Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Kasım '10

 
Kategori
Siyaset
 

Kemal Kılıçdaroğlu... Doğru Olanı Tam Zamanında Yaptı

Kemal Kılıçdaroğlu... Doğru Olanı Tam Zamanında Yaptı
 

Sol siyaset sahnesinin baş aktörü olma ünvanını kimseye bırakmamakta hayli kararlı olan CHP’nin, hiçbir zaman “Sol” ile uzak ve yakın bir ilişkisinin olmadığını türlü kelime ve cümlelerle uzunca bir zamandır buralardan haykırıyoruz. Az buçuk tarafından cumhuriyet tarihimiz göz ucu ile irdelenmiş olsa, söylediklerimizin ne denli doğru zeminlere oturduğu rahatlıkla görülebilir. Dünyaya gelmiş olduğumuz yılların rüzgârlı akımlarına özenen o cumhuriyeti kuran CHP, bir anda kendisini solcu, demokrat v.s. ifadelerle toplumun kucağına gönderiverdi. Ve hakikaten, ülkede, kendisini sola meylemeye ahd etmiş olanlar için CHP solcu olarak addediliyor ve bu addetmeye karşın tarihin hiçbir yaprağı göz ucu tarafındanda olsa irdelenmiyordu. Körüne bir inanıştı bu. Görmemenin, görmemek için direnmenin ta kendisiydi. Ve ne zamanki türlü vesile ve nedenlerden ötürü “Dersim Hadisesi” gün yüzüne çıkıverdi, CHP’nin yedek lastiği olan Aleviler, sudan çıkmış balığa döndüler. Pek tabiki bu tarihte bir sorun vardı. Bilinmeyen, hep gizlenen, açığa çıktıkça çarpıtılan bu tarih baştan aşağıya sorunluydu ve her dem ortaya çıktıkça o tarihin gerçekleri, CHP seçmenleri bu durumu öyle veya böyle sorgulayacaklardı. O CHP, geride bıraktığımız onca yılların ardından, kanlı bir geçmişide bu toprakların üzerine boca ediverdi. Tarihimizi güllere bezenmiş destansı bir tarih olarak anlattılar. Cumhuriyetin erdemlerine dair vurulan demlerin ardı arkası kesilmedi. Bütün bir partileri ile cumhuriyetimiz, bize demokrasilerin en güzelini, en ihtişamlısını sunmuştu ama nedense bütün melanetler, çok partili döneme gark ettirilip, nedense, öncesine dair destansı anlatımlar sürekli zihinlere nakşettirildi. Dünya coğrafyasının siyasi atlılarıda ulusal bağımsızlık mücadelesine girişmiş olan parti ve önderliklere sol misyonu biçmekten imtina etmiyordu ve doğrusuda budur, ama süreç o yapıları bir şekilde yeniden, o emperyalizm denen sermayenin sınır tanımaz dolaşımının kollarına itiveriyordu. Ve biz, yani yeni kurulmuş olan cumhuriyetimiz, emperyalizmin kollarında kendimizi bulmuştuk ve sorumlusu, her nedense çok partili dönemlerin iktidar güçleriydi. Öncesi ise haşaaaaa… Oysa o çok partili dönemde ipi eline dolamış olan Celal Bayar, Mustafa Kemal’in sağ kolu değil miydi? CHP’nin bir zamanlardaki en has neferlerinden sayılmıyor muydu? Şayet tarihin ayrıntılarını gözden kaçırmak gibi bir amacınız varsa... Evet… Celal Bayar ne CHP’nin neferiydi, ne Milli Mücadele’nin ve kurucu kadroların içerisinde nadide bir yere sahipti.

