Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Şubat '07

 
Kategori
Eğitim
 

Kedi, köpek bir de kadın

Kedi, köpek bir de kadın
 

Yetmişli yıllar, yirmi yaşında gencecik bir öğretmen.

Tüm idealistliklerle donatılmış, çok şeyler yapabileceğini zanneden, üllkesine sevdalı bir aydın.

Herkesin torpil için uğraştığı bir dönemde, bütün ülke benim deyip, kendisini   Güneydoğu Anadolu'muzun unutulmuş bir dağ köyünde bulan biri.

İlçeden, katır sırtında dört saatlik yolculuk. Elli beş öğrencinin tek öğretmeni. Bu öğrencilerin içinde de ne yazık ki; kız öğrenci yok.

Köy şeyhe bağlı, dindar bir köy. Bu şeyh, aynı zamanda  yirmi dokuz köyün de şeyhi.

Kız öğrencilerini okula yazma çabalarına, Mili Eğitim Müdürü'nün- o zamanlar ilköğretim müdürü deniyordu- verdiği cevap:

-"Sana ne?... Sen mi düzelteceksin. Sen karışma yetkili benim. Köylünün rahatını bozma, sen gelen çocukları okut yeter,  zaten iki yıl sonra da tayin isteyip gidersin"...Şeklindeydi...

Amirinin böyle söylemesine bir anlam veremiyordu. Kendisinin bu işi yapması, yasaları uygulaması gereğine inanıyordu.

Tüm engellemelere rağmen, kız öğrencileri okula yazmakta kararlıydı öğretmen.

Bunun yolunun zorlama olamayacağını anlayan öğretmen, köylü ile ilişkilerini geliştirme çalışmalarına başlıyordu.

Daha önceleri, öğrencilik yaşamında hiç gitmediği "Cuma Namazlarına" gidiyor. Köyün tutma imamıyla ilişkileri geliştirmeye gayret ediyordu.

O da ne?...

"Cuma namazını kılmak için, kırk erkeğin olması gerekiyormuş."

Okuduğu okullarda din derslerinde böyle bir şey öğretilmemişti.

Yine bir Cuma Günü, sayı otuz dokuz, namaz kılınamıyor, birinin bulunup getirilmesi gerekiyor. Cemaattan biri, dağa çobanı getirmeye gidiyor.

Öğretmen sayıyor, cemaatı kırk kişi, imam sayıyor, otuz dokuz. Öğretmen sayıyor kırk, imam sayıyor otuz dokuz.

Öğretmen. imamın yanlış saydığını söylemiyor, ayıp olmasın diye!...

Dağdan gelen çobanla sayı tamamlanıyor ve namaz kılınıyor.

Namaz bitiminde, imamla sohbet ederken, İmam: "Hocam sen de saydın cemaatı biliyorum, senin saydığın gibi cemaat kırk kişiydi. Biz senin mezhebin farklı diye seni saymadık." Diyor.

Öğretmenin ağzı bir karış açık kalıyor. Şaşırıp öylesine kalıyor. Cevap veremiyor.

İmam anlıyor, öğretmenin şaşkınlığını ve bu konuda ki bilgisizliğini de.

- "Bizde, kırk kişi olmadan "Cuma namazı kılınmaz. Çizmeye kadar kan dolsa, abdestimiz bozulmaz ama  kediye, köpeğe bir de kadına elimiz değerse abdestimiz bozulur."

Öğretmen, şimdi anlamıştı. İki gün önce yaşlı bir kadının, kendisine yumurta verirken yumurtaları atar gibi vermesinin sebebini...

Köyde, kedi, köpek olmamasının sebebi de anlaşılıyordu.

Kedi, köpek, bir de kadın.

Bu nasıl işti. Kız öğrencileri okula yazma işini nasıl başaracaktı. Gerçi amirleri bunu istemiyordu ama, buna razı olamazdı. Başarmak zorunda hissediyordu kendini. Bunca yıl okumuş, ona bu görev verilmiş, bu görevi hakkıyla yerine getirmek istiyordu.

Köyün şeyhi, yakın bir köyde oturuyordu. Ara sıra köye uğruyordu. Dövüşlerde, kavgalarda köylüyü anında barıştırıyordu. Çeşitli mal mülk anlaşmazlıklarını da şeyh çözüyordu. Kimse mahkeme kapılarına gitmiyordu.

İşin başı, Şeyh hazretleriydi. O, kızlarınızı okula gönderin derse iş biterdi.

Öğretmenin birkaç kez yasalardan bahsederek, "kızlarınızı okula göndermezseniz, sizi şikâyet edeceğim" sözüne, üstü kapalı tehditler geliyordu.

"Öğretmenin misafir ve garip olduğunu, bu dağ köyünde başına bir şey gelmesini istemediklerini" söylüyorlardı...

Kedi, köpek bir de kadın.

Öğretmenin işi zordu.

Bayram namazından sonra, şeyhin köyüne toplu olarak gidilecekti. Köyün muhtarı "Hocam istersen sen de gel" demişti.

Öğretmen, bu fırsatı değerlendirmek istiyordu ve kabul etti.

Kedi, köpek bir de kadın.

Bakalım genç öğretmen, okuluna kız öğrenci yazabilecek mi?

Arkası yarın...

 
Toplam blog
: 1410
: 1053
Kayıt tarihi
: 04.11.06
 
 

Emekli öğretmenim ve  emeklemeye devam ediyorum.  Emeklilik yaşamın sonu değil, yaşama yeni amaçl..