Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '09

 
Kategori
Edebiyat
 

Kemal Siyahhan'la edebiyat ve roman üzerine - 2

Kemal Siyahhan'la edebiyat ve roman üzerine - 2
 

Kemal Siyahhan kitaplarını imzalarken


Roman yazma süreci nasıl bir süreçtir? Bu yazardan yazara faklılıklar gösterebiliyor, bazı yazarlar kapanıyorlar, dünya ile ilişkilerini tamamen kesiyorlar. Yoğunlaşmak için kuşkusuz bu gereklidir; ama benim için çok da farketmiyor doğrusu, bazen mağazada müşteriye bakarken bile yazdığım oluyor. Öncelikle beni sarsacak kadar derin bir konunun üzerinde üç beş ay kafa yoruyorum, bu süreç zor bir süreç, kullanacağım malzemeler birbiri ardı sıra zihnimde yer ediyor sonrasında taşlar yavaş yavaş yerlerine oturuyor, ana tema, genel kurgu, karakterler ve o karakterlerin ruhsal durumları ile ilgili ince eleyip sık dokumalar yapıyorum. Romanın geçtiği bölge ile ilgili de çok derin araştırmalar yapıyorum, bu arada sürekli gözlem, öncesinden zihnimdeki karakter stoklarımdan da istifade ediyorum. Roman yazım sürecim bir buçuk aydır. Bu süreci şöyle tanımlayabiliriz. Ağzına kadar dolu bir baraj düşünün ve barajın kapaklarının bir anda açıldığını, aynen ona benziyor, boşalan sular bir anda iniyor bir süre sonra sular yavaş yavaş azalıp gücünü yitiriyor, yeterli görüldüğünde kapaklar kapanıyor. Benim roman yazma sürecim buna benziyor. Tamam dediğim anda bitiyor ardından uzun bir süreç başlıyor, bu süreç üç beş ay gibi bir zamanı da alabiliyor. Redakte süreci, paragraf kurguları, tekrarlar, her santimi kontrolümden geçiyor. Sonrası kapak resmi ve son kontrolleri yaptıktan sonra hazırdır diyorum. Karakterleriniz nasıl oluşuyor? Karakterler, konu belirirken kendiliğinden ortaya çıkıyor. Ve bu karakterlerin ruhsal durumlarını, huylarını, davranışlarını belirlemek gözlem yapan biri için son derece kolay; çünkü her an karşımızda bu insanlar. Bir tiyatro oyunu için karakterlere göre insanlar belirlenir ya ben de tanıdığım insanları romanımda malzeme olarak kullanabiliyorum. Romanda olay örgüsü ne kadar önemlidir? Olay yoksa durağan ve elle tutulur yanı kalmaz romanın. Metin, ya belgesel olur, ya biyografi, ya da düz yazı olur. Macera, polisiye, dram, psikolojik ve benzer konulu romanlarda muhakkak bir veya birçok olay vardır, bu da romana sürükleyici tat kazandırır. Romancı taraf mıdır? Romancıdan romancıya farklılık gösterebilir, yazarın ortamdan etkilenmemesi sorunlara duyarsız kalması beklenemez, taraf olmayı hangi kıstaslara bağladığınıza bağlı. Aşırı milliyetçi bir insan, sorunları işleyen bir yazarı taraf olarak görebilir. Benim derdim çok daha başka, lokal sorunları işlerken evrensel boyutlarını ve insani yanlarını asla bir kenara atmıyorum, dolayısıyla metin içindeki meseleler tarafların tümünden kabul görebiliyor bu çok önemli, kolay bir iş değil tabi, sanırım klasiklere giren Rus yazarların bazıları bunu yapmışlar. Zaman, mekan ve kahramanların betimlenmesi ve roman atmosferinin oluşturulması önemlidir. Roman dünyasını yaratırken