Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Kasım '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kendimin uzak tarihi, rüyadan öte bir yaz...

Kendimin uzak tarihi, rüyadan öte bir yaz...
 

Bir yaz günü Konya’nın en işlek caddesinde hayallerimizi süsleyen bir pastanede işe başlayarak yaşamımın ilk içe dönük çemberlerini kırdım. Babamlar kendilerinin yaşam boyu içinde oldukları çalışma ve yaşam biçimlerinden bizi uzak tuttuklarını düşünerek o güne kadar simit satmamıza bile izin vermemişlerdi.

Gururlu biraz kibirli bir liseli genç evinden ayrı bir yerde yeni bir dünyanın kapılarını açacaktı. Babam nedeniyle tanıdığımız Ali Bey bu çalışma isteğimizi geri çevirmeyerek beni çok mutlu etmişti. Konya’nın en özel mekanı olduğunu düşündüğümüz Çamlıca Pastanesi o günlerde bana inanılmaz büyük, etkili ve ulaşılmaz görünürdü.

Babamla birlikte yaptığımız geziler dışında nadiren arkadaşlarımızla gidebilirdik. Okulumuz Gazi Lisesinden çok fazla da uzak değildi aslında ama o dönem okuldan çıkışta hemen evin yolunu tutmak daha mantıklı gelirdi. İşe ilk gelişimi, ilk önlük giyişimi bugün bile hiç unutmuyorum. Ben bekliyordum ki orada önemli bir göreve versinler beni, ben kendimi göstereyim orada çalışacağım dönem boyunca da vazgeçilmez bir eleman olayım.

Nerde, daha ilk günden bütün hayallerim yıkıldı. Beni arka tarafta bulaşıkların yıkandığı tezgaha verdiler. O gün bunu yapan Gazi Ustadan nefret ettiğimi hatırlıyorum. Hani arada babam olmasa, hemen oracıkta üzerimdekileri çıkarıp oradan sıvışacaktım ama o kadar ısrar etmiştim ki çalışmak için erkekliğe leke sürüp geri dönmeyi düşünemezdim bile. Dudaklarımı ısırarak, nefret ederek, iğrenerek yıkadığım bulaşıklar hayatımı karartmaya yetiyordu. Oysa ben oraya çok önemli bir şeyler yapmaya gelmiştim.

Benden önce orada çalışan Hasan’la bu yüzden çok papaz olduk. Her gün tartışıyorduk. Ben onun da benim gibi devamlı olarak bulaşıkta görev almasını istiyordum. Benden biraz daha iri cüsseye sahip hasan bunu reddediyor, üstelik ciddi biçimde de bana tavır alıyordu. Çalışma ve orada bulunmaya o kadar uzaktım ki, onunla sadece içgüdülerimle çatışabiliyordum. Hafiften entrikalar gidip geliyordu. Yine çatışmanın en üst düzeye çıktığı bir gün o kadar sinirlenmiştim ki, onu iş çıkışı ciddi bir dövüşe davet ettim.

Bu benim çok öfkelendiğim zaman sık sık başvurduğum bir yöntemdi. Orada girişilecek bir kavgada ayıranları düşünerek kavgalarımın Alaattin tepesi dediğimiz şehrin merkezinde ama tenha bir yerde yapmayı tercih ederdim. Birkaç kez saatlerce süren bu kavgalarda eve her tarafım perişan, kan içinde dönmüştüm. Saatler boyu süren bir kavganın nadiren galibi olabiliyordu. Artık birbirimize vuracak dermanımız bile kalmayınca her iki taraf yediği sopalar yanında kar evinin yolunu tutuyordu.

Bunu çok adaletli bir kavga biçimi bulmamın nedenlerini bugün bile düşünüyorum. Halbuki bir çok kez sinirlendiği anda karşısındakine dalan arkadaşlarım olmuştu, genelde ben onların kavgalarını da ayırmak yanlısı hiç olmamıştım. İnsan ayrılmak istese neden kavgaya tutuşsundu ki? O gün için bu düşünceler bana çok makul geliyordu.

