- Kategori
- Anılar
Kelkit, Gökyüzü Mavi Kaldı - Yaşar Kemal-Sabahattin Eyüboğlu
İkibinli yılların başında, kısa bir süre, Gümüşhane Kelkit'te çalıştım. Görevimin gereği, ayın yirmi gününü Kelkit'te on gününü ise İstanbul'da geçiriyordum. Benim için bulunmaz bir fırsattı. Libya dönüşü, uzun işsizlik döneminden ve işsizliğin yarattığı sorunlardan sonra, hem İstanbul’da hem de memleketimde bulunabileceğim bir işim olmuştu.
İstanbul’dan Kelkit’e giderken, Trabzon - Gümüşhane yolunda,yolun iki yanındaki dik kayalıklarla ve Maçka Deresi’yle türkü ve anı dolu bir sohbete girişirdim.
Sular akar tersine
Maçka’nın deresine
Gül çiçekleri koysam
Yarin entaresine
Resmi adı Değirmendere olan derenin bu adına eski Maçkalılar çok içerlerlerdi. “-Ula kırk yıllık Maçka deresi nasıl Değirmendere oldi” diyerek sövüp sayarlardı. Bence de O’nun adı Maçka Deresi. Trabzon ilinin topraklarını neredeyse ortadan ikiye bölerek Karadeniz’e dökülen Dere ile ilgili bir çok anı ve türkü var dağarcığımda. Bunlardan birini,Trabzon Lisesi mezunu ağabeyimiz anlatmıştı. “Lise’de hiç bir rekabet konusu kalmasa bile, Dere’nin o yanı, bu yanı ( doğusu, batısı) ilçelerden gelenler diye bölünür, maçlar yapar rekabet ve zıtlaşma duygumuzu canlı tutardık.”
Maçka’ya varmadan hemen önce, yolun sağındaki, Sevinç Köyü (Soldoy:köyümüz. Bu isim değiştirme konusu, bambaşka bir mecra. Ben İstanbul’da büyüklerimden dinlediğimce, köy adlarının eski halini biliyorum ve kullanıyorum.) tabelasıyla ve solda horon oynayanların heykeliyle selamlaşırdım. Maçka’dan geçip Zigana Geçidi’ne girmeden, ballı tereyağlı sabah kahvaltısı yaparken, Hamsiköy’ün yeşil bir halı gibi pürüzsüz yamaçlarını, ağaçlarını ve birbirlerine uzak aralıklarla serpiştirilmiş gibi duran köy evlerini izlemek yeşil bir huzur evrenine götürürdü beni. Dönerken, özellikle sonbaharda Gümüşhane ile Zigana Geçidi arasında, açık sarıdan, kızıla, yeşilden, koyu kahverengiye boyanmış ağaçlar, izlenimci ressamların fırçasından çıkmış tablolar dizisi gibi kilometrelerce uzayıp giderdi. Geçitten çıkar çıkmaz, önce “Maçka” tabelası, sonra da yemyeşil ata memleketi, türkülerindeki dumanıyla karşılardı beni.
Maçka güzel bir yerdur
Üstü duman olmasa
Duman da benum gibi
Meraktur ağlamaya
Bir dağın iki yanındaki bitki örtüsünün nasıl bu kadar farklı olabildiğine bir kez daha şaşırırdım. Sonbaharın benim için en güzel yanı, hamsi sezonunun başlamasıdır. Maçka’da çay molasından ve babamı, dedemi tanıyan insanlarla uzun yıllar öncesindeki olaylara, kişilere dair sohbetlerden sonra, Trabzon’a uçağın kalkış saatinden epey önce gelir, havaalanının karşısında hamsi ve rakıyla çok eskiye dayanan arkadaşlığımızı sürdürür, sonra İstanbul’a dönerdim.
