Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '09

 
Kategori
Güncel
 

Kemalistler kaybetti

Kemalistler kaybetti
 

Bir önceki yazımda 12 Eylül askeri darbesinin Türkiye için kırılma noktası olduğunu yazmıştım. Çünkü, o güne kadar gelen bütün siyasi partiler beş generalin emri ile kapatılmıştı. Yalnız siyasi partiler değil bütün sivil toplum kuruluşları ve özellikle sendikalar da kapatılmıştı.

Türkiye'nin 1923 yılından beri en büyük korkusu Komünizm'dir. Oysa, Türkiye'nin bütün askeri darbelerinde ve bugünkü sivil darbesinde hiç bir Komünist kurum, kuruluş, parti veya kişinin en küçük bir katkısı yoktur. Tam tersine, eğer o yıllardan başlayarak 12 Eylül askeri darbesine gelene kadar, "Komünist-Sosyalist" dediğimiz bilim insanlarının, partilerinin, gençlerinin sözü dinlenseydi, Türkiye bugün yüz yıl ileri adım atmış, çağdaş, demokrat, lâik bir hukuk devleti olduğu gibi, gerçek anlamda "sosyal devlet"de olurdu.

27 Mayıs askeri girişimini lütfen yapılan diğer askeri darbelerden ayrı değerlendirelim. Çünkü, 27 Mayıs bir devrimdir ve Mustafa Kemal'in devrimlerini tamamlayan bir hareketler sinsilesidir. Nitekim, 27 Mayıs Devrimi sayesinde Türkiye yasama-yürütme ve yargı üçleminde halkın çıkarlarını savunacak bir konuma oturtulmuştur. Yasamaya da, yürütmeye de, yargıya da önemli denetimler getirilmiş ve böylece diktatoryadan çıkış sağlanmıştır. Ayrıca işçi ve diğer çalışanlara tanınan haklar sayesinde emeğin sömürülmesinin de önüne geçilmiştir. Bütün bunların yanında 27 Mayıs çağdışına çekilmeye çalışılan ve bu nedenle itibarını yitiren Türkiye'nin bu gidişatını engellemiştir.

İşte, Mustafa Kemal'in kurduğu çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin tek kazanımı budur. 27 Mayıs Devrimi'nden sonraki bütün mücadelelerde Kemalistler girdikleri mücadeleleri yitirmişlerdir.

12 Eylül askeri darbesi, Kemalist devrimlerle ve 27 Mayıs Devrimi ile kazanılan bütün hakları ortadam kaldırmıştır.

Bunun nedeni elbette Kemalizmin Türkiye'ye neler kazandırdığını kavrayamayan halk kesimidir. Bugün Kemalizmi savunan halkın potansiyaline ve kültür yapısına bir bakın. Doğu'dan Batı'ya doğru geldikçe Kemalistlerin sayıları artmaktadır. Kemalistlerin hemen hepsi iyi eğitim görmüş insanlardır. Gelir düzeyleri orta, ortanın üzeri olanlardır. Bununla birlikte zenginliklerini okuyarak elde etmiş yani akademik eğitim görerek bu eğitimlerinden para kazanmış ve zengin olmuş kişiler de Kemalizmi savunan kişilerdir. Bir de elbette üniversite öğretim görevlilerinin büyük bir kısmı hiç değilse yakın zamana kadar Kemalizmi savunan kişilerden oluşuyordu.

Her büyük devrimin ve devrimcisinin elbette karşısında duran bir de karşı devrimcileri olmuştur. Mustafa Kemal'in bütün devrimleri dinsel duygularla halkı sömüren hacı, hoca, yobaz ve din tüccarlarına karşı olmuştur. Bu bağlamda Kemalist devrimin karşısında oluşan düşmanlığın ya da karşı devrimciliğin aktörleri de elbette bu devrimle çıkarlarını yitiren din tüccar hacı, hoca ve yobazlardan oluşacaktır. Nitekim, Cumhuriyet ilân edildiğinden beri ortaya çıkan bütün ayaklanmaları aktörleri hep bu din tüccarlarıdır.

