Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '07

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Kendi kanında boğulmak pahasına

Kendi kanında boğulmak pahasına
 

Bilir misiniz... ne güçtür içindeki en değerli şeyleri çalınmış olan birine ulaşmak?
Hiç yaşadınız mı; her adımınızın boşluğa doğru yeni bir savruluş oluşunu, ya bunun ne denli gerçek olduğunu?
Seyirci kaldığınız oldu mu kendi çırpınışlarınıza?
Ya her kucak açışınızın; bir girdaba doğru atılan çaresiz hamlelerden ibaret oluşuna elinizin kolunuzun bağlı kaldığı oldu mu ?...

Görürsün... yamacında durur... sarılmak istersin; itmez, ama sarıldığınız şefaf bir gölgeden ibarettir.

Hissedersin..teni sıcaktır, ama kokusu buzdan soğuk...
Söylediklerini duyar, ama ne dersen de o susar...
Duyar ama dinler mi? Bunu asla kesin olarak bilemezsin...

Seslenişlerinin, göğüsünde kurulu olan kalenin duvarlarına çarparak geri döndüğünü gördüğünde de bu dalgalar seni boğulmaktan beter edişi bile yıldırmasa da seni; yutkunur ve susarsın... çünkü elinden gelen sadece bundan ibarettir. Yine de vazgeçmek istemezsin, taa ki bu susuşlar seni de kendi sesinizin yankısında boğana kadar direnirsin...

İyi insanlar, ilgilendirmez onu...

Her sabah inatla penceresine konup onu gurultularıyla uyandırmayı görev edinmiş kumruların tevecühü dahi, güne neşe ile başlamasına sebeb olmaz.

Yeni tomurcuğa giden erik ağacının, pembe beyaz çiçeklerine bakmak onda dallara doğru zıplayıp, dokunma isteğini uyandırmaz.

Saatlerin geçişi, ardışık sayılardan...

Mevsimlerin değişimi, takvim yapraklarında ibarettir...

Böyle birini tandıysanız; yağmurdan sonra açan güneşin onda merak uyandırmayışına da şaşırmaya alışıksınızdır siz...

Onun Güneşi görürür görmez başını göğe çevirip gökkuşağını arayanlardan biri olmadığını bilirsiniz. Bakmaz...bakmaz çünkü onun gerçekliği artık; göreceğinin gökkuşağı değil, sadece siyah ve beyaz kavisli çizgiler demetinden ibaret olduğudur..
Bunu bilir ve hiç yeltenmez...

O kimsenin yüzüne de, doğru düzgün bakmaz; yanlız seninkine değil...
Bakmaz çünkü, her yüzde gördüğü sadece onun gözleri...
Her gülüşte hatırladığı; sadece onun tebessümü olmuştur...
Bunu bilir ve hiç yeltenmez...

Sen, gözlerinin önünde akşamdan sabaha süzülüşünü izlerken o narin yüzün, tutup kolundan sarsmak istersin onu... "Yeter artık" diye avazınız çıktığı kadar bağırmak, "kurbanı oynaman yetmedimi hala?" diyerek haykırmak gelir içinden...ama yapamazsın. Yapamazsın çünkü sen de bilirsin ki senin imtahanın da: O pürürsüz tenin canını yitirişini izlemek, gün be gün görevmişcesine onun o sarı-beyaz benizle sarılı suskun bedenini sürükleyişine
tanıklık etmek olmuştur...

Yasta olduğunu sanır ve biraz olsun umutlanırsın önceleri...
Çünkü bilirsinizki; yas insanın acı çekmek için kendine tanıdığı istemli bir hal durumudur...

Acıların sindirilmesi ve getirilerinin hayatı besleyecek çıkarımlara dönüşmesi için geçirilen bir süreçtir yas. Ve bunun içinde bir ihtiyaçtır, olmalıdır... ancak, onunkinin bundan daha farklı olduğunu kabullenmek epey bir zamanını alır. Bunu en başından beri hissetsen de umudun kabullenişine engeldir, izin vermez, konduramazsın...bu durmun onun geri kalan hayatı için seçtiği bir yaşam biçimi olduğunu, bu seçilmişliğin seni nasıl bir kaderin içine çaktiğini kabullenemessin öyle kolay kolay...

Soranlara "bitti, üzüldüğüm doğru, ama geçti " diyor olsa ddi dudakları; gözleri inkar etmekten öte, haykırır adeta... durumun tamda aksi olduğunu. O bakışların "düpedüz yalan, hepsi bir savunmadan ibaret" dediğini duymak için çok şeye ihtiyacın yoktur aslında. Sağır kulaklar, kör gözler dahi şahitlik eder; hakikatin ne olduğuna...

Yaşamın acımasız oyunlarından birinde, sanki hiç var olmamışcasına oynanmış ve yarıda kesilip atılmış bir sahnede, hayali oyunculara dağıtılmış rollerden birinde sıkışıp kalmıştır; o ve hala aşık olduğu...

Bilsede senin de her şeyi bildiğini, umursamaz ki o bunu...bir itirafsa asla bekleme. Ne sana, ne de kendine...
Onun dilindeki sadece; hayatın devam ettiğidir. Her ne kadar nakaratımsı bir halde, puslu bir sesle belli belirsiz dile gelsede... ifadesi hep bu olacaktır.

Yanında kalman için ondan sana doğru uzanan bir el , bir ufak çaba yada gayretse umduğun; umma yada bekleme
uzun zaman için. Belki de ebediyan alacağın, en fazla bir cümlelik yalandan ibaret kalacaktır kimbilir? "Hayat devam ediyor"...

Ancak ona; bu devam eden hayatın neresinde olduğu ve nasıl bir role sahip olduğuna dair soruları sakın ha sorma. O bunun sorulmasını istemez, sorsan da bir şey ifade etmez...
Çünkü, aslında size verilecek bir cevabı yoktur...
Çünkü onun, aslında bu günde devam eden bir hayatı yoktur...
İşin aslı artık onun yaşam kavramı; eski takvim yaprakları arasına sıkışmış bir kaç sahneden ibarettir...

Sizinde onunla birlikte acı çekiyor olmanız ona, bulunduğu durumun içinden çıkma gereksinimi hissetirmez...
Siz yine de uzanmak istersiniz... cam kırıklarını ellerinizi kanatmak bahasına, onları saplandıkları yerlerden birer birer çıkarmayı göze alarak....çünkü onu bunu göze alacak kadar çok seversiniz... ve hatta, kalbinin bir başkasına ait olduğunu bile bile...

Ama çabanız sonuçuz kalmaya mahkumdur: O buna da müsade etmeyecektir. Etmez çünkü; o cam kırıklarını hala inatla ve o delice tutkuyla sevdiği saplamıştır oraya. Ve sırf bu yüzden, sahip çıkar yaralarına...kendi kanında
boğulmak bahasına. Ne dokunulmasına müsade eder, ne de kendisi el sürer o cam kırıklarına, belki de bir ömür boyunca kanamak pahasına...

Sevgi ve ışıkla,
Ayna

16 Ekim 2007
İstanbul

 
Toplam blog
: 268
: 1969
Kayıt tarihi
: 15.09.06
 
 

Var olan her oluş ve bozuluş hakkında gözlem, tahlil ve sonuca varma sürecindeki yolculuğumu, siz..