Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mart '13

 
Kategori
Sinema
 

Kelebek kelebek olalı böyle rüya görmedi !

Kelebek kelebek olalı böyle rüya görmedi !
 

Dizi kültürüm “Muhteşem Yüzyıl,” "Öyle Bir Geçer Zaman Ki" ve “Behzat Ç” ile sınırlı. Onları da son zamanlarda -haftanın belirli günlerine yayarak- internetten izliyorum. “Kelebeğin Rüyası” adlı filmin Lütfi Kırdar’daki Özel Gala Gecesi yayınına da tesadüfen rastladım! Galiba geçen ayın ortalarıydı. Akademi Evords çakması görüntüler dikkatimi çekerken bir de sınırsız kullanımlı tebessüm maskesi hediye etti hayal dünyam! Kimler vardı kimler gecede! Pantolonunu çekiştiren mutfak takımı entel gözlük de takmış ki yat yere tepin:)) “Ben neden buradayım”ı sorgulayanlar, vizöre girebilmek için çırpınanlar, kırıtanlar, göz süzenler, sakal buranlar!

Kıvanç’ı severim. Hiç bozulmadı ve bence Kuzey rolündeki gibi mert bir kişiliğe sahip! O’nun konuşmasını dinledim. Belçim Erdoğan’ı pek sevmem. O, ısrarla “ben Belçim Bilgin’im.” der, bense “Belçim Erdoğan olmasan kim tanır(dı) seni.” derim. Ben Beren Saat’i de sevmem. Ve Ankaralı bu iki genç kadın çok iyi dosttur:)) İkisini de gerçek hayatta görmedim, eminim çok iyi insanlardır; ama benim sevmediğim de zaten kişilikleri değil, hiç olmayan sanat yanları. Gençlikleri, güzellikleri olmasa; Fatmagül'ün suçuyla, aşkın tesadüfleri sevip sevmediğiyle kim ilgilenirdi !

Zaman zaman alevlenen siyasi çıkışlarını bir kenara bırakacak olursak Yılmaz Usta’yı severim. Akıllıdır. “Vizontele” ve “Organize İşler”de neden Cem Yılmaz’a, “Vizontele Tuuba”da neden Tarık Akan’a rol verdiğinin cevabı “Kelebeğin Rüyası"nda Kıvanç Tatlıtuğ’un ne aradığıyla aynıdır: Gişeye oynamak! Şimdi Kıvanç, Mert Fırat’la aynı kategoride bir oyuncu mu? Bunu piyasa ederi ve tanınırlık anlamında söylüyorum. Yoksa Mert de çok başarılı bir oyuncu. Kıvanç’ı çıkarıp yerine adı sanı pek duyulmamış bir oyuncuyu koyun, gişe geliri ne olurdu sizce? Kıvanç Arap ülkelerinde de çok sevilen bir oyuncu ve oralarda ismi “Muhannad.” Zaten geçenlerde Dubai’de de bir gala yapıldı ve jönlerimiz İngilizceyi parçaladı:) Arap kızlar da çığlık çığlığaydı. Elbette ki Kıvanç’ın da bir sanat ömrü var. Daha otuzunda ve evlilik çok bahar sonra! Çünkü evlenirse biter, fanları küser, hayali aşklar sona erer! Mustafa Sandal ve Emre Altuğ bugün 40 yaşını aşmış beyefendi sanatçılarımız. Evlenip aile oldular, eleklerini duvara astılar! Kıvanç da en fazla on sene daha popülaritesini korur, sonra da evlenip -kucağında çocukları- eski filmlerini, dizilerini izler! Türkiye’de sarışın jönlerin forsu kırkında söner! Çünkü esmer erkekler Türkiye’sinde onların sarı saçlarına, renkli gözlerine vurulan genç kızlarımız da büyür, evlenir, hayat gailesine dalarlar! Yeni gençler de genç jönlere vurulur; ama Kenan İmirzalıoğlu, Erkan Petekkaya ve Murat Yıldırım gibi jönler her yaşta var olacaktır. Bu arada, Murat Yıldırım’ı geleceğin Haluk Bilginer’i olarak görüyorum ben!

Kıvanç’ı galada görünce önce davetli sandım meğerse başrol oyuncusuymuş ve ağzımdan “ne alâka be Kıvanç Kardeş.” nidası çıktı. Türk halkı tam da bıçkın Kuzey’e alışmışken şimdi naif şair Muzaffer Tayyip’i nasıl izleyecekti! 80 derece saunadan sıfır derece suya atlamak gibi bir şey bu !

