstanbul’a gideriz. Veliefendi’ye.”

Dudak büktü. Sonra başını hızla çevirdi. “Bodrum, diyorum. Bodrum’a gidelim. Yemişim atları. Kadın lazım bize. Bütün güneyi gezdim ama sadece Bodrum’u görmedim. Çok anlattılar, özellikle gece hayatını.”

“Oraya da gideriz. Hele kitabım çıksın. Gör sen. Teliflerden gelen parayla her yere gideriz.”

“Gerçekten o kadar kazanabilir misin?”

“Gazetedeki haberi sen de okudun. Yazdıkları şeyler hayatın sırrını vermiyor. Bunun karşılığında çok büyük paralar kazanıyorlar.”

Sonra durdu Muzo. Ellerini kalın beline koydu ve gülmeye başladı.

“Ulan, biz el kadar şehirde kaybolduk, İstanbul’da ne yaparız?”

Haklıydı. Önce bu rezil durumdan kurtulmalıydık.

“Bak Muzo, tramvay yolundan ayrılmazsak bu labirentten asla çıkamıycaz. Fareden farkımız yok. Bir tuzak bu!”

Onu raylardan çıkarmanın tek yolu buydu. Bu sefer başka bir yönde cadde üzerinde yürüyorduk. Ara sıra araçlar geçiyordu yanımızdan. Ancak hiçbiri durmuyordu. Ne sokak tabelası ne bir yazı vardı. Delirmek üzereydim. Giderek ıssızlaşan caddenin ortasında durdum.

“Buraya kadar. Polisi arıyorum. Onlara kaybolduğumuzu söyliycem.”

“Kafayı mı yedin? İki sarhoşa inanırlar mı? Geceyi hücrede mi geçirmek istiyorsun?”

“Biz suç işlemedik.”

“İyi de onlar bunu bilmiyor. Bundan emin olana kadar bizi orada tutarlar. Eve servis hizmeti sunacaklarını mı sandın?”

Haklı olabilirdi. Geceyi karakolda geçirmek istemiyordum. Soğuk hücreyi düşündüm. Daha önce hiç karakolda sabahlamamıştım. Battaniye veriyorlar mıydı? Bit pire var mıydı? Ya tuvalet? İşte tam bu sırada gece sarı nurla aydınlandı. Yolun ortasına attım kendimi. Sarı taksi tam dizlerimin önünde durdu. Aracın kapısını açtığımda sıcak tropik hava karşıladı bizi. Adresi verdim ve beklerken kısa bir şekerleme için gözlerimi kapattığım sırada Muzo’nun sesini duydum.  “Bana bak. Bu gece olanlardan kimsenin haberi olmasın. Özellikle, kaybolduğumuzdan.”

Cevap verdim mi? Emin değilim...

  

 
Toplam blog
: 57
: 122
Kayıt tarihi
: 25.04.12
 
 

İnsan ve hayvanı bir severim. Saygıdan hoşlanmam. Zımparalanmış köreltilmiş sevgiden de.. Kib..