Mustafa Kemal bu insanları bildiği için, önce Kuran-ı Kerim'i Türkçeye çevirtti ve en uçtaki köylere kadar ücretsi dağıttırdı. Çünkü, Osmanlı Devleti dahil Anadolu'nun içlerinde bulunan hacı-hoca takımındaki din tüccarları Kuran-ı Kerim ile halkı sömürüyordu. Kuran-ı Kerim okunuyor ama onu dinleyenler hiç bir şey anlamıyordu. Fakat, Kuran'la halkı sömüren ve onları isyana teşvik eden kişiler bu kutsal kitabın Allah tarafından Hz. Muhammed'e indirildiğini söyleyerek o kitabın her ayetinin ne kadar kutsal olduğunu üzerine basa basa yorumluyorlardı. Oysa, Kuran-ı Kerim Allah tarafından Hz. Muhammed'e indirilmiş olduğunu hiç kimse reddetmiyordu. Elbette Kemalistler de bu düşünceye ve bu inanca saygı duyan insanlardı. Ne var ki, Kuran-ı Kerim'in bir çok suresi, bir çok ayeti günlük yaşamı yönlendiren ayetlerle doluydu. Bu kitapta ceza hukuku, medeni hukuk olduğu gibi ibadet şekil ve zamanları da vardı. Hattâ, bazı ayetler erkeklerin eşleriyle nasıl ilişkiye girecekleri de anlatılıyordu. Bir çok ayette erkeklerin kadınlardan üstün varlıklar olduğu açıkça yazılıdır. Bir erkeğin adil davranmak koşulu ile dört eş alması da ayetler arasında geçmektedir. Böyle bir kitap da elbette emeği ile geçinenlerin hakları da savunulmuştur. Zenginlerin nasıl zekât vermesi de anlatılmaktadır. Ayrıca, aynı kitapda bilimin her insan için nasıl farz kılındığı da yazılmıştır.

Ancak, tüm bu konular Kuran-ı Kerim'de geçerken ve Arapçayı bilmeyen halk anlamadan Kuran dinlerken kendinden geçip ilahi kuvvetin girdabına kendilerini kaptırmaktadırlar. İşte tam bu aşamada da din tüccarları bu halkı kendi çıkarları için kullanmaya başlamaktadırlar. Geçmişte kendilerine maddi çıkar sağlayan bu din hokkabazları, bir zaman içinde de bu halkı lâik Cumhuriyet'e karşı isyanda kullanmışlardır. Aradan uzun zaman geçtikten sonra bu kez bu halk oy aracı olarak kandırılmaya başlanmıştır.

Mustafa Kemal, Kuran-ı Kerim'i Türkçeye çevirtip her eve göndermesindeki amaç belliydi: Okuyun! İçinde ne olduğunu ya da ne olmadığını öğrenin.

Ancak ve tabi Türkçe Kuran-ı Kerim'e de ilk karşı çıkanlar yine geçimini bu kitaptan sağlayanlardı. Hattâ bugün bile anlatıla anlatıla gelen Mustafa Kemal'in ve İsmet İnönü'nün din düşmanlığı kulaklardadır. Kadını hep ikinci sınıf bir yaratık olarak adlandıran, her istediğinde erkeğinin arzularını yerine getirmesi emir olarak verilen ve gerektiğinde dövülmesi ayetlerde yazılan kadınların bugün geldiği nokta işte bu Kuran-ı Kerim'deki ayetlerle uyuşmaktadır. Oysa, Mustafa Kemal ilk olarak kadın haklarına ve kadın-erkek eşitliğine önem vermiştir. Diyeceğim şudur: Kuran-ı Kerim yazan ve din tüccarlarınca çıkar amacıyla kullanılan ne kadar değişiklik çağdaş Cumhuriyet'te varsa, o kadar da karşı devrimci vardır. Çünkü, gelir kaynakları ortadan kaldırılmış ve kadının ezilmesinin önüne geçilmiştir.

Bakınız, bugün Türkiye Cumhuriyeti'ni kıtalar ötesinden yöneten kişinin kurmuş olduğu bütün resmi ve gayriresmi okullar, evler, dernekler tam anlamıyla Kemalizmle savaşa girmiştir. Çünkü, bu insan ve onun tarikatina bağlı insanlar kendilerine Kuran-ı Kerim'i rehber edinmişlerdir. Resmi ve gayri resmi okullar ile evlerinde oluşan çalışmalarda "abi"ler ve "abla"lar özellikle ama genellikle yoksul aile çocuklarını alıp Kemalist düşmanları olarak yetiştirmekte ve onları ileriki yıllarda Türkiye Cumhuriyeti'nin önemli mevkilerine getirerek "kansız" bir darbenin planlarını yapmaktadırlar. Artık, bu plan sonuçlanmıştır. Okunan Kuran'dan hiç bir şey anlamayan ama kendisi de Kuran okuyan bilim dışı insanlarla, kafaları tamamen bilimden yana olan ama hiç bir zaman Kuran-ı reddetmeyen iki insan topluluğunun savaşı sonuçlandırılmıştır. Çağdaş Cumhuriyeti, lâikliği, çağdaş hukuku reddeten kişiler bu savaşı kazanmıştır.

