Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Kendimden korkup kendime kaçtım (bir panik atak öyküsü)

Kendimden korkup  kendime kaçtım (bir panik atak öyküsü)
 

Bundan sekiz yıl önceydi. Güneşin bir ısıtıp bir üşüttüğü nisan ayının sıkıcı bir günüydü. İşyerimdeki sorunlarımdan kaçıp sığınmaya çalıştığım evim her akşam bir dağ gibi üstüme yıkıldığından çok mutsuzdum. Biraz hava almak için sokağa çıktım, kendimi bir nehir gibi akan insanların arasına bıraktım. Kızılay'ın en kalabalık sokağı olan Karanfil'i boydan boya geçtim. Sokaktaki insanlar bir karınca yuvasının telaşıyla bir yerlere koşuşturuyordu. Hepsinin niye koşuşturduğunu, ne konuştuğunu anlamak gibi bir kaygıya ve meraka kapıldım birden. Uğultular arttı, müzik sesleri teneke sesine dönüştü. Bu arada adımlarım hızlanmıştı, kendimi Kızılay'ın ortasında buldum birden. Bilinmeyen bir güç beni yükek bir şelaleden büyük bir göle atıvermişti sanki.

Karşıya geçmek için yaya geçidindeydim. Yeşilin yanmasını bekliyordum. Birdenbire elektrikler kesildi. Güneşin şalteri atmıştı, her yer kapkaranlık oldu, uğultu dindi, korkunç bir sessizlik oldu. Birkaç saniye sonra elektrikler geldi. Güneş kocaman bir fluerasan lamba gibi yanmaya çalışıyor; ama bir türlü yanamıyordu. Güneş bir yumurta sarısı gibiydi, ışık saçamıyordu. İnsanlar bir toplu iğne başı kadar küçüldüler. Hani bazı filmlerde görüntü donar da filmin kahramanı yürür ya... Aynen öyle... Elektrikler kesilince devreye giren gürültülü jenaretörler çalışmaya başlamıştı sanki. İşte bu hengame arasında yeşil yanmış, insanlar karşıya geçmeye başlamışlardı. Ben kalakalmıştım annesini kaybetmiş küçük bir çocuk gibi...

Zaten yol boyunca attığım her adımda sanki giysilerimden birini yere bırakıyordum, kendimi hem çaresiz hem çıplak hissediyordum. Karşıya geçemeyip orada kalakalınca, içimdeki adam: "Al bu elbieseler de senin olsun!" dercesine beni bırakıp gitti. "Dur nereye gidiyorsun beni bırakıp, insan kendini bırakır mı kim var benim benden başka ?" diye bağırmak istedim; ama nafile... Karşıya nasıl geçtiğimi hatırlamıyorum. O zamanlar cep telefonu yeni yeni yaygınlaşmaya başlamıştı. Hiç de sevmediğim halde sırf işimden dolayı -hani her zaman ulaşabilmek için- cep telefonu almıştım. Telefona sarıldım arkadaşlarımı arayıp yardım istedim, çalıştığım dersane oraya beş dakika uzaklıktaydı. Arkadaşlarım sağolsunlar hemen geldiler. Onlar benim kapkaça uğradığımı sanmışlar, öyle olmadığını anlayınca bir de benim anlattıklarımı dinleyince gülmeye başladılar. Dersaneye döndük her şey normaldi.

Ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi derslerime girdim, çok verimli geçti ilk iki dersim. Sonraki iki dersim bir üst sokaktaki diğer binadaydı. Oraya gitmek için yine bir caddeyi geçmek zorundaydım. Çayımdan iki yudum alıp sokağa çıktım, yürüdüm, caddeye geldim, karşıya geçerken birden güneşin şalterleri yeniden attı. Aynı şeyleri yeniden yaşarım korkusuyla hemen koşar adım geri döndüm. Yanıma bir hizmetli alıp dersime gittim. Evet tek başıma sokağa çıkamıyordum. Hep o an aklıma geliyor, kapalı mekanda kendimi güvende hissediyordum. Ertesi gün doktora gittim, tedaviye başladık. Artık beni işten eve, evden işe babam getirip götürüyordu. Bu olayı anlattığım pek çok kişi: "Olur mu canım koskoca Mustafa Hoca tek başına sokağa çıkamaz mı hiç?"diye benimle dalga geçiyorlar, bu olayı her zamanki işletmelerimden bir olarak değerlendiriyorlardı.

