Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mayıs '10

 
Kategori
Öykü
 

Kehribar

Kehribar
 

resim alıntıdır.


Darmadağınız ve kirli saçları vardı. Üstü başı yırtık pırtık, eskiliğinden giysilerinin ne renk olduğu belli değildi. Yüzü kirden alacalı bir hale gelmiş, yemyeşil gözleri zümrüt gibi parlıyordu. Tırnakları uzamış, neredeyse kapkara olmuştu. Ayağında ki yarım terliği parmaklarının ucuyla sürüklüyordu. Onu ilk gördüğümde karşı evin merdivenlerinde oturuyordu. Başını duvara dayamış, ellerini dizlerinden sarkıtmış, uzaklara dalıp gitmişti. Çok korkmuştum. Masallardan çıkıp gelen yeşil gözlü büyücülere benziyordu. Başında birde o uzun koni gibi şapkası olsaydı, tam olacaktı. Uzun tırnaklı elini şöyle bir sallayacak, sisler arasından olmadık şeyler çıkaracak gibiydi. Annemin eteğinden tutmuş, arkasına saklanmıştım. Annem benim korkumu görünce gülümsedi acımayla karışık.

_Korkma Melek… Yabancı değil, Kehribar o. Hani hep evde anlatıyorum ya… İşte o… Kehribar

Büzüldüğüm yerden annemin bir süredir anlattıkları aklıma geldi. Kehribar şöyle, Kehribar böyle… Bir sürü şey anlatmıştı ama onun insan olabileceğini hiç düşünmemiştim. Sokaklarda yaşayan birini bilmiyordum çünkü. Küçük bir yavru köpek veya kedi gelmişti hep gözümün önüne. Kehribar diye isim mi olurdu hem. O bir kadın olduğuna göre… Kadınların isimleri de hep Ayşe, Fatma, Serap gibi olmalı… Annem Ayşe mesela. Fatma babaannemin adı. Sonra Serap’da benim en iyi arkadaşım. Onunla çok güzel oyunlar oynuyoruz. Köpeği Karabiber’le bahçelerinde koşturup körebe oynuyoruz. Kehribar adını duyunca annem bana da köpek aldı diye ne sevinmiştim oysa.

İlk günler Kehribar’a yaklaşmaya çekindim. Onu görünce duvarın ardına saklanıyordum. O ise gülümseyerek beni seyrediyordu. O gülümsedikçe ben üşüyordum sanki. Okuldan dönerken Kehribar’ı görünce koşarak kaçıyordum eve. Rüyalarıma bile girdi kaç defa. Dumanlarını savurarak dönüp duruyordu etrafımda.

Bir gün annem elime aşure dolu bir kâse tutuşturdu. Ne yapacağımı bilemeden öylece baktım yüzüne.

_ Melek’cim mübarek aylardayız. Sevaptır, hadi götür bunu Kehribar’a. Sevinsin garibim.

_Ama… Sen götürsen annecim…

Annem bakışlarını indirip, kısa bir an düşündü. Gülümseyerek bana baktı tekrar:

_ Sen git Kehribar’a ver bunu. Döndüğünde onun hikâyesini anlatacağım sana. Hadi bakalım.

Adımlarım bir ileri, bir geri gidiyordu. Elimde tuttuğum kâsedeki aşure sallanmaktan çorbaya dönmüştü neredeyse. Bahçe kapısından çıkıp bakındım. Kehribar yerinde yoktu. Sokağı kolaçan ettiğimde ileride bir ağacın altında oturduğunu gördüm. Derin bir nefes alıp yanına yürüdüm. Beni görünce gülümsedi. Dişleri çürük içindeydi, kara karaydı. Hemen kâseyi uzattım ona, cebime annemin tıkıştırdığı kaşığı buldum sonra. Hiçbir şey demeden aldı. Önce aşureye, sonra bana baktı. Başını omzuna doğru eğip gözlerini kapayıp açtı. Yine konuşmadı. Ben ise birden arkama dönüp eve doğru koştum. Kalbim neredeyse ağzıma gelecekti.

