Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Haziran '08

 
Kategori
Güncel
 

Kaz Dağları ve kazın ayağı.

Bir önceki yazımı (Kim Öle Kim Kala, Olanları Kim Sora: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=104156), maden arama adına ağaç, toprak, su kıyımına uğratılan, geri dönülemez, onarılamaz zararlar gören Kaz dağlarımıza “ağlayarak” yarıda kesmiştim.

O yazıda amacım , ağaçlandırmanın, insan eliyle orman yaratmanın nasıl zor olduğunu biraz olsun anlatabilmekti.

Öyle devasa tabelalarda elinde kürek, 5-10 yaşında çam fidanı diken başbakanlı resimlerde görüldüğü gibi değildir kazın ayağı!

Zaten, dağ, taş, gerçek ağaçlandırma alanlarında 5-10 yaşında fidan kullanma lüksü yoktur. Yapılabilen tüplü fidan kullanmaktır. Fidanları da ağaçlandırma çalışmalarının hazırlığı olarak zamanlı yetiştirirler, haydi 1 yaşında olsun fidanlar.

Tüplü fidan, basit olarak, tohumu tüp içinde köklendirilip büyütülmüş fidandır diyeyim. Böylece fidanlıktan alınıp araziye dikildiğinde kökler biraz daha uzun süre su tutabiliyor ve yaşama oranı artıyor.

Zaten boylanmış fidanı dikmek pek akıl işi değildir. Kökleri zarar görmeden sökülecek, taşınacak, uygun derinlikte çukur açılacak... Bütün bunlar, işlerin hem süresini arttırır, hem daha özen gerektiğinden işi de zorlaştırır. Maliyetler işçilik yönünden, taşıma yönünden de çok artar. Bir kamyona sığabilecek fidan sayısını düşünün mesela...

Diyeceğim, göstermelik ağaç dikimlerindeki, yemyeşil, neredeyse 1m boylu fidanlara aldanmayın siz! Onlar işin sunuş tarafı, vitrinlik yani.

Isparta’nın 1980 sonrasında konuştuğum yaşlıları Süleyman Demirel’in Isparta’da çok sevilmesinin nedenini DSİ’de yetkili olduğu yıllarda Isparta’yı ağaçlandırma çalışmalarındaki başarıya dayandırıyordu. Bizzat emek veren köylüler, o ağaçlandırma seferberliğini anlatmıştı bana, kıvançla hatırlıyorlardı…

O yıllarda tüplü fidan uygulaması yok. Fidanlıklar oluşturulmuş, toprağa dikilmiş fidanlar, sonra oradan alınıp tek tek, kumul tepelerine dikilmiş.

Kumul dağlar ne demek, Isparta’da görüp anladım. Yağmur, rüzgar alıp götürüyor tepeleri, ortalık toz duman. O kumul tepelere “çamlar” (bütün iğne yapraklılara çam diyor ya halkımız) dikilmiş, 1985'lerden sonra hala ağaçlandırma çalışmaları sürdürülüyordu. Gezebildiğim ağaçlandırma alanlarında başarı yüksekti ve özellikle kuzey yamaçları genç ormanlara kavuşmuştu. Son yıllarda, tür olarak daha dayanıklı ve hızlı büyüyen akasyalar seçilmiş ve ayrı bir güzellik katmıştı dağlara.

Konuşabildiğim az sayıda insan, ilkokul bitirmemiş, 80 üzerinde yaşları, bu toprağı koruma, ağaçlandırma çabasının önemine inanmışlardı.

Bugün elle yaratılan o ormanlar, otel, gazino yapalım diye yer yer kesilmiş midir bilmiyorum. Tek bir ağaç bile kesildiyse, inanıyorum ki onu diken anamız veya dedemizin kemikleri sızlıyordur.

Sadece sınırlı bir alanı, yol boyunca gezebilmek için bir günde 25km yürümem gerekmişti, genç ormanların içinde.

Düşünün, yöre insanı, kum tepelerinde, ağaç, gölge olmadan, elerinde azıkları, suları; kazma, kürek ve fidan günler boyu o dağlara inip çıktılar. Bir sonraki yıl, kurumuş fidanların yerine yenilerini dikmek için inip, çıktılar. Adeta savaştılar, kumla, güneşle, rüzgarla ve torunları, koruyabildiyseler, bugün o ormanlara, onlar sayesinde sahipler.

Ama o günlerde zehirlenmemişti toprak!

Ne fabrika bacalarından gelen asit, yağmurla üzerine düşmüştü, ne de altın uğruna siyanürle yıkanmıştı. Toprak yoktu aslında, kum ve kireç taşı (kisir der ora insanı) vardı o tepelerde çoğunluk ama, olsun, zehirlenmemişti.

Fakirdi, ama koynuna verilen fidana analık yapabildi.

Toprağın, yağmur ve suyla taşınıp akıp gitmesi, yok olmasına karşı en etkin savaşımı DSİ, OGM ile devlet veriyordu.

