Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '10

 
Kategori
Deneme
 

Kayıp gençlik

Kayıp gençlik
 

" Çocuklar, kitap okumak Türkiye'nin mutlu geleceğidir..."


Depremde, gökte, yaşlı ve gençte, iklimde, televizyonda, cümlemin sonunu merak ettiniz değil mi? Evet, belinizdeki kemerden değil, “Kuşak”tan bahsedeceğim. “Kuşak” deyip geçmeyelim. Bunun kötü anlamı da var. “Dikkate değer hiçbir özellik taşımayan sıradan sinema yapıtı” anlamına da geliyor ama bizi şimdilik bu ilgilendirmiyor. Gelin biz ecdatlarımız ile günümüzde yaşayan kuşakları şöyle bir irdeleyelim. Uzmanlar, “ Gençlerden bahsedince kıyaslama yapmayın” derler ancak tarihinde geleceğe yön verdiği de inkâr edilmez değil mi? Ah! Dedem Ah! Sen Neymişsin sen! Küçükken tatillerde Orta Anadolu’nun geri kalmış kasabasındaki iki katlı evlerine gittiğimde, hep yokluktan bahsederdi. Söze, “Bizler” diye başlayıp, “ Harp yıllarında ne zorluklar çektik. Askerde yerine göre ekmeğimizi, aşımızı katık ettik.

Biz yemez atlara yedirirdik. Onlar çok kıymetliydi. Anlayacağın yoklukla savaştık” derken gözlerinin buğulandığını hissederdim. Sedirde doğrulup, “ Elektriğin olmadığı dönemlerde, kandil yağı ile aydınlanır, altında küçücük kalemle çok değer verdiğimiz sarı yapraklı defterlerimiz bitecek diye yazmaya kıyamazdık.” Büyükannemle göz göze gelip, “Tasarruf yapmadan ay sonunu getiremezdik” derdi. Hatta bir gün kahvaltıda çok sevdiğim zeytine dadandığımda, büyükannem beni uyararak; “ Oğlum zeytini katık et” dediğini hiç unutamam. Dizlerinin dibine alıp, bizlere hep güzellikten, iyilikten öğütler vererek hayata hazırlarlardı. Nur içinde yatsınlar… Peki babalarımız? Onlarda doğallığın tadını çıkaranlardandı. İşsizlik nedir bilmediler. Bir kurumu beğenmediklerinde başka kurama geçmeleri çok rahattı. Onların gençliklerinde ekran yoktu. Kapalı kutu radyonun sihirli dünyasında hayal dünyalarını sevgiyle bezediler. Siyasilerin yüzlerini ve kavgalarını görmeden, işittikleriyle oy verdiler. Tiner, esrar nedir bilmediler. Ne de biber gazının acılığını hissettiler. İşten eve, evden işe döngüsü içinde çocuklarının nafakalarını çıkarmanın mücadelesini yaptılar. Ay sonlarında yalnızca su, elektrik varsa kiralarını ödediler. Ne internet, ne kablolu TV, ne cep telefonları, ne de doğalgazın yüksek faturaları ile boğuştular. Yerine göre tasarruf diye işyerlerine yürüyerek gittiler. Amerikan Kültür Emperyalizminin yeni filizlendiği yıllarda yaptıkları gecekondularında “Allah bereket versin” diyerek “At ve altı ok” arasındaki darbe kesintileriyle yaşam mücadelesi verdiler… Sonra bizim kuşak doğdu… Önce çamurlu yollarda ayakkabılarımızla bata çıka okullara gittik. Öğretmenlerimiz disiplinli ve işini bilenlerdi. Tost yemesek de, simit ve gazozla teneffüs aralarını şenlendirdik. Amerikan süt tozu ve tereyağı ile annelerimizin yaptığı kurabiyeleri sınıfla paylaştık. Testin dört seçeneği yoktu ama kitaplarımızdakileri okuyarak, ezberleyerek sınavlara hazırlanırdık.