Kelkit’teki işim uzun sürmedi maalesef. İşyerinde kötü olaylar da yaşadım. İnsan hafızası kötülükleri unutmak eğilimindedir derler. Bu doğru olmasa bile ben bu yolu seçeceğim. Kelkit’te işimin sorumluluğu gereği insanlarla tanışmaktan kaçındım. Tanıyabildiklerim, esprili, şakacı sıcak ve candan insanlardı. Benim yabancılık çekmemem için, ellerinden geleni yaptılar. Hepsine müteşekkirim. Kelkit karasal iklim yaşayan bir bölge. Bölge isanının halkoyunları ve konuşma tarzları Erzincan ve Erzurum’a yakın. Ama Kelkitlilerin bana nereli olduğumu sordukları ve “Maçkalıyım” cevabını aldıktan sonra kuzeye dönerek elleriyle işaret edip, “ Ha bu bizim Maçka’dan mı?” demelerini, bir de,”Siz bilirsiniz” yerine, “Siz bülürsüğüz” demelerini, Trabzonlular gibi, ‘iyi’ yerine ‘has’ sıfatını kullanmalarını unutamam. Evet sevgili Kelkitliler “- Ben ha u sizin Maçka’danum.”
Genç yaşta toprağa verdiğimiz küçük halam Cevahir uzun yıllar Fatih’te yaşam mücadelesi verdi, her fırsatta, Soldoy’da geçen çocukluk ve genç kızlık çağlarında yaşadıklarının öykülerini anlatırdı bana. O anıların büyük bölümü dedemin sahip olduğu hayvanları güderken yaşadığı komik, acıklı, ilginç olaylardı. Bir çok anının içinde halamın ineklere hitap ederken kullandığı ‘ Naa’ ünlemi aklımda kalmış. “- Naa Kınali”, “-Naa Benekli”, “- Naa Sarıkız”, “-Naa Zerbanda”. Bu bilgi yıllar sonra Kelkit’te ‘işime yaradı’.
Kelkit’te çalıştığım organik hayvancılık yapılan çiftlikte çalışan Oralı, ufak tefek bir kadın vardı, karayollarında çalışan işçi eşini trafik kazasında yitirmiş üç çocuğu ile ortada kalmış, bunu bilenlerin yardımıyla çiftlikte işe yerleştirilmişti. Görevi hayvanların bakımıydı. Hayvanlar okyanus ötesinden gelip, çiftliğe yerleştirildiği gün yanıma geldi,
“- Özer Bey sana birşey sorabülür müyüm?”
- Elbette
- Biz mallara seslenirken ne derdük? Anamdan hatırımda var ama aklıma gelmüyo.
- Naa derdik.
Döndü ve biraz gerisinde bekleyen hayvan bakımcısı arkadaşlarına, aradığı cevabı bulmanın rahatlığını yaşayan bir ifadeyle;
“ - Özer Bey ne de olsa Maçkalı, çok şey bülüyor” dedi.
Yaşar Kemal ve Sabahatin Eyüboğlu’nun “Gökyüzü Mavi Kaldı” adlı derleme kitabı da, Kelkit’ten bana kalan çok güzel bir armağandır. İkibindört yılbaşı yaklaşırken, çalıştığım şirketin genel müdürü herkese, değişik yeni yıl hediyeleri verdi. Bana da bu kitabı.
İlk sayfasına şöyle yazmış;
“ Sevgili Özer Bey. Yeni yılın size sağlık ve başarı getirmesini dilerim. M.H. 29.12.2003”
Kitap 435 sayfa ve türküler, halk ozanlarının eserleri, maniler, ağıtlar, bilmeceler, atasözleri, tekerlemeler, deyimler, masallar, Dede Korkut, Hacivat - Karagöz, oyunları, Ferhat ile Şirin öyküleri, meddah ve ortaoyunu örnekleriyle dolu bir hazine.
Kitapta yeralan bilmecelerden birkaçı şöyle;
Onbeşinde gencelir
Otuzunda kocalır
İçi ateş, dışı taş
Biri kuru, biri yaş
Attım beyaz yumağı
Tuttum siyah yumağı
Çıt demeden çalıya düşer
Hanım içerde
Saçı dışarda
Bir kalbur boncuğum var
Akşamdan atarım
Sabahtan toplarım
Üstü çayır biçilir
Altı çeşme içilir
Ufacık mermer taşı
İçinde beyler aşı
Pişirirsen aş olur
Pişirmezsen kuş olur
Kul görür Allah görmez
Bir kızım var, gelen öper, giden öper
Cevaplar nerde diyenler olacaktır. Cevapları yazmayacağım. Bilen bilir, merak eden bulur, merak etmeyen boşver der geçer.