Yılmaz Usta’nın filmde eşiyle rol alması önemli bir tasarruf olmuş! Mesela Suzan rolünde çocuk yüzlü Pelin Karahan ya da Hazal Kaya ve Behçet Necatigil rolünde de Mehmet Aslantuğ oynasaydı filmin bütçesi oldukça kabarırdı. Yine de -diğer Yılmaz Erdoğan filmleri gibi- başrol seçimleri çok akıllıca yani ticarice!

Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki ya -Kıvanç'ın Kuzey rolü nedeniyle- ciddi bir zamanlama hatası yapıldı ya da “salla gitsin, nasılsa Araplar var!” düşüncesine sığınıldı. Gerçi Mert Fırat da "İntikam" dizisinde Beren Saat ile başrol oynuyor; ama hiç değilse -haziranda ekranlara veda edecek olan- Kuzey Güney'in finali beklenmeliydi.

Neyse, çevremde filme gitmeyen kalmadı. On kişiden onu kadın:) Bayılmışlar! Şiir ve Kıvanç bir arada:) Kıvanç olmasa, eminim Behçet’i görmeye de koşarlardı:)) MB’den Çınar Çınar arkadaşım da bir haftadır başımın etini yiyor, git-izle-yaz diye! Direndim! Çünkü biliyorum ki Belçim’in yapmacık hareketleriyle o filmden keyif almam mümkün değil !

Yine kelebeğe mahkum ben, bile bile ladese doğru ön yargılarımla düştüm yola!

*****

Aşk en güzel bahanesidir şiirin!

Günün birinde bir ermiş rüyasında kelebek olduğunu görmüş. Uyandığında kafası karışıkmış! Kendi kendine şöyle demiş: 'Ben mi rüyamda kelebek olduğumu gördüm yoksa kelebek mi rüyasında ben olduğunu gördü?'

Günümüz insanı için bir anlam ifade etmeyen veremin senaryonun özünü teşkil etmesi film boyunca hüznü hakim kılıyor!

Şairler erken ölür. ‘İnce hastalıktan gitti.’ derler!

Mizah ustası Erdoğan bu sefer de kelebek ömürlü şairler Rüştü Onur’la (Mert Fırat) Muzaffer Tayyip’in (Kıvanç Tatlıtuğ) trajik hayat hikayelerinden yola çıkarak kırklı yılların madenci kenti Zonguldak’ta yeşeren dramı ürpertici bir açılış sahnesiyle anlatmaya başlıyor! Mükellefiyet Yasası gereği köylüler maden ocaklarında çalışmak zorunda. Rüştü kömür işletmesinde memurluk yaparken, Muzaffer de telgraf direklerinden sorumlu memur! Edebiyat aşığı bu iki fakir genç halka şiiri sevdirmek için çabalıyor ve en büyük hayalleri de şiirlerinin Varlık Dergisi’nde yayınlanması! Onları destekleyen edebiyat öğretmeni Behçet Necatigil’i Yılmaz Erdoğan, belediye başkanının güzel kızı Suzan’ı da Belçim Erdoğan canlandırıyor ve Suzan genç şairlerin ilham kaynağı oluyor, şiire inançlarını artırıyor.

Ahh bir de verem illeti üzerlerine çökmeseydi. İçimin ezildiği sahneler oldu. Galiba gözlerim de doldu!

O döneme ait araçlar, dekorlar ve detaylar için çok emek harcandığı anlaşılıyor. Onca insan İstanbul'dan götürülmemiştir herhalde, Zonguldaklı figüranlar oldukça başarılı. Kömür Ocağı sahnelerinde de günümüz madencilerinin rol aldığını düşünüyorum! Filmin görüntü kalitesi, manzaralar müthiş! Fotoğraf gibi sahneler vardı, görüntüyü dondurmak istedim. Müzikler de çok güzel; ama o yılların dokusuna uygun mu, tartışılır! Bir de hemen her sahnenin arka planında müzik olması biraz garip geldi bana!

Bazı sahnelerde giysiler terziden yeni çıkmış gibi dursa da belli ki -dikim öncesi- kumaşlara eskitme işlemi uygulanmış! Rüştü ile Muzaffer'in kostümlerine, madencilerin üniformalarına oldukça özenilmiş! Suzan'ın kırmızı elbisesi, paltosu ve beresi ise muhteşemdi. Behçet Necatigil'in gri kostümünü, siyah fötrünü ve deri çantasını da unutmamak gerek:)

Filmde ince espriler var; ama gülme krizine girmiyorsunuz! Hüngür hüngür ağlamıyorsunuz da! Şair Yönetmen Yılmaz Erdoğan dört dörtlük bir kurguyla dramı -melankolik şiirsellikle- dozunda işlemiş. Kendisi de -mizahi karakterinin baskın olduğu replikler olsa da- şair kimliğiyle abartısız, mağrur ve hüzünlü Behçet Necatigil'i lâyıkıyla oynamış; ama 1941'de 25 yaşında olan Behçet Necatigil rolü için -saçlarını boyamış da olsa- 46 yaşıyla biraz yaşlı kaçmış! Yağmur altında şiir okuyarak yürüdüğü sahne etkileyiciydi. Filmde alt karakter olan Necatigil'in solo sahneleri, sanırım Erdoğan'ın "Bu filmde ben de önemliyim." diyebilmesi için çekilmiş!