Hasan’la birkaç kez Alaattin tepesine çıkma girişimlerimin olduğunu hatırlıyorum. İyi ki de gerçekleşmedi. Ben başım önde, yaptığım işi kabullenmeden çalışarak günler geçip gidiyordu. En çok ta pastanenin dış vitrinlerini bana sildirmelerine bozuluyordum, çünkü caddeden beni tanıyan arkadaşlarımın geçmesi ihtimali beni çok sinirlendiriyordu. BU nedenle benden bu konuda daha titiz ve çalışkan olan Hasan çoğunlukla dışarıda olan bu vitrinleri silerek beni ciddi biçimde bu durumdan kurtarıyordu. Ben daha çok dondurma satılan tezgahı seviyordum. Çok sayıda insan Konya’nın en ünlü dondurmasını mutlaka almak için oraya geliyor ve kuyruklar oluşturuyordu. Ben dondurma vermeyi bulaşık yıkamaktan daha önemli buluyor ve oradaki yerimi her çeşit entrika ile savunmaya çalışıyordum.

Bir gün Ali Beyin pastanenin genel temizliğinin gece yapılması isteğinin herkesi neden sevindirdiğini anlayamamıştım. O gün geldiğinde sürprizler beni bekliyordu. Hayatında hiçbir yerde temizlik yapmamış ben koskoca pastanenin genel temizliğinde bulunacaktım. Hadi hayırlısı dedim. Gece dışarı çıkma imkanım olmadığı içinde orada gece kalma fikri çok ta cazip gelmişti. Gece, başgarson Yaşar, Gazi ve Hasan değişik bir telaşın içindeydiler. Arka tarafta özenle bir masa kurdular, masada börekler, yiyecekler, içecekler gece boyunca bize enerji ve güç verecekti.

İlk molada herkes masanın başına geçtiğinde bana votka içip içmediğim sorulunca, ” ooo ne demek tabi ki içtim” demek düştü ama o güne kadar ağzıma bira dışında içki koymamıştım hatta düşünmemiştim bile. Bana hazırlanan bardağı aldım, votkanın çok değişik tadı vardı -bugün bile pek sevmem- ilk yudumu aldım ardından böreği ısırdım. Durum hiçte istediğim gibi olmamıştı, ağzımdaki votka tadı puf böreğiyle karışınca berbat bir şey olmuştu. Herkesin gülmeye başlamasına da anlam veremiyordum.

Sonunda Yaşar “Oğlum, sen hiç içmemişe benziyorsun, önce votkanı iç ardından yersin” der demez herkes kahkahayı basmıştı. Bozuntuya vermedim ama onun dediği gibi yaptım. Durum şimdi daha iyi görünüyordu. Bir sorun daha vardı, ben bunu ne kadar içersem normaldi. Şimdi bu sorunun biri tarafından cevaplanmasını bekliyordum. Durumu, onların içiş hızlarını ve biçimlerini kontrol ederek kurtarmaya çalıştım.

Gecenin ilerleyen saatlerinde temizlikte kimlerin ne yapacağı konusundaki hırlaşmalar belki biraz votkanın da etkisiyle yumuşadı ve yardımlaşmaya dönüştü. Her şey çok eğlenceli hale gelmeye başlamıştı. Hasan bile gözüme çok sevimli görünüyordu. Bu arada başımda dönmeye başlamıştı. O gecenin ertesinde Ali Beyin fırçaları herkesi kırdı geçirdi. Gerçekten berbat iş çıkarmıştık. Sanki çalışmaya değil eğlenmeye kalmış gibiydik. Gecenin ilerleyen saatlerinde temizlik yerine çevreye zarar bile vermiştik. Ali Bey bütün olgunluğu ile o geceyi kapattı ve bir daha orada genel temizlik hiç öyle yapılmadı.

O geceden sonra Hasan ve diğerleri ile dostluğumuz artmış artık çatışmalar kalmamıştı. İzindeki bulaşıkçının gelmesi ile ben de garsonluğa ve tezgahta çalışmaya yükselmiş ve kendimi artık iyi hissetmeye başlamıştım. Arada benim votka içmemle dalga geçseler de tümüyle iyi anlaşıyorduk.

Özgürlüğümün ilkyazının bu şekilde devam edip gideceğini sanırken hiç beklemediğim bir şey yazı unutulmayacak bir hale getiriverdi. Dışarıda olmam, çalışmam ve biraz da para kazanmam kendime güveni artırmış, orada edindiğim dostlarla daha çok karı-kız sohbeti yapar hale getirmişti beni. İlk şimşek çaktığında onun habercisi beni bu konuda hep zorlayan Hasan olmuştu. Öyle sıcak ve yumuşacık bir akışla bulmuştum ki onu bugün bile o ana nasıl geldiğimizi çok iyi hatırlayamıyorum. Kendimi üç numara kesilmiş saçlarla yakışıklı falan da bulmadığım için karşı tarafta bir kızın benden etkilenebileceğini hiç aklıma getirmiyordum.

