Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ağustos '06

 
Kategori
Felsefe
 

Kenarlara tutunmadan...

Kenarlara tutunmadan...
 

Korkulardan söz ediyorduk. Örümcekten korkanlardan, asansörden, uçaktan korkanlardan,karanlıktan korkanlardan, hayaletlerden ve göremediği tüm şeylerden korkanlardan. "Sanırım" dedi "Tüm insanların ortak tek bir korkusu var, o da ölüm." Haklıydı herkesin tek ortak korkusu ölümdü. Konuşmamız yön değiştirdi ve ölüm korkusundan konuşmaya başladık. Bana ölümle yüzleşmek hakkında çok güzel bir hikaye anlattı. Aile fertlerinden birinin ölümüyle yüzleşmek zorunda kalan bir çocukla ilgili bir hikayeydi bu.

Çocuk, sevdiği birini kaybedince derinden sarsılmış. Ölümün onda büyük bir saplantı oluşturmak üzere olduğunu gören büyükannesi ona çok güzel bir ders vermiş. Çocuğu bir koltuğa oturtmuş ve koltuğun yanlarına tutunmasını istemiş. Çocuk sıkı sıkı tutunduğu halde büyükanne onu çekip almış ordan. Çocuk o çok sıkı tutunduğu koltuktan çekilip alınmış üstelik direndiği için de elleri acımış. Büyükanne çocuğu tekrar oturtmuş koltuğa ve bu sefer kenarlara tutunmamasını kendini rahat bırakmasını söylemiş. Çocuk dediğini yapmış ve büyükanne onu kolayca hiç sarsmadan çekip almış oturduğu yerden. Ona sevgiyle sarılıp şunları söylemiş: "İşte ölümle yaşanan budur. Nasıl gideceğine karar vermek senin elinde."

Bu gerçekten güzel bir öykü, güzel bir dersti ama kolay mıydı kendi ölümü kabullenebilmek ve ona hiç bir yere tutunmadan teslim olabilmek? Kim hayatın kollarına yapışmazdı ki ölüm onu çekip alırken? Biz değil miydik bunca ölüm gördüğümüz, yakınlarımızı kaybettiğimiz halde kendi ölümümüzü aklımızın ucuna bile getirmeyen? Biri ölümden bahsettiği vakit onu hemen susturan. Bu konuda yapılan en ufak bir şaka karşısında tahtaya 3 kez vurup "Ne biçim konuşuyorsun. Allah korusun." diyen. Ölüm karşısında hiç bir gücü olmadığını anlayan bizler mi onu kabullenip, rahatça teslim edecektik kendimizi?

Hep kaçınmıyor muyduk ölümü düşünmekten? Ve ona tamamen hazırlıksız yakalanmıyor muyduk? Aslında hazırlanıp ne yapacaktık ki? İnsanoğlunun doğal sonu, her canlının doğal sonu diyorduk ama bu sadece lafta kalıyordu. Ölüm hep başkaları içindi. İyi de kendi ölümü üzerine kafa yoran bir insanda bir süre sonra aklını kaybetmez miydi?

Aslında ölüm üzerine kafa yormak insanlarda çok farklı sonuçlara yol açıyordu. Kimi dünyanın boş olduğuna çünkü sonucun yok oluş olduğuna karar veriyor, başka bir aleme adım atıyordu. Kimi ise bunu bir saplantı haline getiriyor aklını yitiriyordu. Bazıları ise ölümün onu almasına razı olmuyor kendisi ona gidiyordu. Bu koltuktan çekilip alınmak yerine kendisinin kalkmasına benziyordu. Ölüm karşısında çok değişik tepkiler veriyordu insanoğlu. Çoğu zaman onu unutup yaşıyordu ancak sevdiği birini kaybettiğinde ya da ölümcül bir hastalığa yakalandığından yüzleşiyordu onunla. Her zaman çok uzakta olduğunu sandığı birden burnun dibinde bitiveriyor insanı şaşkına çeviriyordu.

Onunla nasıl ve ne şekilde yüzleşeceğimiz bize kalmıştı. Aslında hayatın bize getirdikleri ne ise o şekilde yüzleşiyorduk onunla. Kendimizi bir savaşın içinde bulabilir ve öyle çok ölüm görebilirdik ki, ölüm bize doğal gelirdi belki. En sevdiğimizi kaybedip yüzleşebilirdik ölümle ya da başka herhangi bir şekilde.

Onunla karşılaşmamız nasıl ve ne şekilde olursa olsun tek bir şey vardı kabul etmemiz gereken; onun var olduğu. Eninde sonunda geleceği. Ve karar vermemiz gerekiyordu. Ondan korkarak yaşayacak, hayatta olduğumuz günleri kendimize zehir edecek ya da ölümü kabullenip nasıl ve ne şekilde geleceğini merak etmeden, üzerinde durmadan bize sunulmuş hayatı bir armağan gibi kabullenip tadını çıkaracaktık. Seçim bizimdi.

Aslında belki tek yapılması gereken onu saplantı haline getirmeden akılda tutmak ve her an gelebileceğini bilerek hayatı ertelemeden, tadını çıkararak yaşamaktı. Seçim bizimdi ve nasıl gideceğimize karar vermek elimizdeydi. Ve en doğru seçim, o geldiği vakit geride yapılmamış ve yürekte bir özlem olarak kalmış hiç bir şey bırakmamaktı. Çünkü ancak bu şekilde, belki, onu daha kolay kabul edebilirdik. Bunu şimdiden bilmek mümkün değil. Sadece geldiğinde koltuğun kenarlarına bakarak bilebileceğiz. Ya sımsıkı tutunacağız içimizde kalan ukdeler yüzünden ya da gönül rahatlığıyla ellerimizi bırakacağız. Seçim bizim.

BLOG FOTOĞRAFI:Van Gogh http://arts.anu.edu.au/filmstudies/lectures/vg/thumbs/vangogh_gauguins_armchair_1888.jpg

 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..