Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kendime yetmek için...

Yetememek ne demek?

Anneye babaya, kardeşe, sevdiğine, çocuğa, arkadaşa, dosta ve kendine yetememek.

İşe, eve, sokaklara, şehire, ülkeye, zamana ve yine kendine yetememek.

En çok hangisi acıtır. Zamana mı, sevdiğine mi, kendine mi?

Zaman acıtıyor gerçekten. Geçiyor, geçiyor... Her geçtiğinde yakıyor, yaşatıyor.
Dursun istediğim vakitler oluyor. Dursun ki, daha fazla vaktim olsun. Ne için?
Çoğunlukla daha hızlı aksın, istiyorum. Hızlı aksın ki, bitsin. Bir an önce geçsin ki, öleyim.

Sevdiğin acıtıyor gerçekten. Yetememek kendini hissettirdiğinde, umutların birer birer kayboluyor. Bir korku giriyor içine. Ben ne yaparım, nereye giderim, diyorsun. Çaresizlik, alışmışlık kendini gösterdiğinde, neye acıdığını bilmeden acıyor işte. Kaybettiğine mi? Kendine mi?

Kendine yetememek...

İşte herşeyin sonu burada başlıyor. Kendine yetemediğini anladığında, ne birine yetebiliyorsun, ne de kimse sana yetebiliyor. Ne yapacağını bilemez durumda, evinde hapsolmuş, yürümeyi unutmuş, bir duvardan diğerine çarparak, ilerlemeye çalışıyorsun, nereye ulaşmaya çalıştığını bilmeden.

O zaman ne anneye, ne çocuğa, ne işe, ne de dosta yetemiyorsun. Anlıyorsun ki, insan, önce kendine yetecek.

Yalnız insanları, kimse sevmiyor. Çünkü onlar da kendilerini sevmiyorlar.
Yalnız kaldığında yanında, kendi olan insan, kendini seven, kendiyle mutlu olan, barışık olan, kendine yetebiliyor. İnsanlar da onu seviyor, yalnız bile olsa.
İnsanlar onu sevince, yalnız bırakmamaya başlıyorlar. Kendiyle bırakmamaya...
Oysa o, hayatından memnun. Onun hayatında yalan yok, kavga, savaş, hakaret, küfür, düzensizlik, sahtekarlık yok. O kendine yalan söylemiyor. Bıraksalar mutlu ama bırakmıyorlar. Sevdiler bir kere...

Giriyor insanlar hayatına ve değişiyor herşey. Kötülük başlıyor. Yalanlar, hakaretler, savaşlar, kendine hiç söylemediği küfürler etrafını sarıyor. Her taraftan yaklaşıp, kuyuya çekmeye çalışıyor. O bunlarla boğuşmaya çalışırken, birdenbire farkediyor; artık yalnız değil.

Herşeye koşuyor. Yetmeye çalışıyor. Anne olmaya, sevdiğini mutlu etmeye, evine işine, arkadaşlarına, sorunlara, haksızlıklara, tahammülünü aşan yalanlara, sahtekar suratlara, geleceğini kurtarmaya koşuyor.

Sonra bir bakıyor ki, başa dönmüş; O duvardan diğerine vuruyor ve bir adım yol alamıyor, evinin içinde.

Kendine Yetemiyor...

Mutsuzluk baş gösteriyor, umutsuzluk. Kendini arıyor yalnızlığında, bulamıyor. Koşuyor her tarafa. Ben nerdeyim. Bağırıyor, ses yok. Artık kendi, diye, bir şey yok. Etrafına bakıyor. Elinde ne var? Onu seven insanlar. Elinde kalan, sadece, onu seven insanlar.

Kendi yok.

Sonra, yazmaya başlıyor, çaresizlik içinde...Ne aradığını bilmeden...
Yazdıkça tanıdık sesler gelmeye başlıyor, uzaktan. Sesi tanımaya uğraşıyor ama olmuyor. Yazıyor yazıyor...