O yıllarda gelişme, ilerleme için varlıklarımızı satıp savmak değil, var etmek, çoğaltmak düşüncesindeydik.

Belek Muhafaza Ormanı da kum tepelerde yaratıldı. Yoktan var edildi. O günleri yaşayan insanlarımız sağ mıdır hala bilemem ama, öyküleri benzerdir, o kesin !

Oralar ağaçsız, topraksızdı. Kaz dağları öyle mi? Kaz dağları dünya cenneti. Toprağı, ağacı, kurdu, kuşu, böceği, otu, çiçeğiyle zaten yaşıyor.

Bir zamanlar kumulları ormana dönüştüren anlayıştan, cennet ormanı yok eden anlayışa vardık.

1990’ların sonlarına doğru, ormanları özelleştirmeye durduk. Oldu, olmadı, dönümü bilmem kaç YTL’den madencilere verdik hallaç pamuğu gibi atıp; siyanür, şu, bu ile zehirleyip talan etsinler diye.

Çıkan altınlar mı?

Var mı gören?

Kaç ton çıkmış, vatanımıza ne kalmış bu çıkarılanlardan?

AB, “daha fazla demokrasi” diye sivil toplum örgütleri oluşturup, o örgütlerin sorumluluk ve insiyatif alması ile gelişmeyi öneriyor ya, sivil toplum örgütlerimizle (TEMA, ÇEKÜL en bilinenleri) ağaçlandırma ve toprak kaybıyla (erozyon) mücadeleye AB dayatmalarından önce başladık biz.

Sivil toplum örgütleri gerek de, yetmez!

Devlet bu işleri yapmak için var.

Yoksa cemaat, aşiret toplumu oluruz, gönüllü yardımlaşan., devlet değil!

Çok kişinin gözünden kaçtı kanımca. Tam da, TBMM’de türbana yol veren anayasa değişikliği (ve dün, 5 Haziran 2008, Anayasa mahkemesince iptal edilen) ve yeni atanan YÖK başkanının “Üniversitelere türbanla girile” talimatları ile oluşturulan gündem sırasında Türk Parasını koruma kanununda yapılan bir değişiklikle, yurt dışına çıkarılan paranın bildirim koşulu kaldırılıverdi. Eskiden 50.000YTL üstü parayı çıkarırken bildirme zorunluluğu vardı, şimdi yok. Bildiren var mıydı, o başka konu. Şimdi finans kurumlarından da, isteyen, istediği yurt dışı hesaba, istediği kadar parayı bildirimsiz gönderebilecek.

Yani bavula doldurup, kurye ile gönderme ve kuryenin şaşırıp, aşırma riski yok gayrı.

Eksik kalan paranın, güvenle dışarı çıkarılmasıydı, o da tamam.

Madenleri başkaları işletsin, belki vergi verir de devletin kasasına para girer, varsın ormanlar feda olsun, topraklar, sular feda olsun.

Maden arama, petrol yasası, işgal altındaki Irak’a bile kabul ettirilemeyen kolaylıklar, ayrıcalıklarla çıktı.

Kentsel dönüşüm adı altında imar alanları içindeki arazilerin ranta dönüştürülmesi tam gaz.

Şimdi yine usuldan geçivermiş bir diğer değişikliği dile getireceğim.

16 Nisan 2008 T.C. Resmi Gazete

“Karar Sayısı : 2008/13456 . 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanunu uyarınca “Uygulama Alanı” ilan edilen ve ekli listede adları belirtilen yerleşim yerlerinin karşılarında gösterilen Kararname kapsamından çıkarılması; Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 25/2/2008 tarihli ve 990 sayılı yazısı üzerine, adı geçen Kanunun 3 üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 31/3/2008 tarihinde kararlaştırılmıştır.”

İmzalar….. Ek”

Ekde, Amasya Gümüş Beldesi, Karakaya Köyü; Didim Yalıköy; Söke Sarıkemer verilmiş. Lisan-ı münasiple söylenen şu (malum yukarıdaki yazı dilinden anlamak kolay değil): Adı verilen yerler yerleşime açıldı, yani bina yapılabilir, gayri tarım alanı falan değiller.

Ev lazım, okul yeri lazım, hastane yeri lazım, alışveriş merkezi, iş merkezi lazım, …

Oralarda çalışacak insan lazım.

O insanları besleyecek unu, sebzeyi, hayvanı yetiştirecek arazi lazım değil!

Beslenecek yiyeceği yetiştireceği tarla olmasın, ama yardıma muhtaç, asgari ücrete falan, çalışacak insan olsun.

Niye üç çocuk yapmamız isteniyor anladınız mı?

Kazın ayağı böyle!

 
Toplam blog
: 41
: 1621
Kayıt tarihi
: 29.05.07
 
 

Doğaya, sanata, spora, bilime ve ülkeme bağlı; doğruya, gerçeğe, akla yönelik; uluslara saygılıyı..