Türkiye bundan sonra karanlık bir dünya içine yuvarlanmaktadır. Bunun en büyük nedeni Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yapılan sistematik saldırılardır. En üst düzeydeki Genel Kurmay Başkanı emeklilerinden en alttaki teğmenine kadar bütün Türk Silahlı Kuvvetleri elemanları bugün dağdaki teröristten çok daha tehlikeli terörist olarak gösterilmektedir. Yıllarca büyük emeklerle Türk Silahlı Kuvvetleri'n başına geçmiş insanların hükümeti yıkma, meclisi ele geçirme gibi planlarından söz edilmekte ve bu nedenlerle haklarında binlerce yıllık hapisler istenen davalar açıkmaktadır. Ancak, ister asker, ister gazeteci, ister parti üyesi, ister bilim adamı olsun bu iddialarla göz altına alınanların tek ortak noktaları hepsinin çağdaş, lâik Cumhuriyetten yana yani Kemalist olmalarıdır. O halde bizim burada anlamamız gereken şeyin bu Kemalistlerin bir de karşısında olanların olduğudur. Yani, karşı devrimcilerin varlığı söz konusudur.

Şimdi, şu cepheden bakmanın zamanı gelmiş ve geçmiştir: Bütün Kemalistler neden hükümeti devirme, meclisi ele geçirme gibi bir hareketin içinde yer alırlar?

Demek ki çağdaş Cumhuriyet'in kurucu olan Mustafa Kemal'e karşı bir davranış sezilmiştir. Bu davranışların ortaya çıkması 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle başlamıştır. Hiç bir çağdaş devlete yakışmayan ve artık Ortaçağ düşüncelerinde kalmış dinsel bir devlet kurma çabaları, temelini 12 Eylül darbesiyle kendine zemin bulmuştur. Önemli bir tarikatin üyesi olan Turgut Özal bu ülkenin ekonomisinden sorumlu makamlara getirilmiş ve daha sonra aynı tarikat üyesi kişi Başbakan ve Cumhubalkanı da olmuştur. 12 Eylül'ün başlattığı imam hatip okullarının sayısının çoğaltılma kampanyasına ondan sonraki bütün iktidarlar teşvik sağlamıştır. Hiç gereği yokken ve imamlık gibi bir görevi üstlenemeyecek milyonlarca kız öğrenci imam hatipli oluvermiştir. Fakat, işin tehlikeli boyutu bu imam hatipleri ele geçiren din tüccarları olmuştur. Bu din tüccarlarının içinde elbette içerdeki partiler varken, kıtalar arasındaki eski bir imam da vardır. Benim inancım şudur: Türkiye artık şu kıtalar ötesinde yaşayan eski imam tarafından yönetilmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin elemanlarına karşı yürütülen karalama kampanyasındada bu eski imamın parmağı olduğu ve hattâ bir çok istihbarati bilgilerin bu imam tarafından yapıldığını tahmin ediyorum. Bu elbette benim kişisel tahminimdir. Ama, yakın bir gelecekte elbette yürekli ve Kemalist bir savcı çıkacak ve işin bu boyutunu da mercek altına alacaktır.

İşte bugün geldiğimiz noktada önce kadınlarımızın kılık kıyafetlerinin nasıl tesettür edı altında değiştiğine tanık olduk. Bakmayın erkeklerin kıravat takıp dolaştığına, aslında onların da kafaları tesettürlü. Sonra, kadınlara bakış açımız değişti ve onlar ikinci sınıf varlık olarak görülmeye başlandı. Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumunu'nun başına öyle insanlar getirildi ki, bilimden ve teknolojiden bihaber insanlar. Elbette bütün bunlar yıllardır planlanan karşı devrimcilerin çağdaş Cumhuriyet'le girdikleri savaşın bazı bölümleridir. Fakat, asıl gözden kaçan ya da kaçmayan Türkiye'nin büyük bir hızla İslâmi diktatörlüğe alıştırılmasıdır. Bu nedenle hiç bir hükümet yetkilisi ile halk diyaloğa girememektedir. Derdini hükümet üyelerinden birine anlatmaya çalışan halk o yaşına kadar duymadığı sözlerle azar işitmekte ve hapse atılmaktadır. En yetkili ağız "Bu trenden inen bir daha binemez" diyecek kadar ileri giderek, bir zamanların "Bu davadan döneni vurun, ben dönersem beni de vurun" diyen diktatörleri bize anımsatmaktadır. Yani, en yetkili ağıza göre "ya onlardan olacaksın ya da yok olacaksın."

1923 yılından beri Kemalizme karşı yürütülen karşı devrim harekâtı artık sonuçlanmıştır. Kemalistler bu mücadeleyi yitirmişlerdir. Şimdi Türkiye'yi şeriat düzenine taşıyacak yeni kadrolar getirilecektir. Henüz ortamın hazır olmadığını söyleyip Türkiye'ye dönmeyen eski imam da çok yakında kıtalar ötesinden dönüp gelecektir. İşte o zaman karşı devrimcilere "demokrasi" adı altında hoşgörü gösteren niceleri kaçacak delik arayacaktır. O yerlerden yere vurdukları Kemalizmi ise çok arayacaklardır, çooook.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..