Eve yaklaştıkça annemin camdan beni izlediğini fark ettim. Geldiğimi görünce kapıyı açıp kucağına çekti beni. Yüzümü avuçlarının arasına alıp burnumun ucuna minik bir öpücük kondurdu.

_ Aferin benim kızıma. Gel bakalım mutfağa. Bir kâse de sen ye aşureden. Bende sana Kehribar’ı anlatayım.

Kehribar… Gerçek ismi bumuydu, bilen yok. Kirli teninin aldığı renkten dolayı bu isim takılmıştı. Nereden geldiğini de bilen yoktu aslında. Onun hakkında bir sürü var sayım vardı. Belki de en doğrusu benim inanmak istediğim dedi annem. Uzak bir köyde yaşıyormuş zamanında. Zümrüt gözleri, uzun boyu, narin bedeni ve beyaz teni ile köyün en güzel kızıymış. Kendisi gibi köyün en gözde delikanlısı ile sevdalıymışlar birbirlerine. Düğün dernek kurulmuş, dillere destan olarak evlenmişler. Çok geçmeden de bir oğulları olmuş. Bu güzel âşıklar mutlu mesut yaşarken kocasının yeğeni göz koymuş Kehribar’a. Eskiden beri kızın etrafında dolanırmış zaten.Gelip gidip rahatsız etmeye başlamış. Huzuru bozulmuş ama kocasına da bir şey diyememiş. Yeğeni sonuçta, anlatsa derdini aile içinde çıngar kopacak. Belki de dönüp dolaşıp onu suçlayacaklar. Kocası arkadaşları ile ava gitmiş bir gün. Yeğen de onların yanlarında. Geri döndüklerinde sevdiğinin bedeni bir atın üzerine yığılı gelmiş. Kaza kurşunu denmiş sadece. Yazısına ağlayıp, bağrına taş basıp yavrusuna adamış kendini. Yeğen rahat durmamış, bir gece yarısı evine girmiş zorla. Epey bir mücadeleden sonra Kehribar oğlunu kucaklayıp kaçabilmiş evden. Adam da peşinden kovalamış uzun müddet. Kış ortasında nehrin azgın sularından geçmeye çalışırken çocuğu ile birlikte suyun içine yuvarlanmışlar. Sular uzun süre sürüklemiş ikisini. Sonunda kıyıya çıkabildiğinde oğlu hala kucağındaymış ama artık yaşamıyormuş. Günlerce çocuk kucağında dolaşmış. Onu bulduklarında oğlunun çürümüş bedenini zor almışlar elinden. Aklını yitirmiş zavallı. O zamandan beri de biraz orda, biraz burada. Gidebildiği her yerde kocasını ve çocuğunu beklermiş gelecekler diye.

Annem sustuğunda ikimizde ağlıyorduk. Ben onun hakkında düşündüklerim için utancımdan, annem ise bir kadının yaşadığı acılardan. Böyle bir travma ile nasıl baş edebilir ki insan?

Annemin anlattıklarından sonra odama gittiğimde pencereden bir süre Kehribarı izlemiştim. Ardından çok sevdiğim Mevlana şekerlerimi alıp yanına gittim. Minik ellerimle onun elini tutup avucuna boşalttım. Sevgi dolu bakışına aynı şekilde karşılık verdim.

Kehribar’ın seneler sonra söyleyebildiği tek cümle her şeye bedeldi benim için:

_ Melek… Benim yavrumda melek oldu senin gibi.

Şimdi o anları düşündüğümde yine aynı acıyı hissettim. O günden sonra Kehribar benim en iyi dostlarımdan biri oldu. Ona bahçemizde ki küçük kulübeyi verdik. Artık ailemizden biri oldu bizim için.

 
Toplam blog
: 71
: 569
Kayıt tarihi
: 25.11.08
 
 

1969 doğumluyum. evliyim, iki çocuğum var. Kitap okumayı ve şiiri severim. ..