Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Nisan '08

 
Kategori
Felsefe
 

Kelebeğin ömrü üzerine bir önsöz...

Kelebeğin ömrü üzerine bir önsöz...
 

“Bilgisizliğin belirtisi adaletsizlik ve trajediye olan inancın derinliğidir, tırtılın dünyanın sonu dediğine usta “KELEBEK” der…”………………

Sessizlik sensizlik kadar karşılığını buluyor tenimdeki baharın yankısında…Serçeler mevsimlik kiraladıkları yuvalarına geri dönüyorlar, Bu dönüş bütün kış yalnız başlarına sıkıntıdan öterek zamanı eriten kafes süslülerine ilham oluyor. Karşı pencereden gelen kanaryanın sesi bugün samimi kulağımın dehlizinde… Bugün daha farklı öten kafes süslüsünün sahipleri kafesi temizlediklerinin onu mutlu ettiği varsayımında detone bir ötüş içersindeyken anlıyorum ki kendi kafesindeki kuşun güzel ötüp ötmemesinin sebebini kendilerinde arama benciliğinin beceriksizliğindeler…

Birisine hediye ettiğimiz her neysenin yüzünü gülümsetmesinin bizim sayemizde olduğunun kanıtı nerde…Birisini mutlu ettiğimizin karşılığını görmek için istediğimiz kanıtların hepsi birer faili meçhul kurbanlar misali…Çünkü bir gün mutlu ettiğimiz kişinin bir başka gün başkasıyla mutlu olduğunu görmemiz imkansızmış gibi tavırlarla kendi mutluluğumuzun dar ağacını cümlelerle kurar gibiyiz… Düşünüyorum da bir gün önce çalışma masamın üzerinde hem de Arıstoteles-nikomakhos’a etik-(ismiyle büyük öneme sahip ama hala okumamışlığımla önemsizliğini koruyan) kitabının üzerin de gördüğüm toz bugün yatak odasında silkelediğim yastığın üstünden havalanıp bir serçenin tüyleri arasında saklanarak senin bilgisayarının yazıyı okumak için ilerletme tuşunun arasında can çekişiyor olabilir mi! Ya da gece ay ışığının röntgenlediği odanızda seviştiğiniz yatağın altında dün benim masamda olan yabancı bir misafir olduğunu düşündünüz mü? Okuyucu… Onun için evinizi temizlerken süpürdüğünüz tozun bile sizin evinize ait bir kirlilik olduğunu düşünmeyin o toz bile benim sahiplenemediğim gibi sizin de sahiplenemeyeceğiniz kadar özgür… Bir idam mahkûmuna son isteği sorulduğunda o çok istediği ve hayatında son olarak yapacağı şeyi bugüne kadar hep son isteği gibi yaşamamasının sebebini sorsak bu güne kadar kaçırdığı yaşamı gibi bizim sorumuzda anlamsız olurdu herhalde…