Pastanenin bir arka sokağında oturan ve idari kısımda çalışan bir kızdı. Silüetini bile silik olarak hatırlayabiliyorum. Tezgahların arkasında başlayan buluşmalar, bir arada her seferinde biraz daha uzun kalmalar kendimden başka birinin ağzını, dudaklarını ilk kez öptüğüm noktaya kadar getirmişti. O denli masumca geliyordu ki, onu öperken başka ne yapılır konusunda bile bir fikrim yoktu ve ben lise birinci sınıfı bitirmiş bir gençtim yani.

Onunla buluşmalarımız herkesin dikkatini çekmeye başladığında ilk uyarılarda gelmeye başlamıştı. Dudaklarımız şişene kadar öpüşüyor sonra ilk fırsatta gene öpüşüyorduk. Bazı akşamları fırsat bulup onu eve kadar götürdüğümde karanlık merdivenler de öpüşmeye devam ediyorduk. Hayatıma gelen bunca değişiklik ayaklarımı yerden kesmişti. Ne uyarı dinliyor ne de dikkat ediyorduk artık. Başka ne yapılacağı konusunda iki genç olarak gidilebilecek yere kadar gidiyorduk.

Yazın sonlarına doğru uyarılar ciddileşti, patron tarafından da bana hissettirildi. Bir yaz rüyası olarak başlayan serüven sırılsıklam aşk denilen duyguya dönüşmüştü. Sokağa iyice alışmıştım. İş çıkışlarında veya hafta sonları birahanelerde buluşup biralara gizlice kattığımız votkalarla aşklarımızı özlüyor ve deliler gibi eğleniyorduk. İşin ilginç yanı ben bunları yaşarken, oraya geldiğimde can düşmanı gördüğüm Hasan en iyi arkadaşım ve sırdaşım olmuştu. O, gizli ve açılamadığı bir aşk yaşıyor ve karşılıklı kadehlerin diplerine vuruyorduk. İçimizdeki en usta içici Yaşar’ı bile gölgede bırakacak kadar çok votka, bira içip sokaklarda, sevgililerimizin evleri önünde deyim yerindeyse böğürüyorduk.

Hasan, kavuşamadığı sevgilisine ben kavuşmuş ama sonrasında ne olacağını bilmediğim sevgilime adadığımız kadehler bittikçe işin tadı tuzu da kaçmaya ve geceler uzamaya ve eve bile her gece geç gitmeye başlamıştık. Her yandan kuşatma başlamak üzereydi ve artık yaz da yavaşça sonbahara yüzünü çevirmişti. Sevdiğim kızın ailesinin de işe el koymasıyla gelen bir haber güzel yazın da sonu olmuştu. Sevgilim artık benimle görüşmek istemiyordu. Hasan’ın kaderine benzeyen bir kader saymış ve sokaklarda daha çok içmeye ve böğürmeye devam etmiştik.

İlk aşkımızın sancıları yüzlerce metre öteden duyuluyordu.

Yabancı bir dünya olarak girdiğim bir yerden acılarla, sancılarla, yaralarla ve büyük heyecan yaratan duygularla ayrılmıştım. Bir de her zaman dostum olarak kalacak olan Hasan. O bana o yazın yadigarı olarak kalmıştı.

Bugün geriye dönüp baktığımda sisler ardında kalan masumane aşkın hayatımın sonraki yıllarında ne kadar etkili olduğunu anlıyorum. Bir yanım hiçbir zaman geçmişteki bir aşk olarak ona, anılarıma geri dönmedi hep yoluma devam ettim. Bundan son derece mutlu olduğumu bugün daha çok anlıyorum.

Yaşanan her yeniyi sıcaklığı ve güzelliğiyle hep ilk saymayı o yaz öğrendiğimi düşünüyorum. Ayrılıktan sonraki yaşadıklarım birbirimize ait olmayan hayatlarımızı yeni yollarda idare etmemiz gerektiğini öğretmişti bana. Çünkü bunun dışında yapacak bir şeyimiz yoktu.

 
Toplam blog
: 202
: 994
Kayıt tarihi
: 29.06.07
 
 

Sosyal medya danışmanı, grafik tasarımcı.  ..