Bu üç ay sürdü. Her gün babamla gidip gelmekten iyice sıkılmıştım. Kendimi yatalak bir hasta gibi hissediyordum. Yine sokaklarda tek başıma dolaşmak Ankara'nın o güzelim havasını solumak, banklarda oturup insanları gözlemlemek istiyordum. Bir gün bu duygularım baskın çıktı. Yanıma babamı almadan kendimi dışarı attım. Planım sokağın başındaki taksi durağından taksiye binmekti; çünkü sadece bulunduğum yerden görebildiğim mekanlara gidebiliyordum yardımsız. Durağa geldim, tek bir taksi ble yoktu. Sağa döndüm taksi bulur muyum diye yoktu. Bir sağ daha yaptım, ama kalbim küt küt atmaya başladı. O sırada bir dolmuş geldi. Dolmuşa atladım, heyecandan oturamadım bile. Şoförün ikazıyla zar zor oturdum. Allahtan yollar boştu; kuş gibi geldik Kızılay'a. Şimdi ben ne halt edecektim? Dolmuş durağıyla dersane arası Kafdağı kadar uzak geldi bana. Panik atağım biraz sonra patlayacak bir volkan gibi bekliyordu beynimde. Dikkatimi dağıtacak bir şeyler bulmalıydım.

Kurtarıcım hemen önümdeydi: Uzun boylu, uzun simsiyah saçlı bir güzel...Sanki Divan edebiyatının gazellerinden fırlamış bir afet-i devran... Kendi kendime şöyle dedim: "Oğlum Mustafa, şu kadın için öyle bir şiir yaz ki Baki, Nedim bile kıskansın." Ben bunları düşünürken sokak serserileri gibi kadının peşine takıldım, bir yandan da bu durumu kimseye hissettirmemeye çalışıyordum. O kadından Allah razı olsun, bizim sokağa kadar onun peşinden gittim, tabii şiir miir yok ortada. Bu durumu hemen doktoruma anlattım telefonda, dakikalarca güldü. İstersen bu vakayı bir makalemde yayımlayayım diye espri yaptı. Panik atak, nanik atak olmuştu.

Aradan beş yıl geçti, panik atak beni bu sefer bir otobüs yolculuğunda yakaladı. Sanki içimdeki adam boğazıma sarılıyor: "Haydi bağır, çığlık at, otobüsü birbirine kat. "diyordu. Bir an önce otobüsten inmek istiyordum, insem koca bozkırda daha kötü olacaktım. "Yeter!" diye bağırdım, hızımı alamadım; üç beş kere daha bağırdım, herkes dönüp bana baktı, rahatlamıştım biraz. Çevredeki birkaç kişi beni anladı, bana yardımcı oldu, diğerleri kınadı; ama korkularından bir şey diyemediler. "Çıldırdı adam. "diye konuştuklarını duydum. Ankara'ya kendimi zor attım.

İşim gereği Ankara'ya 75 km uzaklıktaki Polatlı'ya haftada bir kez günübirliğine gidiyordum. Bu bir saatlik yolculukta yanımda tanıdık biri yoksa yine aynı kabusu yaşıyordum. Bir gün, atak krizini hissedince elim oğlumun doğumgünümde aldığı çakmağa gitti. Ona oğluma dokunurcasına dokundum, sanki oğlu yanımdaydı. İçimdeki boa yılanı sessizce kaçtı yanımdan. Bu olayı sevgilime anlatınca o da bana bir tespih aldı. Şimdi onları yanımdan hiç ayırmıyorum: çakmak ve tespih... Yeni ilaçlarım...


İşte böyle... Kendimden korkup kendime kaçtım; çünkü kaçacak başka bir yer yok.

 
Toplam blog
: 114
: 1620
Kayıt tarihi
: 01.08.07
 
 

1964'te Ankara'da doğdum. Meslek lisesinin elektrik bölümünü bitirip fabrikada ve şantiyede çalıştım..