Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mayıs '07

 
Kategori
Anılar
 

Kayıp ve suçlu... (2)

Kayıp ve suçlu... (2)
 

İlkokul birinci sınıftaydık farklı sınıflardaydık. Okulumuz o şehrin en varlıklı ailelerinin çocuklarının da devam ettiği bir okuldu. İçimizde en cesaretli olan oydu. Sürekli bana sataşan, horlayan çocuğa karşı gardımı alamaz, çaresiz kalırdım. Ondan yardım isteğimi geri çevirmedi; "koruma" kavramını sanırım ilk o yerine getirdi; okul çıkışı çocuğa arkasından vurmasıyla kaçması bir olmuştu; beni koruduğu için sevinçliydi; oysa ben hak ettiğini düşündüğüm cezayı vermediği için üzüntülü… Daha sonraları onun arkadan vurmayı sevmediğini anlayacaktım.

Okumayı çok severdi; müthiş bir hayal gücü vardı. Jules Verne’yi severdi ve sanırım en çok kitap okuyanımız oydu. 1971 depremi nedeniyle yıkılan, ilkokul çağına gelen çocukların devam ettiği, şehir merkezine yakın bir köyde olan okul binasının bir bölümü bitirildiği için oraya taşındık; artık şehrin özgür havası geride kalmış, sınırlarından dışarı çıkamadığımız bir okul hayatı başlamıştı tekrar. Henüz ilkokul ikinci sınıftaydık. Okulumuz kaloriferliydi ve kaloriferle ilk kez tanışıyorduk. Gece olmuştu, soğuk ve aydınlık bir geceydi; ancak kasvetli bir gün olacağını seziyordum; içimizden bir bölümümüz yine müdür odasına götürülmüştü. O da götürülenler arasındaydı. Çığlıklar geliyor, bir sonraki çığlığın sesi, bir önceki çığlığın sesini bastırıyordu…

Avuç içlerine kızgın demir ile çarpı işareti konmuştu… Suçları kalorifer peteklerinin açma kapama düğmelerini yerlerinden sökerek inşaat telinden yaptıkları arabalarda tekerlek olarak kullanmalarıydı… O zaman fark etmiştim çok okumanın ve hayal gücünün bana zarar vereceğini… O pek umursamadı…

Dini bayramların, yaz tatilinin yaklaştığı günlerde içimizde bir sevinç, kıpır kıpır olur; şehirlerarası yola bakan bir tümseğe oturur; araçları gözlerdik. Tali yola sapan araç, içimizden birini almaya gelen anne, baba, akrabayı getirme ihtimalini taşırdı. O bu şenliğe hiç katılmaz, her zamanki gibi umursamazdı… Araçların hiç birinin onu almaya gelecek birini taşıma ihtimali yoktu çünkü!...

Bunu biliyor ve her zamanki gibi umursamıyordu… Umursadığı nadir şeylerde oldu…

Sanırım ilkokul beşinci sınıftaydık. İlk kez öğretmenimiz ilkokullarda öğretmenlerin tüm öğrenciler için tuttuğu gözlem defterlerimizi bizlere verdi. İlk sayfasında aile ve nüfus bilgilerimiz vardı. Sevinçle "bak bak benim babam varmış; adı Kaya’ymış, annem de varmış bak!" dedi. Şaşırmıştım. Hiç görmemişti; görmemiştik ki… Bunu çok umursadı… Baba ve annesini mutlaka bulacaktı…

İlkokulu bitirdiğimiz yıl tekrar şehir merkezinde bulunan okula aktarıldık. Artık daha özgürdük. Sınırları belirli alan içinde yaşamak zorunda değildik; çünkü bir çoğumuz sanayide çırak olarak çalışmak zorundaydık. O da demirci çırağı idi artık. Okula sadece akşam iş dönüşü gelir, sabah çırak olarak çalışılan işyerlerine dağılırdık. Tatil günleri ise özgürdük.

Pazar günüydü. Okula yakın sayılırdı babamın evi; o nedenle sevdiğim arkadaşlarımı evimize götürdüm; arkadaşlarımı babama gösterecektim; evimizi de arkadaşlarıma…

Babam memnun olmamıştı, arkadaşlarımla artık arkadaşlık yapmamı istemiyordu. Onu yine bir gün evimize götürdüğümde, babam uzun uzun sorguya çekti onu. Anlıyordum, o da anlıyordu; babam bir şeylerden hoşnutsuzdu; ona, onun babasının olmadığını; daha doğrusu onu evlatlığa kabul eden bir babanın olmadığını söyleyiverdi; şaşkındık ikimizde…

Meğer onun babası belli değilmiş; babası belli olmayan çocukların nüfus bilgileri kısmındaki "baba adı" yerine "kayadibi" anlamında "Kaya" adı yazılırmış…

Babama inatla yanıldığını; Zeki Müren’in babasının adının da Kaya olduğunu söyledim ama nafile, ikna edemedim; babam kararlıydı. Üzgündüm. Onu bizim evimize hiç getirmemeliydim…

Ona karşı çok mahçuptum…

Umursadı ve inat etti. Annesinin akli dengesini yitirdiğini; yaşadığı köyde acıyanların verdiği öte beri ile beslenirken, uğradığı tecavüz sonrası kendisine hamile kaldığını öğrendi… Akli dengesi yitik bir anneden dünyaya gelmiş; babası belli olmayan çocuk olarak getirilmişti demek okula; ve benim onu ilk ve son kez kıskandığım Ayşe Anne’nin kucağında gördüğüm an; onun belki de hayatta yaşadığı ilk ve son imtiyazlı haliydi…

Gazetelerde resmi çıktı… Bulunduğu küçük Anadolu şehrinde ilk açık kalp ameliyatı ona yapılmıştı… Sonraki yıllarda öğrenecektim; tıptaki son gelişmeler, ilk denemeler, hep yoksul denekler üzerinde yapılırmış… Çırak olarak çalıştığı demirci dükkanında "dik durmaktan" kalfasının gazabına uğramış; kalfası ocaktaki kızgın demiri kalbine saplamıştı… Milim hesaplarıyla hayatta kaldı; umursamadı… Sanırım on iki yaşındaydı…

Sonraki yılarda sanki Albert Camus’un Yabancı romanının kahramanıydı…

1990 yılından bu yana kayıp… Onu arayacak, kayıp ilanını verecek; onu merak edecek bir yakını da yok…

Resim: http://membres.lycos.fr/chasseursdereves/liens_sommaire.htm

 
Toplam blog
: 12
: 690
Kayıt tarihi
: 23.04.07
 
 

Akdeniz Üniv EYO, İnönü Üniv. Egitim Fak. mezunuyum. Hacettepe Eğitim Fak. yüksek lisans eğitimimi a..