Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Haziran '14

 
Kategori
Deneme
 

Kelimelerim ve Ben

Kısa bir zaman önce bütün kelimelerimi topladım. Komodinimin en alt çekmecesine, en kuytu köşesine koydum ve komodinimi kapattım. Kelimelerim oradan çıkmaya yeltenmesinler diye çekmecenin önüne yükler yükledim...

Bunu gören ay sinirlendi ve benden saklandı. Işığını benden esirgedi. Yıldızlar saklamadılar ama göz kırpmayı kestiler. Ertesi gün uyandığımda rüzgâr yüzüme sert bir tokat attı. O gün ve onu izleyen günlerde soğukluğunu hep hissettirdi. Güneş selam vermedi, rüzgâra inat sahiplenip ısıtmadı beni...

Oysa ne çabuk unuttular beni bu hale getirenleri. Bir derdim, sıkıntım yoktu benim. Güllük gülistanlık yaşar giderdim. Ama buna inat edercesine üzerime geliyorlardı dertli ve sıkıntılı kişiler... Hepsinde aynı hikâye aynı dertler ve sıkıntılar vardı. Her seferinde yardım isterlerdi benden. Üzerimdeki mutluluğu, pozitif enerjiyi almalarına rağmen hep yardım ederim. Gerek maddi gerek manevi... En çok da kelimelerimi birleştirip, güzel cümleler kurarak dertlerini ve sıkıntılarını gidermelerine, rahatlamalarına yardım ederdim. Onlar gibi hisseder, onlar gibi düşünür, onların dili olurdum. Yeri gelir isyan eder, yeri gelir sitem ederdim. Bazen de akıl verirdim... Bu o kadar sık hale gelmeye başlamıştı ki; kelimelerimi birleştirmem için özel bir çaba sarf etmez oldum. Tıpkı Voltran da olduğu gibi kelimelerim kendiliğinden birleşip görevlerini yerine getiriyorlardı.

Zaman ilerledikçe sıkılmaya başladım. Bir papağan gibi sürekli aynı şeyleri yapmaktan bıktım. Kelimelerim anlamlarını yitirdi, sıradan cümleler oluşturmaya başladı. Bu da yetmezmiş gibi çoğu kişi yazdıklarımın hepsini benim kendi düşünce ve duygularım zannettiler. Yani sürekli mutsuz, dertli bir görüntü vermeye başladım. İşte tüm bunlar beni, o an mutsuz etmeye, hatta depresyona girmeme neden oldu.

Kendimden çok; uzak yakın bütün dostlarıma yetmeye, yanlarında olmaya çalıştım. Yüzlerini güldürmek, mutlu etmek için çabaladım. Bazen gereğinden fazla fedakârlıkta bulundum. Neydi dertleri?..

Aşk,

Aşkın sanal halleri,

Aşkın vefasız yanları,

Aşkın yalan halleri,

Aşkın iki bacak arasına sığdırılması, iki bacak arasında aranması,

En ufak şeyden kocaman hüzünler çıkartmak,

Yalan insanlardan oluşan bir ağ örüp, yalan olup doğru kişiyi aramak, bulamadığında isyan etmek, vs...

Yani öyle büyük dertleri sıkıntıları da yoktu. ...

Fakat tüm çabama rağmen bazı kelimelerim aradan kurtulmuş. Nerde isyan, hüzün, sıkıntı görseler yine Voltran'ı oluşturdular. Yine herkes ( bilenler hariç) onların çoğunu benim kendi duygularım zannettiler....