başka kaygılarınız oldu mu? Oldu, bu kaygılar hiç bir zaman da bitmiyor, roman çıktıktan sonra da devam ediyor. Sorunsuzluk ve mükemmellik yoktur, bunu Oğuz Aral çok iyi söylerdi, daha iyisini çizebilirsiniz diye, daha iyisi her zaman yazılabilir ki ondandır yazarlar çıkardıkları kitaptan sonra daha iyisini yazabilmek için yeniden kolları sıvarlar, aksi takdirde yazar için hayat çekilmez olur ve yalnızlaşır. Romanlarımda ruhsal analizler, önem verdiğim konuların başında geliyor, her karakter için farklı gözlemler yapar ve seçtiğim insanlara o karakterlerin elbiselerini giydiririm. Bu da ciddi bir süreçtir. Romanda bireysel, siyasal, dinsel, ulusal ve toplumsal kimlik ne ifade eder? Birey, romanın oluşmasının ana malzemesidir, diğer sayılanlar da romanın oluşmasına katkıları olan malzemelerdir. Asla olamazlar, süreç içinde değişken unsurlar(siyasi konular) romanı kalıcı olmaktan çıkarabilir, örneğin siyasi konular değişkendir, yalnız o da değil dinsel konular da buna girer, tabu sayılan ve dokunulmaz meseleler romanda kullanılırken çok dikkat edilmeli; çünkü romanın kurgusu, meseleleri hamur gibi yoğurabilir farklı şekillerde pişirip önümüze koyabilir. Hangi dini mesele hamur gibi yoğrulup sorgulanabilir ki? Bu şekilde yazan yazarlar da yok değil; tabi kolay bir iş değil bu. Toplumsal, ulusal, kimlik önemli olsa da yazanı sınırlamamalı, aksi takdirde romanın kaderini de sınırlamış olur yazar. Kurgu ve gerçeklik ilişkisi hakkında ne söylersiniz? Benim için gerçeklik illa ki yaşanmışlık anlamı taşımıyor, bire bir gerçek hayattan alınan bir konuyu işlemek yazar için çok zor bir meseledir. Yazar, yaşanılan konunun ne kadar dışına çıkabilir diye düşünüyorum. Bazen biyografi gibi tatlar da verebiliyor bu yazılar ve yazarı sınırlayabiliyor. Bu nedenle yaşanmışlık çok önemli değil, önemli olan işlenecek konunun iyi kurgulanması, metnin gerçek tadı, gerçek hissi vermesi yeterli. Kurgu bağlantısına gerçeklilik ilintilerinin doğru yamanması hayati önem taşımakta, aksi takdirde romanın vurgusu, gücü azalır. Yazar sorumluluğu olmalı mı? Çok zor bir soru. Dünyada ve bizde bunun acıları çok çekildi. Yıllarca yazdıklarından sorumlu tutularak hapislerde çürüyen yığınla yazar var. Sorumluluk ilkesinin özgürlükleri kısıtlayan yanlarını hiç sevmedim. Yazmak düşünsel bir emektir, her türlüsünün önemi vardır, hatta muhalif olanlarının bile. Yazarların sorumlulukları korku ile sınırlandırılırsa, edebi ve siyasal açılımların önü kapanmış olur. Roza'nın Gözlerine “Yaşamakla ölmek arasında sadece 'korku' var, o duyguyu yitirdim” diye başlamışsınız. Yaşam nedir sizce? Korkuyla çıkılan zoraki bir yolculuk mu? Daha dünyaya gözlerimizi açarken öğretilen ilk duygu korkudur. Tanrıdan kork, anne babadan kork, devletten kork, el âlemden kork, yanlış yapmaktan kork. Yanlışın ne olduğunu bütün bir yaşam boyunca çözmeye çalışır dururuz, bir türlü de cevabı yoktur, görecelidir, kişiden kişiye değişir. Kaybetme korkusu beter bir korkudur, aşırı bağlılıklar da korkunun