Aşk

Aşkı konuşmak için dudaklarımı kutsanmış ateşle temizledim, ama hiçbir sözcük bulamadım. Aşktan haberdar olduğumda sözler cılız bir hıçkırığa dönüştü, yüreğimdeki şarkı derin bir sessizliğe gömüldü.
Ey bana gizlerinin ve mucizelerinin varlığına inandığım Aşk 'ı soran sizler,
Aşk peçesiyle beni kuşattığından beri ben size aşkın gidişini ve değerini sormaya geliyorum.
Sorularımı kim yanıtlayabilir? Sorularım kendi içimdeki için; kendi kendime cevaplamak istiyorum.
İçinizden kim içimdeki benliği bana ve ruhumu ruhuma açıklayabilir?
Aşk adına söyleyin, yüreğimde yanan, gücümü tüketen ve isteklerimi yok eden bu ateş nedir?
Ruhumu kavrayan bu yumuşak ve kaba gizli eller nedir; yüreğimi kaplayan bu acı sevinç ve tatlı keder şarabı nedir?
Baktığım bu görünmeyen, merak ettiğim açıklanamayan, hissettiğim hissedilemeyen şey nedir? Hıçkırıklarımda kahkahanın yankısından daha güzel, sevinçten daha mutluluk verici bir keder var.
Neden kendimi beni öldüren ve sonra şafak sökene kadar tekrar dirilten, hücremi ışığa boğan bu bilinmeyen güce veriyorum?
Uyanıklık hayaletleri kurumuş gözkapaklarımın üstünde titreşiyor ve taştan yatağımın etrafında düş gölgeleri uçuşuyor.
Aşk diye seslendiğimiz şey nedir? Söyleyin bana, bütün anlayışlara sızan ve çağlarda gizli olan o sır nedir?
Başlangıçta olan ve herşeyle sonuçlanan bu anlayış nedir?
Yaşam 'dan ve Ölüm 'den, Yaşam 'dan daha acayip, Ölüm 'den daha derin bir düş oluşturan bu uyanıklık nedir?
Söyleyin bana dostlar, içinizde Yaşam 'ın parmakları ruhuna dokunduğunda Yaşam uykusundan uyanmayan biri var mı?
Yüreğinin sevdiğinin çağrısıyla babasından ve annesinden vazgeçmeyecek kimse var mı?
İçinizden kim ruhunun seçtiği kişiyi bulmak için uzak denizlere açılmaz, çölleri aşmaz, dağların doruğuna tırmanmaz?
Hangi gencin yüreği tatlı nefesli, güzel sesi ve büyülü dokunuşlu elleriyle ruhunu kendinden geçiren kızın peşinden dünyanın sonuna gitmez?
Hangi varlık dualarını bir yakarış ve bağış olarak dinleyen bir Tanrı 'nın önünde yüreğini tütsü diye yakmaz?
Dün kapısından geçenlere Aşk'ın sırları ve değeri sorulan tapınağın girişinde durmuştum. Ve önümden çok zayıflamış, yüzü hüzünlü yaşlı bir adam iç çekerek geçti ve şöyle dedi:
'Aşk bize ilk insandan beri bağışlanmış bir güçsüzlüktür.'
Yiğit bir genç karşılık verdi:
'Aşk bugünümüzü geçmişe ve geleceğe bağlar.'
Ardından kederli yüzlü bir kadın hıçkırarak şöyle dedi:
'Aşk cehennem mağaralarında sürünen kara engereklerin ölümcül zehiridir.
Zehir çiy gibi taze görünür, susuz ruhlar aceleyle içer onu; ama bir kere zehirlenince hastalanır ve yavaş yavaş ölürler.'
Sonra gül yanaklı bir kız gülümseyerek dedi ki:
'Aşk Şafak 'ın kızları tarafından sunulan ve güçlü ruhlara güç katıp onları yıldızlara çıkaran bir şaraptır.'
Ardından çatık kaşlı, kara giysili, sakallı bir adam geldi:
'Aşk gençlikte başlayıp biten kör cahilliktir.'
Bir başkası gülümseyerek açıkladı:
'Aşk insanın tanrıları mümkün olduğunca fazla görmesini sağlayan kutsal bir bilgidir.'
Sonra yolunu asasıyla bulan kör bir adam konuştu:
'Aşk ruhlardan varlığın sırlarını gizleyen kör edici bir sistir;
yürek tepeler arasında sadece titreşen arzu hayaletlerini görür ve sessiz vadilerin çığlıklarının yankılarını duyar.'
Çalgısını çalan genç bir adam şarkı söyledi:
'Aşk ruhun çekirdeğindeki yangından saçılan ve dünyayı aydınlatan bir ışıktır.
Yaşam 'ı bir uyanışla diğeri arasındaki güzel bir düş olarak görmemizi sağlar.'
Ve paçavraya dönmüş ayaklarının üzerinde sürüklenen güçsüz düşmüş çok yaşlı bir adam titrek bir sesle şunları söyledi:
'Aşk mezarın sessizliğinde bedenin dinlenmesi, Sonsuzluk 'un derinliklerinde ruhun huzura ermesidir.'
Ve onun ardından gelen beş yaşındaki bir çocuk gülerek dedi ki:
'Aşk annemle babamdır, onlardan başka kimse bilmez aşkı.'
Ve böylece Aşk'ı tarif eden herkes kendi umutlarını ve korkularını bıraktı önüme sır olarak.
O anda tapınağın içinden gelen bir ses duydum:
'Yaşam iki yarıya ayrılmıştır: biri donar, biri yanar; yanan yarı, Aşk 'tır.'
Bunun üzerine tapınağa girdim, sevinçle diz çökerek dua ettim:
'Tanrım, beni yanan alevin besleyicisi yap...
Tanrım beni kutsal ateşine at...'

Halil Cibran

Ve umut soruyu cevaplayanla değil, soruyu soran gardiyanın nefesinde dışarı çıkıp aramıza karışacak…

Onun için okuyucu kullandığınız her kelimenin içine umut ekleyerek soluyun insanları, ..

 
Toplam blog
: 75
: 465
Kayıt tarihi
: 12.11.07
 
 

"Her umut bir olasılıktır" Her sabah evin eşiğinin kenarında duran çiçeğin her sabah orda olma ol..