Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Temmuz '08

 
Kategori
Anılar
 

Kazıdan bir gün...

Kazıdan bir gün...
 

Soloi-Pompeiopolis


Sıcak hepimizin üzerinde hakimiyet kurmuştu. Güneş tepemizde bizi eritmeye kararlı bir edayla salınıyordu. Ne de olsa güneşin doğduğu kentteydik. Kazının son günüydü ve günün ortasıydı. Beynimde, bitsede gitsek fikrinden başka bir fikir yeşeremiyordu. Kazı çalışmasının bitmesine iki saat kalmıştı ama bizler bitmiştik. Bu sezon ilk defa höyük kazısı yapıyordum. O yüzden hayallarim vardı.

Höyük çok eski bir yerleşim yerinin zamanla toprakla örtülüp tepe biçimine gelmiş halidir. Höyükler günümüze göre en yakını en üstte olmak üzere eskiye doğru uzanan bir katmanlaşma gösterir.

Höyükteki diğer açmanın kazısı bittiğinden dolayı bütün işçiler benim açmanın içinde yığılmışlardı. Açmanın içinde kendime bir yer bulamadığım için tepesine tüneyip kazıyı kuşbakışı takibe almıştım.

Genelde 5*5 ölçülerinde çalışma alanları belirlenir bu alana karelaj yada açma denir. Ve kazma işlemi bu sınırlar içerisinde yapılır. Açmanın başında duran arkeoloğa açma başkanı, açma sorumlusu, açma başı, gibi isimler verilir.

Malumaliniz ben açma başıyım. Zaten başkada arkeolog yok bu açmada işçilerin ve kendimin başındayım.

Dediğim gibi açmanın başına tünemiş kendimden ve herşeyden bezmiş bir durumdayken işçilerden birinin kazmasının çıkardığı sesle irkildim. Bana dönüp dere taşına vurduğunu söyledi. Onlara göre herşey taştı bizde bu taşları incitmeden çıkarmaya çalışan deliler oluyorduk herhalde. Görünen şey gerçekten bir dere taşına benziyordu. Bu taşları yapıların temellerinde kullanıyorlardı. Ama kazma ikinci kez ona değince çıkan ses bir çınlamaydı bu da bu nesnenin bronz ollabileceğinin işaretiydi. Kazmayı hemen durdurmalarını söyleyip açmanın içine uçtum, yani koştum.

O anda kafamda müthiş bir fikir belirdi. Bu, bronz bir heykel yada bronz heykel parçası olabilirdi. Yüzyıllar boyunca toprağın altında kaldığından oksitlenmiş yer yer yeşilimsi bir renk almıştı. Tanrım! bu bir mucize olmalıydı. Çünkü bronz heykeller günümüze kadar çok az sayıda ulaşmıştır. Ve ben birazdan bu nadide parçalardan birini ortaya çıkarıyor olacaktım. Etrafından dikkatlice kazmaya başladık bir yandan da fırçayla temizliyordum. Çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordum. Adrenalinim yükselmiş bu şeyin bir heykele ait kol yada bacak parçası olduğunu düşünüyor acaba devamını da bulabilecekmiyim diye endişeleniyordum.

Etrafını tamamen kazıp onu ortaya çıkardığımızda hayallerim suya düşmüştü bile. Bu şey sanki bir bombaya benziyordu. Yaklaşık 70-80 cm boyunda bir bomba gibi duruyordu. Sikke bulmuştum, seramik bulmuştum, yazıt bulmuştum ama ilk defa bir bomba buluyordum. İlk şoku atlatınca telsizle hocaya haber verdim. Bende bu arada bunun burada ne işi var diye düşünerek yıkılan hayallerimin yıkıntısında bekliyordum. Hoca gelince o da şaşırdı tabi.

Ben hala düşünüyordum. Erich Von Daeniken... Tanrıların arabaları...

Jandarmaya haber verildi. Ve çıkan bomba el arabasına konularak höyükten aşağıya indirildi. Jandarma subayına teslim edildi. Bizde kazımıza geri döndük. İşimizde bitmişti zaten, geçmez dediğim iki saat hayallerimle birlikte bitmişti.

Çıkan bombayı tekrar görmek istediğimizde subay bizi yanına yaklaştırmadı. Geri çekilmemizi tehlikeli olduğunu söyledi. Uzaktan gördüğüm kadarıyla üzerindeki oksitlenmiş tabakayı tamamen temizlemişti. Söylediklerine göre savaş zamanı uçaktan atılmış bir bombaymış ama patlamamış. Bir tutanak tutup bana imzalattılar. Sonrada buluntumu alıp götürdüler.

Ben bir ay boyunca onun üzerinde debelendim durdum. Bir kazma darbesi onu patlatırmıydı, orasını tam olarak bilemiyorum ama herkes benimle dalga geçti, havaya uçuruyordun bizi diye. O gün bugündür kazıda hala geyiği yapılır. Benim de en ilgiç buluntularımdan biridir kendisi.

Oysa ben bronz heykel bulacaktım...

2003 Temmuz

 
Toplam blog
: 21
: 676
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

" verba volant, scripta manent." Hayatıma sürekli anlam katmakla meşgulüm. Galiba en iyi yaptığım i..