Milli Şef İnönü'nün posterleri önünde vals yapan kent burjuvazisi ile mükellefiyet mağdurlarının sefil hayatları çok iyi yansıtılmış. Cumhuriyet Balosu sahnesine tango, "Mehtaplı bir gece." çok yakışmış!

Bugünlere bakıp da kırkların Türkiye'sine şaşırmamak mümkün değil! Ezan Türkçe okunuyor! Küçücük bir kentte Ziraat Bankası Tenis Turnuvası tertipliyor ve kızlar tenis kıyafetleriyle katılıyor! Kadınlar da son derece şık ve şapkaları pek havalı. Halkevlerinde gençler tiyatro, dans, folklar için toplanıyor! Kendimi "Grease"te sandığım anlar oldu! Kızlarla erkeklerin bir arada olmasından rahatsızlık duyan yok!

İki genç şair bir yandan hayatla öte yandan da -bir şiirlik canı olduğuna inandıkları- Suzan'ın aşkıyla mücadele ediyor! Onca sefilliğe rağmen yüzü sürekli gülen; ama içi kan ağlayan Rüştü Onur rolünde Mert Fırat kendini aşmış! Nefes alamıyorum diyerek öldüğü sahne inanılmazdı. Kıvanç da şaşırtıcı derecede başarılı. Beden dilini ve sesini çok iyi kullanıyor. Bazı el kol hareketleri, tavırları Kuzey’i andırsa da içine kapanık, tikleri olan, hafif kamburumsu, tırnaklarını yiyen Muzaffer Tayyip’i de hakkıyla tiplemiş! Ancak, bir gece önce Barış'a dayak atan Kuzey'le ertesi gün Kürşat'tan dayak yiyen Muzaffer Tayyip'i hazmetmek kolay değil seyirci için! Haydi Muzaffer'e rağmen film bence daha çok Rüştü Onur'u anlatıyordu ve Mert Fırat da rol gücü anlamında Kıvanç'ın bir adım önündeydi.

“Öyle bir geçer zaman ki”nin Aylin’i Farah Zeynep, Rüştü’nün aşkı Mediha rolünde çok başarılı. Keşke rolü daha uzun olsaymış!

Ama ön yargı; ama değil, Belçim kadar komik -otuz yaşında- bir lise öğrencisi daha görmedim:)) Neden devamlı sırıtıyorsa! Herhalde, "Sen 16 yaşında bir lise öğrencisini canlandırıyorsun. Devamlı gülmelisin." demişler:) Suzan rolü üzerinde emanet gibiydi! Haliyle, güçlü rol arkadaşlarının yanında silik kalmış! Mert (32) ve Kıvanç (30) film için oldukça zayıflayıp daha da gençleşirken, Rüştü (21) ve Muzaffer'i (19) mükemmel gerçeklikte oynamışlar. Belçim çoğu sahnede Suzan Ablaları gibi duruyordu! Aslında, iki duygulu şairi derinden etkileyen Suzan karakterinden çok daha fazla şey bekliyor insan! Rüştü’yle Muzaffer ondan değil de kırmızı bisikletinden ilham alsalarmış ve hatta Suzan karakteri hiç olmasaymış da olurmuş yani! Neyse, çok da fazla günahını almayalım Belçim'in, belki de rolündeki tekdüze uçarılığın nedeni senaryonun zafiyetidir!

Zengin kızı Suzan'ın canı maden ocağına inmek istiyor; ama o devirde bu ne mümkün! Erkek kılığına sokuyor Muzaffer onu! Saçlarını da kasketin altına topluyor! O kadar güzel ki Suzan'ın yüzü, öyle maden işçisi mi olur; kömür tozundan kapkara olmuş dere çamuruyla birbirlerinin yüzünü sıvıyorlar! Sınıf farkını bir kenara bırakın, veremliye dokunmak hem tehlikeli hem de yasak o dönemde! Ama aşk işte! Tamam; görüntüler, büyülü dokunuşlar, aşkın çekingen ifadesi filan iyi hoş da Suzan işçilere acıyor da ne oluyor, yüreğine bıçaklar mı saplanıyor! Hayır, Muzaffer Tayyip ile Suzan aşkı ilk orada başlıyor! Aşkın başlangıç noktasını göstermek için ne tantana!!

