Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '12

 
Kategori
Deneme
 

Kelebek ülkesi

Kelebek ülkesi
 

kelebekler özgür yaşasın...


Kapı açıldı ve ben yürüyorum.... Patt! Ardımdan kapanıyor hışımla... Her yerde mandalinadan güneş parlıyor kaç tane var allasen bu sarı boncuktan? Mandalina güneşle ay kolkola dalgalanıyorlar yukarıda. Yıldızlar da yakınında duruyorlar kafaları kıyak küfelik. Karşımda kocaman bir bilye duruyor gözümü alırcasına pırıl pırıl rengarenk. Kafamı kaldırdım ve üzerinde bir baykuş tünemiş pis pis bana sırıtıyor. Tek ayak üstünde durmayı seviyor gibiydi sanki. Ara sıra da diğerinin üstünde asaletini bozmadan durmaya çalışıyor savsakça. Yorgunluk çöktü sanki omuzlarıma bir anda, sessizce cam göbeği renginde denizi içime, nefesimin sonuna kadar çekerken. Ohh kasvetlerim  uçuştu sanki pul gibi tozu dumanına katmışken.

Camgöbeği denizin üzerinde bir tül sallanıyor  ahenk içinde beni imrendirerek. Bir ucunu da  balıklar tutmuş martı kollama çabasındalar. Martıların umrunda  mı bu beklenti acaba, bir susamın düşmesini beklerken sır gemisinden? Kırmızı – pembe bir sandal yanaşır; içinde çıplak duygularıyla bakan bir kelebek oturur elinde yelpaze ile. Başının üstünde pervane olur nice simli çiğ damlaları. Embesil bir kurbağa basamak olur ayağının altına, kelebeğin ayakları suya değmesin diye. Karşısında gözleri masmavi gökyüzünün pırıltısı  vuran gözlerle bakan yeşilimsi bir  penguen durur. Bir nezaket, bir tebessüm ki sormayın matmazel kelebeğe. Mutluluktan  kanatlarından çisil çisil pırıltılar uçuştu bir anda.  Tüm ağaçlar dallarını sundular ayaklarının önüne. Kırmızı bir şahin yaklaştı yanına kollarını açarak, “hoşgeldin matmazel kelebek”. Kendimin hala nerede olduğunu anlayamıyordum şaşkındım, sanki sihirli bir değnek dokunmuş başıma ve ben masal ülkesine geçiverdim  kapıların arasından.

Altından yapılmış  taş yoldan yavaş adımlarla ilerlemeye başladı kelebek matmazel. Anlaşılan sarayına ilerliyordu. Pırıltılı pelerinini tutuyordu arkadan diğer minik  kelebekler. Bulutlar dansa başlıyor,  muhabbet kuşları birlik olup  minik minik kalpler çiziyordu gökyüzüne. Ben kendimi kaybetmişim  şaşkınlıktan. Uzun fraklı bir  kuğu yanıma yaklaşıp “Buyrun mösyö Sokrates! Almaz mısınız  kelebek ülkesinin renkli meyvelerinden?“ diyerek altın yaldızlı tepsiyi uzatıverdi muhtemel bir sakinlik ve nezaketle. Ben tam bir şey söyleyebilmek üzereyken sözümü kesip “Mösyö Sokrates ilk önce pembe üzümlerden başlamanızı tavsiye ederim çok lezzetlidirler “ dedi. Gözlerim faltaşı gibi bir halde budala bir bakışla kopardım üzüm tanesinden. Teşekkürler kuğucuk diyerek tebessüm ettim. 

Allahım ben nereye düştüm böyle herşey farklı. Meyvelerin renkleri tam bir zıtlık içindeydi.  Turuncu muz, mavi karpuz, mor bir portakal , fıstık yeşili  bir çilek.... Yo yo yo. Ben kesin hayal görüyorum bu sefer. Kendimi tokatlayıp  silkelenmeye çalışyorum ama herşey aynı yine. Kesin kafayı yedim ben diye  mırıldanırken yanıma tekrar geldi fraklı kuğucuk. “Mösyö Sokrates. Kelebek matmazel sizi görmekten onur duyacağını söylediler. Lütfen beni takip ediniz. (Len bu aynı; mafyanın adamlarının kibarca –abim seni görmek istiyor zorluk çıkartma arabaya bin – demesi gibi oldu yahuu ) . Diye saçmaca düşündükten sonra şaşkın adımlarla kuğuyu takip etmeye başladım arkasından.

Altın süslemeli sütunlarla bezenmiş sarayın basamakları tam 165 adetti. Üşenmedin onları mı saydın olum manyak mısın diyorsunuz ama; takıntı işte napçan. Ben  hep merdiven çıkarken  basamakları sayarım takıntıdan. Neyse efendim, basamakları çıkıp sarayın müthiş koridorunu ilerledik ve devasa bir altın kapının karşısında duruyorduk. Burada herşey rengarenk ve altından yapılmıştı. Kapı kocaman bir kelebek kanadı şeklindeydi.  Yeşilimsi penguen kapıyı araladı ve gözlerimi alan güzelliği ile tahtında oturan Kelebek Matmazel bana gülümsüyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım heyecandan. Ayağa kalktı ve “ Hoşgeldiniz Mösyö Sokrates sizi görmek harika bir  mutluluk benim için. “ diyerek yaklaştı bana.

