Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mayıs '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kendime katayım seni...

Kendime katayım seni...
 

"Uçak geliyorrr" ne o, aslında gelen uçak falan değil, çatalın ucunda bir küçük köfte parçası, biraz da patetes. Annem de haklı zira ancak bir aksiyon varsa yutabiliyordum. Yoksa çok keyifsiz bir şeydi yemek yemek.

Oyunla moyunla kandırılıp bir şekilde yutardım. O günlerin yarattığı şartlı refleks etkisiyle bugün hala yapmak istemediğim bir şeyi oyuna çevirmek zorundayım. Örneğin çalışmayı sevmiyorum. Hiç bir zaman da sevmedim. Çalışırken kulaklıklarımı takmak zorundayım. Klasik müzik dinilyorum çoğunlukla, özellikle solo piano konçertoları. Rachmaninoff dinliyorum mesela, pianist deli gibi çoşuyor, ben de klavyenin tuşlarına vuruyorum. En sert yerlerinde enter'a sert bir şekilde patlatıyorum. Başımı savuruyorum, şarkı bitince alkış bekliyorum. Gelmiyor.

Lokmayı uçak diye yutan çocuklarda ileride kişilik bozuklukları olmaması mümkün değil. Bir arkadaşım da "sevişirken Kate Moss'u düşünmek zorundayım yoksa mümkün değil olmuyor" diyor.

***

öyle amaçsız oradan oraya
severim gezinmeyi
oturdum mu güverteye elimde simit ve bir de çay
bir ben, bir martılar lokma lokma
paylaşırız anları varıncaya dek iskeleye.

Başak ALTIN

***

Sınıfın kapısından içeri ilk girip de bize tanıştırıldığı andan itibaren sevdik Yasemin'i. Biz derken ben ve sınıfımdaki diğer tüm erkekler. Kızları bilemiyorum, hatırlamıyıyorum, umursamıyorum. Yasemin'in sınıftan içeri girişi bir miladdı çünkü, ondan sonrasında başka bir kızı görmedik, tanımadık , hatırlamıyoruz biz sınıfta. Yasemin ve diğerleriydik. Ona aşık olanlar ve olmayanlardık. Olmayanlar neler yaptı o arada, varlar mıydı, nefes alıyorlar mıydı hatırlamıyorum ben. Adı üstündeydi onların, onlar olmayanlardı, yoklardı. Biz ise Yasemin ve aşıklarıydık. Heyecan dolu günler yaşayacaktık.

(pek yakında : seni seviyoruz yasemin)

***

Çocukluk arkadşım Aslı'nın hayalgücü karşısında düştüğüm dehşeti unutmam. Aslı'nın boyu çok kısaydı, bu da onu çok mutsuz ediyordu. Bir gün bana "Ben Pamukkale'ye doktora gittim. Orada çok pamuk vardı. Pamukların üzerinde zıplayarak oynadım. Doktor bana "ayaklarını kesecez büyük ayak takacaz ondan sonra büyüyeceksin dedi "demişti...

K.Y.

***

Vakti zamanında katıldığım bir toplantı da türlü milletlerden insanlar vardı. İki de Rus meslektaşımız vardı. Bunlar aralarda, yemekte falan sürekli kendi aralarında yüksek sesle rusça konuşuyorlardı. Yüsek, monoton, agresif, rahatsız edici bir ses. Adeta boğdular bizi.

Dostoyevski, dedim kendime, gerçekten bu dilde mi yazmış o romaları...

İşte bir arkadaş demiştiki o zaman, "abi rusun da erkeği hiç çekilmiyor..." bu iğrenç erkek muhabetine katıla katıla gülmüştük. Allah hiç bir erkeği cinsiyet ayrımcı iğrenç muhabetlerden mahrum bırakmasın bu arada. Ha evet, dağıttık konuyu. Ne diyorduk, rusun erkeği çekilmiyor demişti arkadaşım. Adı Hakan'dı. Ah be Hakan sen gel bir de rus erkeğinin çıplağını gör dedim içimden. O hiç hiç çekilmiyorlar.

("İşte böyle" : http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=55738)

***

Kahvaltıda yumurta, öylen yemeğinde tavuk yemek bana çok enteresan geliyor. Bazen o yumurtanın öğlen yediğim tavuğun yumurtası olma ihtimali üzerinde düşünüyorum. Olası bir şey değil, değil biliyorum ama civciv ve anne tavuğun midem de buluşma ihtimali biraz olsun rahatlatıyor vicdanımı.

***

Ne boyun posun ne de rengin
İster dalından kopmuş ol
ister güneşte kurutulmuş.
Her şekilde severim,
kendime katmayı seni...

İster ezsinler biberle yoğurup
ister pişirsenler şişin ucuna takıp seni,
fesleğenle süpersin, zeytinyağıyla ilham verici
üç yetmez beş öğün olsun,
kendime katayım seni...

***

Çiçek pazarında çoşum yaşanıyor. İlk gittiğimde aldıklarım çeri domates, çanakkale pembe domates, nane, reyhan, tatlı sivri biber, acı sivri biber ve arnavut biberi. Bunların hepsi fideydi, bir de maydonoz tohumu. Her birisinden ikişer üçer aldığımdan kelli kollarım yoruldu taşırken. Hala da limon fidesine bakıyorum giderken. 25 ytl lik fiyatını önemi yok ama gerçekten de taşınacak gibi değil. Gözüm fidede daha yeşil yeşil duran limonlarda kalınca satıcı amca istersen limon çiçeği vereyim diyor. O nedir ki, diyorum. Böyle ufacık yeşil yapraklı bir çiçek. Çiçeğini koparıp çayına atıyorsun, nefis limon kokusu veriyor dedi.

Verdim son üç liramı.

Aldım limon çiçeğimi.

Tünele gidecektim, param kalmadı. Durup da çekesim yok. Aslansın kerem, yürü kerem diye kamçıladım kendimi. Bir nefeste köprüden geçtim yürüyerek, ikincisinde tünel yokuşunu devirdim. Yürüyen bir ağaç gibiydim, her yanım yeşil, her yanım çiçek. Maaşallahım vardı. Asmalımescid'te bir bira istedim, içine de limon yaprağını attım Meksika usulü. Vallahi de keskin limon kokusu, helal olsun çiçekçi amcaya, helal olsu limon çiçeğine.

Ertesi sabah hellim kızartmasına reyhan yaprakları da koydum, demlenen çaya da limon çiçeği... Sonuç harika. Şimdi gözüm sivri biberlerim de ve domateslerimde ama en çok da arnavut biberimde, ne de olsa hemşehrim oluyor.

İlk mahsüllerimi bekliyorum büyük bir heyecanla.

İşte böyle...

K.

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..