Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Haziran '15

 
Kategori
Dostluk
 

Kendimle hasbihalimdir

Bu akşam sahuru beklerken eski Ramazanları ne kadar özlediğimi fark ettim… Maziye bir yolculuk yaptım zihnimde… Ailemden uzaktım ama daha bir güzeldi, daha bir başkaydı üniversite öğrencilik yıllarımdaki Ramazanlar… Arkadaşlarla sahuru beklerken bir taraftan derslerimize çalışır, bir taraftan tatlı tatlı sohbet ederdik… Sabahlara kadar süren hoş sohbetlerimizde birbirimizin hatalı / kusurlu davranışlarını da eleştirir, usulünce uyarırdık birbirimizi… Hatalı davranışı düzeltmek için; bu davranışta bulunan arkadaşla birlikte hepimiz seferber olur, büyük bir gayretle destek verirdik birbirimize… Böylece yardımlaşarak daha iyi insan olmak yolunda atardık adımlarımızı… 

Bir arkadaşımızın arabası vardı, hep birlikte doluşurduk arabaya ve hoş melodiler neşeli muhabbetler eşliğinde giderdik gideceğimiz yere… Bazen de arabayla gezerek eğlenirdik… Zaman zaman küçük tartışmalar da yaşardık ama çabuk çözerdik sorunlarımızı… Biz arkadaşlarımızı severdik.

Kız arkadaşlarımız daha bir çekingendi, onlar ile sohbet etmeye utanırdık… Sohbet ederken bir kelimemiz onu incitebilir mi diye kılı kırk yararak seçerdik kelimelerimizi…

Derse yetişmek için koşarak yakaladığımız o dolu otobüsleri hatırlıyorum da, genç erkekler hep ayakta idi… Koltuklarımızda ya yaşlı nine ve dedelerimiz yada genç kızlarımız otururdu. Eşitlik kelimesi burada geçersizdi. Ama saygıyı sonuna kadar her davranışta görmek mümkündü…

Fedakarlık duygumuz vardı. Bir şey ikram edeceğimiz zaman herkes elini cebine önce atmak için birbiriyle yarışırdı… Ben ödeyeceğim telaşı vardı. Yemeklerin veya tatlılarımızın  ücretini ödediğimiz zaman ondan ayrı bir lezzet alırdık… Üç kuruşta olsa öğrenci harçlıklarımız ile paylaşmayı severdik biz…

Üzülen bir arkadaşımızı gördüğümüz zaman hepimiz üzülürdük, etrafında pervane olurduk derdine derman olabilmek için…  Onun derdi hepimizindi, hepimizin derdi de birimizin...

İnsanı insan olduğu için severdik, sen şusun veya busun düşüncesinde asla olmadık. Tabii ki düşüncelerimiz veya siyasi görüşlerimiz farklı idi, ama ayrımcılık asla olmazdı... Bizler görüşlere de saygı duymayı bilirdik, usulünce tartışıp beyin fırtınası oluşturmayı da… Kavgasız, gürültüsüz…

Gördüğümüz her kötülüğü veya yanlışı düzeltmeye çalışırdık; yargılamadan, aşağılamadan, incitmeden… İçimizdeki sevgi tomurcuklarını büyütmeyi de böyle başarırdık.

Bekar evleri ayrı bir keyifti; komşular bizleri evlatları gibi görür, akşamları gelen ikram tatlılarıyla gecemiz şenlenirdi. Bizler de iyi çocuklardık; başımız önümüzde selamımızı verir, saygıda kusur etmemeye büyük özen gösterirdik. Komşularımız bilirlerdi ki bu gençlerden zarar gelmez.

Hiç kimse kapılarına özel güvenlik kilitleri taktırmazdı. Şimdi ki gibi hırsızlık olayları da olmazdı… Bizlerde korkardık haramdan; değil elimizle, gözümüzü bile sakınırdık… Elimizdekiyle yetinmeyi bildiğimizden, şükretmeyi bildiğimizden bereketimizde vardı…

İnternetimiz yoktu, bir bilgiye ihtiyacımız olursa kütüphanemize gider, o koca ansiklopedilerden konularımızı bulup sayfalarca özenle yazardık, yazılarımız daha da güzelleşirdi. Sadece  o konuya odaklanırdık böylece daha iyi anlar, öğrenirdik… Kitap okumalarımız da daha bir güzelleşirdi.

Giyimlerimiz daha sade ama bir o kadarda temiz ve bakımlı idi. Haftalarca tek bir kot giymezdik. Dikkat çekici şeyler giymemeye çalışır, diğer arkadaşların konumlarını da düşünür onların üzülmesini istemezdik.

Biz arkadaşlarımızı severdik; Bir gün bir arkadaşımız okula gelmese şimdi ki gibi cep telefonuyla arama şansına sahip değilken bile, cebimizde paramız olmasa da yürüyerek olsun evine gider kontrol ederdik “ Hasta mı, üzgün mü neden gelemedi?” diye… Küçük hediyeler almayı da ihmal etmezdik giderken…

Yalan ve iftira lügatimizde dahi yoktu. Biz herkesi severdik, yaratandan ötürü. Birisine çamur atma gibi bir düşüncemiz asla olmadı…

Tabi ki herkesin bir kusuru vardır ve bu çok da normaldir. Önemli olan o kusuru görüp düzeltmeye çalışmaktır ve biz bu konuda da birbirimize hep destek olurduk. Asla bir darbede ben vurayım düşüncesinde olmadık.

Bilirdik ki, bir arkadaşımızın arkasından konuşursak doğru olsa bile bu gıybetti. Hazreti Ebu Hüreyre radıyallahu anhın söyledikleri kulağıma küpe idi: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?" "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Bunun üzerine: "Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!" açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam: "Ya benim söylediğim onda varsa, (Bu da mı gıybettir?)" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir."

Maziye olan yolculuğumdan sıyrılıp bir de bu güne bakıyorum da… Demek ki bir yerlerde yanlış yapıyoruz, biz böyle değildik… Nasıl ne zaman birbirini yürekleriyle sevemeyen, arkadaşlıkları menfaat ilişkilerine bağlayan, paylaşmayı unutup birbirine hava atma yarışına giren bir toplum olduk? Ve ne yazık ki şimdi herkes mutsuz, yorgun ve yalnız… Oysa biz eskiden; paylaşmayı ve sevmeyi bildiğimiz zamanlarda mutlu bireylerdik ve dolayısıyla mutlu bir toplumduk… O günlere dönmek zor değil, sadece yüreğinizin sesine kulak verin; o her zaman en doğru rehberdir… Ve göreceksiniz o zaman dünyada daha yaşanılası bir yer olacak…   

Unutmayın “Bir insan değişir, dünya değişir…”

 

 
Toplam blog
: 233
: 209
Kayıt tarihi
: 12.12.13
 
 

Prof. Dr. Hamdi Temel, 1966 yılında Sorgun'da doğdu, İlk ve orta öğretimini Sorgun'da tamamladı v..