Teknolojinin radyasyonluğunu almadan, o domatesin içi parlayan doğallığında ekmek arası peynir ve sütün sadeliğinde beslendik. Ah! O 1968 kuşağının gençleri, batıya özentili hippi ve deri ceketleriyle altlarında Halley marka motosikletli gençleri olsa da, Amerikan Emperyalizmine başkaldıran, onların kültür aşılama politikalarına “GO HOME” diye pankart açan, Türkiye sorunları üzerinde kafa yoran, okuyan ve araştıran, isyanını sokaklara taşıyan ve sonunda bu mücadelelerinden dolayı da idam edilen gençliği unutmak mümkün mü? Dış güçlerin parmak sokması arasında gelişen siyasetle gençlerimizi “Sağ ve Sol” diye ikiye böldüler. Birine “Milliyetçi, diğerine “Komünist” adını altında ellerine silah verilerek birbirine kırdırılıp, düşman ilan ettiler. Küçük çocuklara verdikleri silahlarla tetikçiliği öğrettiler. Korku ve paniği ülkenin her yerine saldılar. Sonunda da hani şu günlerde ağzımızdan hiç düşürmediğimiz “Darbe de Darbe” nin orijinalini 1980 gençliği yaşadı. Darbe’den kitaplar topraklara gömülüp, sobaların içinde yakıldı. Gençlerin babaları tutuklandı, zindanlarda işkence görüp yıllar boyu yattılar. Darbenin korkaklığı ile gençler artık okumayı unutarak ülkenin sorunlarını bir kenara ittiler. Bunu fırsat bilen Amerika, artık kendi kültürünü enjekte etmenin hesaplarını yaptı. Pop Müzik, Amerikan Sigara ve viskileri, seks filmleri ve kolanın asidi gençliğin başını döndürüp uyuşturdu. Çok uluslu şirketlerin malları vitrinleri süsleyerek tüketim toplumu nasıl yaratılır, nasıl borçlandırılır ve sonuçta da şirketler nasıl yüksek kara geçirilirin hesapları yapıldı. Ekonomi gün geçtikçe gençliği ve insanları bencilleştirdi. İnsanlar evlerine kapanıp, misafirliği bile unuttular. Dostuna bir bardak çay ısmarlama bile yerini “Alman Usulü”ne bırakıverdi. Merhaba 1990 yıllarının bencilliği!... Gençliğin yavaş yavaş kaybolduğu yıllar başlamıştı. Onlarda darbenin ardından ebeveynleriyle birlikte “Lal” olmuşlardı. Futbol, dizi ve teknolojik oyunlar, eğlence onlar için artık vazgeçilmezlerdi. Artık okumayan, araştırmayan neslin temeli atılmıştı. Gençler, dershane ve okul arasında mekik dokuyarak testlerin bilinmezliğindeki seçenekle üniversiteye girebilmenin telaşı içinde başka bir şey düşünemiyorlardı. Ülke sorunları onlar için önemli değildi. “Aşk” yalnızca kızları görüp tanıştıklarında “Yatak”tı. Sevgi ve Aşk sözcükleri artık Ediz Hun ve Türkan Şoray’ın bakışlarında kalmıştı.

Amerika’nın 1960’lı yıllarda okullarda dağıttığı Süt tozu ve tereyağı kendi şirketlerinin öncülüğünde Hamburger ve Patates Kızartmalarının içine girerek damarlarımızı tıkayarak sağlıksız neslin yolunu açmıştı. Annelerimizin yaptığı ev yemeklerini yiyen gençlik neredeyse az kalmıştı. Ah! Şimdiki Gençlik Ah! Onlar artık kitap, gazete okumayı unuttular. Onlar, Amerika’nın petrol ülkesi Irak’ı neden işgal ettiklerini, ülkelerine neden “Ilımlı Islam” yakıştırmasının yapıldığını, Ortadoğu’da oynanan oyunları, Küresel İşsizliği, İnsanların asgari ücretle köle gibi çalıştırıldığı dönemin başladığını, ülkelerinin borçlandırıldığını, ekonominin can damarı tesislerinin neden yabancılara satıldığını, tarım politikalarını, tüketim çılgınlığı içinde babalarının neden kredi kartıyla borçlandırılarak faiz batağı içinde yaşadıklarını, hatta intihar ettiklerini, bankaların yılsonlarında kar bilançolarını açıklarken keyiften kulaklarına kadar güldüklerini, seçim yaklaştığında evlerine gelen kömür, torba dolusu erzak ve çeklerin gurur incinmesini bilemezler ki… Onlar için varsa yoksa bilgisayar içindeki eroine eş değer şiddetle bezenmiş oyunlar!.. Yazık! Ki ne yazık!... Ebeveynler gözünüz aydın! Evdeki bilgisayarlarınızı artık çöpe atabilirsiniz! Apple’in çıkardığı dokunmatik bilgisayarlar için çocuğunuzun odasına yer açın! Doğalgaz’dan sonra bu da canınızı yakacağa benziyor!... Ne kuşağız değil mi? Ayranımız yok içmeye 3G’yle gideriz …….” Sizler, boş bıraktığım yere istediğiniz sözcüğü yerleştirmede özgürsünüz. Gelecek neslin değerli gençleri, kış uykusundan biran önce uyanıp, elinize alacağınız her kitapla, Türkiye’yi daha iyi yerlere taşıyacağınızdan hiç kuşkunuz olmasın. Atamızın da söylediği gibi; “ Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” Haydi görelim sizleri!…

Ertuğrul Erdoğan
30 Ocak 2010/ Bursa
 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..