Birileri onu anlamaya başlıyor. Ben seni anladım, diyor. Bakıyor; O da, kendi gibi duvarlara çarparak ilerliyor. Birden sesler daha da yaklaşıyor. O anladıkça, ses geliyor. Anladım dedikçe, sesi tanımaya başlıyor.

Kendi sesi...

Kendi...

Kendini buluyor.

Anlıyor.

Anlıyor, yazdıkça kendine yetebiliyor...

Artık herkese yetebilir...

Beni anlayan arkadaşlarım Son Tual, Mis-tress ve esmerkıza çok teşekkür ederim...

............

Şimdiye kadar, kimsenin yazdığı konuları eleştirmedim. Herkes istediğini yazmakta özgürdür. Benim düşünceme göre, beğenmediğiniz konuları okumazsınız, olur biter. Yazılan yazıyı beğenmediğinizde ya da eleştirmek istediğinizde, yoruma açık ise, yorum yazarsınız. Kimseye hakaret etme hakkınız yoktur. İnsanlar burada birbiriyle arkadaş olmak istiyorlarsa olurlar, istemiyorlarsa, sadece yazılarını yazıp, başkalarınınkini okuyup, çekilirler.

Bir mim oyunu başladı. Çok da güzel yazılar çıktığını düşünüyorum. Ben katılmak istemiyordum çünkü bu tarz şeylerden hoşlanmıyordum. Düşüncem değişmiş değil. Kimseyi kınamadım. Yaptığının yanlış olduğunu düşünmedim. Üstelik neden yazdığını anlatmak, kötü bir şey değil. Konu saçma değil. Belki başkalarını da yazmaya zorlamak oluyor. İçinden gelmese de, kırmamak için yazıyor. Benim hoşlanmadığım kısım, bu olabilir. Yapukay arkadaşın yazısını çok beğendim. Benim için söylediği güzel sözler karşısında yazmamak, hepinize, haksızlık, daha doğrusu oyun bozanlık olabilirdi.

Başkalarının yaptıklarını küçük görme, aşağılama, hakaret etme hakkımız yok. Tabii yapılan; haksızlık, saldırı, insanca olmayan şeyler değilse... Gereksiz yere aşağılanan arkadaşların yanında olmak için, bu yazıyı, yazıyorum

Bu arada bir konuya daha vesile olacağını düşünmem, bu yazıyı yazmama en büyük etkendir.

Mavidüşlerim rumuzlu arkadaşın, Ölümsüz olandır aşk, isimli yazısını okuduğumda altında U.Kesici isimli bir öğretmenin, yorumlarını gördüm. Ve inanılmaz kötü hissettim. Bir an, burada ne işim var, benim dedim. Soğudum birden; burdan ve yazmaktan.

Bir daha yazmamaya karar verdim. Biraz abartılı bulabilirsiniz. Bu konuda hassasım. Sonra, okuduğum seviyeli, düzeyli diğer yazı yazan arkadaşlarımı düşününce, saçmaladığımı anladım. Benim zaten hayattaki en büyük hatam, ufak şeylerin, hayatımı değiştirmesine izin vermemdir. Yani pireye kızıp, yorgan yakarım.

Kadın hakları için kendi küçük çapımca, birşeyler yapmaya çalışan, hiç bir hatayı kabul etmeyen bir insanım. Kadınlara yapılan haksızlıklardan bahsedecek değilim. Kadın haklarını savunuyor olmam, erkekleri küçük görmemi de gerektirmez.

Öğretmen olan kişinin yaptığına sessiz kalamam. Bu kişisel bir saldırı da olsa, hepimize yapılmış ta olsa, farketmez. Yorumları herkes okuyor. Editörlerin, böyle bir şeye izin vermesine çok üzüldüğümü bidirmek istiyorum.

U.Kesici'nin Bayanlar der ya 'Sevdim diye Verdim' Lafını, aşağılamasını, şiddetle kınıyorum.

 
Toplam blog
: 44
: 2108
Kayıt tarihi
: 15.09.08
 
 

Burdayım ya, gerisi teferruat ..