1970’li yıllar geldiğinde, sola meyletme bütün bir dünyada revaçta haldeydi. Özgürlük şiarları dillerde, hak, eşitlik gibi temalar bütün bir dünya gençliğinin zihninde, insan hakları, savaş karşıtlığı ve daha nice insan odaklı söylem, dönemin insanlık alemi üzerinde etkilerini gösterirken, pek tabiki denge politikalarının bir ürünü olan, ve çıkar gördüğü yeri sektirmeden hedefleyen CHP’de nemalanacağı alanı iyi hesaplamıştı. Bir zamanların CHP’li Çalışma Bakanı Sadi Irmak, sendikalaşmaya yönelik bir kanun tasarısı önüne getirildiğinde “Buda ne demek oluyor?” diyerek faveran laflar etmekten hiç ama hiç kaçınmamıştı. O CHP 1970’li yıllar geldiğinde sendikalaşmayı diline dolayarak, hak ve hukuk temalarını bir bir işlemeye başlıyordu. Sonucun ne denli malum olduğunu darbe sonrası süreçte fazlası ile gördük. O CHP’li kadroların ne denli devletin kutsiyetine gönül kaptırdığını, her şey ama her şey devlet içindir şiarını sanki ilke edinircesine bir yaşamı, bir siyasi duruşu benimsemiş olmaları şahsım adına pek de şaşırtıcı gelmiyor. Ve yine bir nebzede olsa darbe sonrası sürecin uzantısı olan SHP’de, nispetende olsa sosyal demokrasi nüvelerine tanıklık etmiştik. Zira 1991’li yıllar geldiğinde, DEP ile ortak seçim kararı alması bile büyük bir cesaretin ürünüydü. Bu adımı bile o dönemin SHP’sine saygı duymam için yeterliydi. Ne varki bir süre sonra açılan CHP’nin izlemiş olduğu siyaset, SHP’nin yıpranması ve sonrasında CHP içerisinde erimesi ve CHP’nin Deniz Baykal ve ekibince külliyen ele geçirilip, içerisinde bütün bir sosyal demokrat nüveleri tasfiye ederek, CHP’yi, aslında özü ile hiç de çelişmeyen bir yapıya taşıması, kimi sol düşünceli çevrelerce tuhaf karşılandı. Bir tarafta, alabildiğine devletin kutsiyetine kendisini adamış olan bir parti ve yine o aynı parti, kendisini tariflendirirken, güya solcu. Bu solculuk anlayışı, kendisini solda tarif edip, devlet kutsiyeti ile bütünleşmiş olan, ruhunun derinliklerine Türk Milliyetçiliğini yazmış olanlar için tuhaf bulunmamakla birlikte, haylide rağbet gördü. Bu kesim bir tarafta aydınlanmadan bahsederken, diğer bir tarafta, devleti en yüce değer olarak pazarladığının farkında bile değildi. Ama ilginçtir, bu zihniyet dünyası hiçbir zaman somut bir şekilde iktidarı ele alamadı. Halk hiçbir zaman bu zihniyet dünyasına geçit vermedi. Hele hele darbe sonrası süreç ve Baykallı, Savlı dönemlerde, şu veya bu şekilde demokrat olduğuna inandığım bu CHP tabanı, alabildiğine muhafazakâr, alabildiğine içe kapanan ve sadece dünyaya kendi gözünden bakıp, empati yapma gereksini mi duymadan o demokrasi kültüründen alabildiğine uzaklaştı. Bu gün konuştuğum her CHP’linin dilinden süzülen cümlelere baktığımda, altında feci bir şekilde farklılıklara dair tahammülsüzlüğü görüyorum. Baykallı ve Savlı CHP harbiden bunu başardı. Sürekli yarattıkları korku imparatorluklarıyla, arkasına aldıkları Cumhuriyet Gazetesi ile ve yargı sultası, asker vesayeti ile birlikte, basındaki kalemşörleride sahaya sürerek sıkı bir korku pompalaması yaptılar. Hep birlikte, o az buçuk demokrat olan tabanlarını iyice içlerine kapadılar, bu içe kapanmayı gerçekleştirirken, diğer yandan kendilerinide sahanın dışına çıkardılar. Ne gelişmekte olan çevrelere gözlerini dikip baktılar, ne ülkede olan ve bitene karşı sağlıklı bir çözümleme yapabildiler. CHP için tek dert, uygulaması bile sorunlu olan “laiklik” ilkesiydi. Bütün bir aydınlanmacılık anlayışı, giyim ve kuşamla sınırlıydı. Oysa çağdaş olmak, modern olmak başka şeyleri gerektiriyordu. Özgürlük, eşitlik, insan hakları gibi sol temalar hemen hemen hiç kullanılmaz oldu CHP içerisinde. Özgürlük, eşitlik, hak, adalet gibi temaları işleyenler, barış diyenler, CHP’nin otoriter üst yönetiminin hışmına uğradı. Parti içerisinde tartışma denen kültür silinip atıldı. Bütün her şey 1930’lu yıllara endekslendi. Tartışmaların içeriksel boyutu, 1930’lu yılları referans alarak yapıldı. Bütün parti politikası 1930’lu yılların referansı ile şekillendirildi. Sonuç ortada. Bir kez dahi adam gibi iktidar olamamak gerçeği. Sürekli seçim yenilgileri ve en nihayetinde, kendilerine oy vermeyen seçmenlerden nefret etme hali. Karşılarındaki iktidar partisi AKP, kendilerine oy vermeyen % 42’lik seçmenin tercihinin nedenselliğini tahlil ederken, CHP, % 58’lik seçmen kitlesini anlamak şöyle dursun “aptal” olarak tanımlıyor.