oluşmasının ana nedenidir; çünkü kaybetme korkusunu sürekli canlı tutar. İnsan için bazen hiç bir şeyin önemi kalmayabiliyor ve o an rahatlanılan bir andır, bazı insanlar için bu durum kabus olurken bazıları bunun farkına varır. Örneğin, “Roza’nın Gözleri”’nin kahramanı Kubilay’ın yaşadığı duygu gibi. Okurlardan geri dönüt alıyor musunuz? Edebiyatta başarı nedir? Klasik bir deyim olacak ama başarı, çok satmak değil, okunur güzel bir roman yazmak, anlaşılır olmaktır; çünkü çok satmak meselesi artık pop olmakla alakalı, yavaş yavaş pazarlamaya dönük bir iş ve yatırım halini aldı. Birçok yazarın daha romanı yazılmadan kaç basılacağı nasıl pazarlanacağının hesabı yapılıyor. Ticari bir mesele haline geldi sanırım. Yüzlerce yayınevi var; ama birçokları ekonomik sıkıntılar yaşadığı için yüksek tirajlı baskılar yapamazken aynı zamanda bastıkları kitapları da yeterince pazarlayamıyorlar. Bu nedenle kitabımı bir kişinin hazmederek okumasını önemsiyorum. Edebiyat yarışmalarına nasıl bakıyorsunuz? Sanatsal yapıtların yarıştırılması doğru mudur? Sadece gülüyorum, özellikle roman ödülü yarışmalarına katılan yazarlara da acıyorum; çünkü yarışmada altı tane jüri üyesinin olduğunu düşünün, her yarışmaya katılan yazardan altı kitap isteniyor, muhtemelen üç ayda üçyüz civarında kitap diyelim Her jüri üyesinden birkaç ayda üçyüz roman okuması isteniyor. Sadece gülüyorum, bu tarz yarışmalar şekilseldir, ödülün önceden kime verileceği belirlenmiş gibi geliyor, aksi takdirde üç ayda üçyüz roman nasıl okunur, biri gelip açıklasın da inanalım. Bence bu tarz yarışmalar yerine jüri kimseyi rahatsız etmeden kendi aralarında araştırarak uygun bir kitaba ve yazarına ödül vermeleri daha estetik ve şık olur. Bir de bakış farklılıkları vardır, kaldı ki roman duygu işidir, bir duyguyu diğer duyguyla yarıştırmak kimsenin haddi olmamalı. Yazar-yayınevi ilişkisi açısından bakıldığında bugünkü edebiyatımız hakkında neler düşünüyorsunuz? Yayınevleri yaşam savaşı veriyor, insanımız az okuyor, kitap okumayı boş iş olarak gören çoğunluk var. Ekonomik sıkıntılardan okuyamıyoruz diyenlere de asla katılmıyorum; çünkü ikinci el kitaplar, bir iki liradan yerlere dökülmüş halde. İnsanımızın kitaplara olan rağbeti az olduğu sürece yayınevi yazar ilişkileri telif noktasında asla canlı kalamayacak; çünkü yayınevlerinin kitap satma ve pazarlama konularında büyük sıkıntıları var. Edebiyatımız popüler yazarlar ve sevdalılar arasında ancak canlı kalabiliyor, bence bu işten para kazanayım ve geçimimi böylece sağlayayım devri kapandı. Yazarlık sevda işidir, bu işi yaşamın rengi olarak kabul edenler ve herkesten başka görebilmenin ve yorumlayabilmenin penceresi olarak tanımlayanlar bu sanatı parasal kaygılar gütmeden ileriye götürebileceklerdir. Teşekkür ediyorum. Yeni romanlarınızı sabırsızlıkla bekleyeceğiz.

 
Toplam blog
: 107
: 1402
Kayıt tarihi
: 01.11.06
 
 

1970 yılında Siverek'te doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Tarsus'ta tamamladım. İstanbul Üniversitesi ..