Her şeyden soğudum, her şeye sinirlenmeye başladım. Uzun dilimi ağzımın içine sokmayı başaramadım. Sürekli dalgın bir vaziyette dolaşıp saçma sapan şeyler yaptım. ( Kirli çorabımı kirli sepetine atmak yerine çöpe atıp aradan beş dakika sonra onu çöpte görüp anneme neden attın diye kızmak gibi ). Benim gibi kitapsever dostumun, 'Asuman ne okuyorsun?' sorusuna cevap veremeden yaşlı bir teyzenin: ' Aa, sen okumayı da mı biliyorsun? Yavrum bana da okusana, üzerimde bir ağırlık var.' demesine gülmek yerine sinirlenmek de bunlardan biriydi. Rüyalarımın da hakimiydim. Her gece bir aksiyon vardı rüyamda. Oradan oraya koşturuyor, kâh birileri ile savaşıyor, kâh birilerini birilerinden kurtarıyor, ya da birilerinden kaçıyordum. Kâbus gören annemi rüyasında duyan ve onu uyandırmak içinde rüyasında kendine seslenip kendini uyandıran tek kişi benim sanırım. Sabahları kalktığımda yorgunluğun ve uykumu alamamanın verdiği sıkıntı yaşıyordum.

Tüm bunlara rağmen: Güneşin, ayın, yıldızların küsmelerine, rüzgarın 'trip'lerine inat içimde farklı bir enerjim de vardı. Bu duygular ağır bassa da yine de ufacık şeylere gülebiliyor, mutlu oluyordum. Eski dostlarım aradığında, geldiğinde şen kahkahalar atmayı biliyordum. Sıcacık kahvemi yudumladığımda yüzümde oluşan aptal gülümsemeyi fark ettiğimde gülmeyi de biliyordum. Vefalı dostlarımın yanında olmayı da biliyordum.

Ta ki genç bir yüreğin ölüm haberini alana kadar. Dün ailesinin yanına gittim. 17 yaşındaki küçük Sadi meğer kocaman bir yüreğe sahipmiş. Arkadaşları tarafından ' Sadi Baba' diye anılır, saygı duyulurmuş. Bir melek misali, herkesin yardımına koşar, elinden geldiğince onların yanlarında olmaya çalışırmış. Büyük bir sevgi oluşturmuş etrafında. Ve giderken de yanında o insanların sevgisini, hayır ve dualarını götürmüş...

İşte ölüm bu kadar yakın. Yaşı da yok ne yazık ki... Ve götürebildiklerimiz yaptığımız iyilik ve kötülükler.

Ve dedim ki kendi kendime: ' Asuman senin tek derdin duygu canavarı insanlar. Ya da onlar yüzünden başkaları üzerinde oluşan yanlış düşünceler. Duygu canavarlarından kurtulabilirsin ama yanlış düşünceler üzerine bir kez yapışırsa kurtulamazsın. Duygu canavarlarını sil at. Kendinden emin olduktan sonra da kimin ne düşündüğünü umursama. Bırak herkes istediğini düşünsün. Seni sen yapan bunlar işte. Bunlardan asla vazgeçme.'

Böyle diyerek hayatımda bir büyük temizlik daha yaptım. Duygu canavarlarını tek tek sildim. Kimin ne düşündüğü de umurumda değil.

Komodinimin yanına gidip, önünden yükleri kaldırdım. Çekmecemi açıp kutu köşeden kelimelerimi çıkardım. Ay ve yıldızlarla barıştım. Rüya görmedim. Sabah rüzgâr tenime öylece değip geçti gitti. Güneş tüm güzelliği ile selamlayıp sahip çıktı bana ve içimi ısıttı...

Kelimelerim ve ben herkesin dostu... Ama en çok kötü gün dostu...

Yine dertleri sıkıntıları kendi dersimiz sıkıntımızmış gibi hissedecek, Voltran?ı oluşturup hem kendimizi hem de başkalarını rahatlatacağız...


Kelimelerim olmadan ben bir hiçim. Varsın herkes beni mutsuz, isyanlar, depresyonda bilsin. Gerçeği ve kendimi ben biliyorum ya, bu bana yeter.

 
Toplam blog
: 28
: 163
Kayıt tarihi
: 16.05.14
 
 

Yazmak heves, yazmak tutku... Sadece amatör yazar, İçinden geldiği gibi yazar... ..