Bir sol parti neden işçi yörelerinden hiç oy alamadığını sorgulamaz?

Sorunun neden kendisinde olduğunu görmezde, illede hep seçmende görür?

Aslında Kemal Kılıçdaroğlu başkanlığındaki CHP’nin, genel kabul görmüş bir takım yaklaşımları silmeye çalıştığı ve seçmeni anlamak için çabaladığını düşünüyorum. Ne varki partinin kemikleşmiş unsurlarının buna müsaade etmedikleri ortada. Zira Kemal Kılıçdaroğlu, sabah konuştuğunu, akşam inkâr etmek zorunda kaldı ve her bir adım ileri, iki adım geri davranışı alay konusu oldu. Aslında bu durumun partinin doğasından, Önder Sav gibi polit büro mensuplarının baskısından kaynaklandığını görmemiz gerekiyor. Nitekim daha ilk fırsatı yakaladığında Kılıçdaroğlu, kendisine ayak bağı olanlara kapıyı göstermekte tereddüt etmedi. Doğru da yaptı. Bu davranışı parti içerisinde bir krize neden olsa da, böyle bir sıkı çatışmayı CHP kendi içerisinde yaşamalıydı. Halen 1930’lu yıllardan kalan zihniyet dünyasına kapıyı göstertmesi gerekiyordu Kemal Kılıçdaroğlu’nun. Aksi halde tek siyaseti devlet ve laiklik olan polit büro temsilcilerinin CHP’ye zırnık olsun oy kazandıramayacakları ortada. Önder Sav ve ekibinin tasfiyesi emin olun hiçbir CHP’linin umurunda bile değildir. Seçmen tabanında ise hayli memnuniyetle karşılanacak bir durumdur. Ve biz bu insanların şu son gelişmelerden sonraki faveran hallerine bakıyoruz… Gülünçler… Tek kelime ile gülünçler. Koltuk sevdasından dolayı yapmayacakları yok. O koltuğu kaybetmemek adına, ellerindeki imkân ve imtiyazları bırakmamak adına, yine yalanlara başvuruyorlar, yine korku pompalaması yapıyorlar. Halk hiçbir zaman bu insanların yalanlarına inanmadı, korku pompalamalarını dikkate almadı. Bu yüzdende halk hiçbir zaman bu insanların söylemlerine itibar etmedi. Çünkü halk adına siyasetleri yoktu. Polit büronun inisiyatifindeki parti örgütü, referandum oylamasında genel başkanları oy kullanamadığı halde, hiç utanmadılar. Aslında daha o dakika görevlerini bırakmaları gerekirken, hiçbir şey olmamış gibi, pişkince koltuklarını çakıldılar. Evet… Kılıçdaroğlu doğru olanı yapmıştır. Yanlış anlaşılmasın, CHP’den yana çok şey beklemiyorum. Ama en azından daha sağlıklı bir parti yapısı oluşacağına, toplumla, seçmenle daha barışık bir örgütlülüğün olacağına kesinlikle inanıyorum. Zira kökleri ile tümden bağlarını kopartmasını beklemiyorum. Böyle bir şeyin olamayacağını az çok biliyorum. Hatta ve hatta yarın o polit büronun has yüzleri, işi mezhepçiliğe, etnikçiliğe dökerlerse hiç de şaşırmam bu duruma. Ve yıllardır bu partiye hükmedenlerin tıynetleri daha net bir şekilde ortalık yerlere dökülüp saçılır.

Her bir çözüm önerisine kulaklarını tıkayıp, özgürleşmeyi hiçe sayan, eşitliği, hakkı, hukuku diline dahi dolamayan, zenginliği yok sayan bu zihniyet dünyasının siyaseten silinmesi insanlık adınadır.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..