Rüştü ile Mediha aşkını Muzaffer ile Suzan aşkına göre daha güçlü buldum ben! Gerçi Rüştü'nün Suzan'a aşıkken -sanatoryuma yatar yatmaz- Mediha'ya tutulmasını da garipsemedim değil!

Aslında bu filme aşk değil de dostluk ve şiir filmi demek daha doğru olur! Hayat ve ölüm de cabası.

Çok emin değilim ama mükellefiyet kelimesi ya bir ya da iki kez geçti filmde! Zincirlenmiş insanların jandarma marifetiyle ocaklara indirildiği o acı dönem bence daha uzun anlatılmalıydı. Sorun süreyse, Suzan Hanım’ın neşe dolu sahnelerinden kırpılabilirdi pekâlâ! Rüştü ile Muzaffer aşk ve şiirden verem olmadı ya!

Sanki cumhuriyetle bir hesaplaşma mı vardı Yılmaz Kardeş ya da ben mi öyle hissettim!

Şiirle dans eden kelebeklerin Muzaffer Tayyip'e vedası çok anlamlıydı.

Filmin konusu Rüştü Onur’la Muzaffer Tayyip’in hayatıyken; Belçim'in resminin -filmin afişine- sanki üçüncü ana karaktermiş gibi neden konulduğunu, isminin neden Kıvanç'tan sonra ikinci sıraya yazıldığını anlayamadım! Sanırım bu soruların cevabı, filmin neden Behçet Necatigil'in dizeleriyle bittiği sorusunun cevabıyla aynı: Karı koca, "Asıl başrol oyuncuları biziz!" demişler:) Acaba Belçim Hn biraz da kendi kanatlarıyla mı uçsa ve Yılmaz Erdoğan da Belçim'siz filmler mi çevirse!

Aklımda kalan bazı güzel sözleri de paylaşayım sizlerle:

Diyecekler ki arkamdan: ‘O yalnız şiir yazardı. Yazık diyecek hatıra defterimi okuyan. Ne talihsiz adammış. İmanı gevremiş parasızlıktan!'  (MT)

Bir kızın şiiri beğenmesi, şairinin de beğenileceği anlamını mı taşır?  (BN)

Belki bir kelebek o kadar memnun ki rüyasından, uyanmak istemiyor uykusundan.  (BN)

Bütün dünya savaşırken bu kadar güzel olmak doğru mu?  (RO)

İnsanlar tokalaşınca verem bulaşmaz, olsa olsa biraz sevgi bulaşır; o da unutunca geçer!  (MT)

Okuma yazması yoktu; ama şiirin kıymetini biliyordu.  (MT'den Battal Abi'sine.)

Güzel olan yaşadığımızdır, bir gün öleceğimiz değil.  (MT)

Kapalı kaynar tencerem. Bilinmez! Et mi pişer, dert mi pişer!  (BN)

Yazdıklarınıza aşık olmayın; ama yazın.  (BN)

Aldırma bunlara sen Muzaffer! Senin savaşın sana yeter!  (BN)

Tek yaptığımız tutanak tutmak, gerisi takdir-i mutlak!  (BN)

Bir güzele güzelliğini hatırlatmak isterdim, aynalardan evvel.  (MT)

Ne kucak açar hatıralar ne de dönerler gemiler bir daha.  (SÖ)

Yine de bazı replikler, sahneler (özellikle -başrol oyuncusu olmayan- Behçet Necatigil'in solo sahneleri) gereksiz uzun ve anlamsız! İlk yarı daha hareketli; ama ikinci yarı şiiri sevmeyenlerin yastık aramasına neden olacak kadar sıkıcı! Kahramanlarımız da son yarım saatte adeta ölüm yarışına giriyor ve sefalet, hastalık, şiir yine ön plana çıkıyor! O zaman da diyorsunuz ki madem Rüştü ile Muzaffer'in trajik hikayesini izlemeye geldik, Belediye başkanının kızıyla ne baydınız bizi! Lâfın kısası: İç içe hikayelerin hep aynı karakterler etrafında döndüğü film 2.5 saate yakın süresiyle seyirciyi oldukça yoruyor!

Yolcu vedalaşmayı bilecek, Uzatmayacak vedaları. Yoksa gölgesi boyunu aşar!

Dörtte üçü bayan olan salondaki burun çekmelere bakıp, Yılmaz Erdoğan iyi bir film yapmış diyor erkek seyirciler:) Gerçekten de yapmış da filmin sonuna hooop diye nasıl geldik! Tam da mayışmışken, paketlenip bırakıldık sanki !

Ve üzerimde baskı kuran Kuzey müridi bayanlar: Yahu, benim ruh alemim zaten gri bulutlarla kaplı full hüzün! Bir de bu kasvetli filme ne gönderdiniz beni:( Ne güzel, ben Sevimli Canavarlar’a gidecektim:(

 

Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..