Elimden tuttu ve tahtına benim de oturmamı işaret etti  naifçe.  Resmen dumur olmuştum. Kesin ben uykudayım ve üstüm açık yattım vallaha. Yoksa nerde böyle rağbet bizeee..  Kelebeğin elinde üzerinde pembe ve pırlantalı bir örtü ile örtülmüş bir sandık vardı. Bana uzattı ve “ Sokrates nacizane hediyemi kabul ediniz bu bizim için çok önemli. Hep sizden bahsediliyor  ülkemde. Siz ki şiirlerin , duyguların prensisiniz. Hep bu anı bekledi ülkem. Gelişiniz  herkese neş’e verdi. “ dedi.  Len dedim içimden görüyon mu biliyodum olum bigün meşur olacağını bak  başka bi gezegende bile adın var olum. Matmazelin uzattığı sandığı kibarca aldım, öyle saf saf bakıyorum yüzüne  ( şoktan bi çıkabilsem ben yapcağımı biliyorum ama ) “ te tteee te teşekkürler Matmazel Kelebek “ dedim.  O tatlı sevimliliği ile kanatlarını pırpır yaptı gülümseyerek. Örtüyü kaldırdım ve kapağını araladım sandığın. Bir anda saçlarım havalandı ve etrafta simli parlak pembeden  yeşile rengarenk sisler uçuşmaya başladı.... “ Len noluyo olum şşşt “ dedim şaşırarak.

Nerdeyim ben ? Aaaaa   rüyamış olum bu...  Vay anasını bee zaten ne zaman mutluluklar gerçek oldu ki ?  Tepemde gözlerimi kamaştıran bir güneş bana bakıyordu. Bir ağacın dibinde uyuya kalmışım ben. Sonra elimde bir anahtarın olduğunu fark ettim şaşırarak. Bir altın anahtardı bu. Simli  parlak  süper bi anahtara benziyordu. Bir de baktım sol tarafımda üzerinde aynı benim rüyamda gördüğüm gibi örtü duran parlak bir küçük sandık duruyordu. Heh valla harbiden kafayı şimdi yiycem ben he. Demin rüyamda değil miydi bu sandık yahu ?  Elimde duran anahrar bu sandığın olmalıydı. Hemen örtüyü kaldırıp  sandığı aldım kucağıma ve anahtarı 3 kere sağa çevirmemle sandığın içinden saçlarımı havalandıran bir duman ve rengarenk simli parlak bir ışıltı  serildi. Gözlerimi oğuşturarak kapağı iyice açtım.

Bir de ne göreyim ? İşte yaa. Vay canım kelebeğim benim ya. Sandığın içinden gözlerimi kamaştıran yeşil zümrüt taşlarla süslenmiş altın bir  kalem çıktı. O kadar harika duruyor ve ihtişamlıydı ki hayatımda aldığım en güzel hediyeydi bu. Müthiş birşey. Sandığın içinde bir de padişah fermanı gibi rulo yapılmış bir kağıt vardı parlak.  Bir mektuptu bu.

Şunlar yazıyordu: “ SEVGİLİ MÖSYÖ SOKRATES ! KELEBEK ÜLKESİ SİZİ MİSAFİR ETTİĞİ İÇİN ÇOK MUTLULUK VE ONUR DUYDU. ZİYARETİNİZ  BİZE  TARİF EDİLMEZ BİR MUTLULUK VERDİ. BU HEDİYE SİZİN  BEĞENDİĞİMİZ ŞİİR VE YAZILARINIZ  İÇİN. LÜTFEN  YAZDIKÇA BİZİ HATIRLAYIN. SİZİ SONSUZA DEK UNUTMAYACAK KELEBEK ÜLKEM. KİM BİLİR ? BELKİ SİZE UMMADIĞINIZ BİR ANDA İADE-İ ZİYARETE GELEBİLİRİM. SONSUZ SEVGİLERLE. . .  Matmazel Kelebek “

Vays bee ! Demek insan elbet bir gün umut ettiği güzellikleri yaşıyor bir şekilde. Görüyon mu  sen Kelebek Matmazeli harbi kelebekmiş ama bak  ardımdan yollamış hediyemi zaman kaybetmeden? İyi ki uyuyakalmışım  burda. Hala şoktayım ama ben. Bunu kime anlatsam inanmaz ki bana. Deli derler adama be =)   Hava ne kadar güzel bugün. Iğğğğhmmmm  ohhhh mis gibi hayat. Hayat sana teşekkür ederim. Sürprizlerle dolusun sen vallaha kerata....   

 
Toplam blog
: 749
: 1983
Kayıt tarihi
: 11.10.07
 
 

Yazmanın hayatın akışının bir parçası olduğu kanısındayım. 6 Mayıs 1982'de doğdum ve İstanbul Kar..