Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Eylül '06

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Keklik Emine

Keklik Emine
 

O dağ köyünde adet böyleymiş. Evleneceksen, yüz koyun parasını denkleştirip, kızın babasına vereceksin! Bu dağ köyünün şairi Talibi, şair olmadan evvel, çobanmış...

"Çobanken, yüreğim döşeğin yüzü gibi dümdüzdü" diyor Şair Talibi... O gün, bu gün düşmüş yollara. 'Emine'sini arar. Bir kahvede karşılaştık. Kahvedekiler, pür dikkat kendisini dinliyordu...

Bir aşk, bir aşk ki, dağlar, taşlar dayanmaz! Aşkları, dağların, taşların, yosunların dilinde. Yanındaki sürünün tıngır mıngırlı sesleri bile 'Emine'sini hecelermiş. Yani, koyunlar bile haberli bu aşk'tan... Rüzgarın kanadına oturtup yollamış türkülerini.. Şiirlerini... İlla ki 'Keklik', illa ki, "Keklik Emine"si.

Kahvedekilerden biri saf saf sordu: "Emineyi anladık ya, kekliği n' oluyor?" Şair Çoban da: "Yürümesi, gitmesi, gelmesi öyleydi" dedi. Çobanın yüz koyunu olacak. Varıp babasına parayı avucuna sayacak... Öylesi ancak başgöz edilecekler! Talibi de yüz koyun değil, avuç içi kadar bile olsun koyun postu yokmuş. Ne gezer!... Kara kara bulutlar çökmüş sonradan. Nereden estiği belli olmayan rüzgar, kara kara bulutlar getirmiş... Çoban köpeği bile bakmaz olmuş yüzüne!... İlk defa bu dağ adamı, ağlamak nedir, bilmezken, ağlamış... Ağlamış... Aldığı acı haber, iliklerine işlemiş sızlatmış... Zira, Kekliğini, zorba bir adamla, zorla evlendirmişler!...

"Kekliğimin bana bir diyeceği olmalı! " diyerek, nice sonra köye gitmiş çoban. Su kuyusunun arkasından, kekliğinin evine bakmış bakmış... "Acaba görür müyüm?" diyerek. Ay ışığı, olanca güzelliği ile parlıyormuş. Tıpkı Keklik Emine'sinin yüzü gibi...

Ah! Bir görebilseydi bu akşam... Bir görebilse. Ne güzel günlerdi onlar...

Keklik Emine'siz hayat, eksik olsun. Yavan!... Her şey yavan!..

Varsa da, yoksa da Kekliği... Emine'si... Keklik Emine'si...

Bir ayak sesi ile irkilmiş. Gelen oymuş! Ay ışığında, Kekliği'nin yüzü, Ay'dan da haşmetliymiş... Elinde bakracı, taşların üzerinden keklik gibi seke seke geliyormuş çeşme başına...

Bizim çobanın içi kabarmış da kabarmış... Bir fırlamış ayağa, gecenin karanlığında. Sen misin fırlayan! Tanıyamamış kadın! Çığlıklarla bayılıp, yerlere uzanmış... Eyvah!... Eyvah ki eyvah!... Taşların üzerinde öylece kalakalmış.

"Eminem... Kekliğim!... Kurbanın olam!... " demeğe kalmamış. Güçlü bir el omuzundan yakalamış, çalmış taşlara acımasızca adamı. Kemiklerini iki büklüm etmişler.. Köy yolunun dışarısında, yola atıvermişler... Günlerce kımıldamadan yatmış kalmış orada. "Öldü" diye de bırakıvermişler yakasını öylece..

Varmış şehre çoban. Mahkemeye anlatmiış olanları birbir.. Kurulmuş mahkeme. Eminesi, peçesinin aralığından, çobanına bakarmış sevgi dolu gözlerle... İkisinin de dilleri kıpırdayamamış ama, birbirlerine diyeceklerini bir çırpıda, bu bakışlarla söyleyivermişler. 'Oh!' demiş çoban. Kekliğini bir daha gördüğüne sevinmiş, sevinmiş... Bedeninin sızıları, geçivermiş birden. Ama, kalbinin sızısı...

Hakim, Emine ile ilişkisini sormuş Çoban'dan... Çoban durur mu? Bir çırpıda sıralamış:

"Ben yatarken, gaflet halinde
Yine Kekliğimin, düşünü gördüm...
Çayda oturmuş, mendil elinde,
Ağlamış gözünün yaşını gördüm!"

Hakim, bu şiirli ifadeyi güleç yüzle dinlemiş. Diğer heyettekiler birbirlerine bakmışlar. Koca şair, "Mahsus"tan öyle demiş ki, acırlar da "Al, Kekliğini sana verdik" demelerini beklemiş... Şair aklı bu. Olur mu, olur!...

Çobanlıktan şairliğe terfi eden Talibi, şehir şehir Eminesi için şiirler yazıyor. Rüzgarın kanadına oturtarak, Palandöken Dağı'nın ardına yolluyor. Han Duvarları da böyle bir durakta, han odalarında yazılmamış mıydı ?

Her gittiği yerde şiir matinelerine dahil oluyor. Etrafını çeviren kahve insanları da soruyor şimdi: "Eeee ... desene ki, Kekliğini kuşa kurda kaptırdın gayri..!" Şair hazırcevap:

"Kurda kuşa kaptırmam Kekliğimi,
Ferhat nasıl da aradı Şirin'ini,
Aradım kitapta,buldum yerini,
Sabır gibi devlet, bulunmaz imiş!"

....................

Şair çoban, o gün bu gün, dağ, taş yokuş mokuş demeden dolaşıyor. İnci dişli, mor peçeli, al dudaklı Kekliğini, Eminesini arıyor. Ve kavuşacağı günü hayalliyor... Şiir matinelerinde dolaşıp anlatıyor, anlatıyor...

O gün, bu gün baharda açan çiçekler, kokuları ile haber salarak Keklikle şairin hikayelerini birbirlerine anlatıyorlar... Tarlalarda kırmızı başlı gelincikler, rüzgarla başlarını dertli dertli sallarken, gözyaşları, tenlerinde kara kara izler bırakıyor.. Nergisler, gelincikler, papatyalar, Çoban Şairin hüsranını birbirlerine anlatıp dertleniyorlar. Dağlar, taşlar, çağlayan dereler, onların şiirlerini söylüyorlar şimdi...

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..