Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ekim '07

 
Kategori
Blog
 

Kendimle röportaj

Kendimle röportaj
 

Son haftalarda daha seyrek aralıklarla yazmaya başladınız, Milliyet Blog’dan ya da yazmaktan bir bıkkınlık mı söz konusu acaba?

Hayır. Ne Milliyet Blog’dan ne de yazmaktan bıktım. Yazmayı da yazılarımı Milliyet Blog’da yayınlamayı da çok seviyorum. Zaten yazmaktan başka bir işim de yok. Okunmayı, anlaşılmayı, paylaşmayı, yorum almayı, eleştirilmeyi, eleştirmeyi seviyorum. Öteki blog yazılarını okumayı, yorum yazmayı seviyorum. Ama doğrusu bunun için pek zaman bulabildiğimi söyleyemem. Son haftalarda az yazmam, biraz işlerimin yoğunluğu, biraz fiziksel ve zihinsel yorgunluk, bir ölçüde de araya giren tatil ve yolculuk gibi nedenlerden kaynaklanıyor.

Milliyet Blog’a üye olduğunuzda nasıl bir periyod öngördünüz, geçen sürede buna uyabildiniz mi?

Başlarken bu konuda hiçbir fikrim yoktu. Zaten burada yazmayı bile pek ciddiye almamıştım. Belki yazdıklarım editör onayından bile geçmez diye düşünüyordum. Sırf internet ortamında bir yerim olsun diye başlamıştım ama ilk yazılarım yayınlanıp da bir de bunların okunduğunu, paylaşıldığını, yorumlandığını görünce çok hoşuma gitti. Sürekli ve düzenli olarak yazmaya karar verdim. Öngördüğüm periyod, haftada en az üç en fazla beş, veya ayda ortalama on iki yazıydı. Bugüne kadar bu periyoda hemen hemen uydum. Burada altmış yedi haftada yüz doksan üç yazı girmişim, bu da haftada ortalama 2,8 yazı yapıyor ki bence bu optimum bir aralıktır.

Hep merak edilir ve yazarlara sık sık sorulur ya, yazdıklarınızın ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek yaşamın yansımaları?

Her şeyden önce şu “yazar” lafını üstüme alınıp biraz şişineyim! Şaka bir yana, gerçekte bizler “yazar” mıyız? Bence hem “yazar”ız hem değiliz. Sonuçta edebi değeri düşük bile olsa ortaya bir orijinal metin koyuyorsanız siz zaten o metnin “yazar”ısınızdır. Ama “yazar”ı belli edebi vasatta yazabilme yeteneği olan, belli türlerde, edebiyat tekniği ve kurallarına uygun eser verebilen kişi olarak tanımlarsak o zaman kendimize yazar dememiz biraz zorlaşır. Kurgu/gerçek sorusuna gelirsek; valla onu ben bile zaman zaman karıştırabiliyorum. Ama birinci tekil şahıs ağzından anlattığım şeylerin çoğu gerçek yaşam deneyimlerimden ve anılarımdan oluşuyor. Belki unuttuğum yerleri kurguyla tamamlamış, bazı yerlerde otosansür uygulamış, anlatılması zor kimi noktaları da atlamış olabilirim.

Benim dikkatimi çeken noktalardan biri de yazılarınız birbirinden çok farklı ruh hallerini yansıtıyor. Yani bir gün deli dolu bir mizah yazısı yazmışken hemen ertesi gün karanlık, acı dolu bir yazı yayınlayabiliyorsunuz. Bunlar daha önce yazılmış da rastgele yayına verdiğiniz yazılar mı acaba?

Hayır. Milliyet Blog’da yayınlanan yazılarımdan sadece iki tanesi önceden yazılmış ve başka yerlerde yayınlanmıştı. Geriye kalanların tamamı güncel yazılardır. Bir yazıyı bitirince bekletmeyi sevmiyorum. Ne zaman bitirebilirsem o anda yayına gönderiyorum. Yazılar doğrudan doğruya benim o anda içinde bulunduğum ruh halini yanısıtıyor. Ruh halim günden güne, hatta saatler içinde bile değişebiliyor. Bu özelliğimle çevremdekileri çoğu zaman şaşırtırım zaten. Ben hayatın hep kahkahayla geçen sonsuz bir karnaval olduğuna inanmam. Ama bunun tersine de inanmam, somurtarak da geçmez bu hayat. Yeri gelir ağlarsın, yeri gelir oynarsın. Genelde olumsuz, acı veren şeylerden çok çabuk etkilenen bir insanım. Ama o durumlarda da çevreme umutsuzluk aşılamak ve felaket tellalığı yapmak yerine olan biteni anlamaya çalışmayı tercih ederim.

Bloglarınızda kendinizden bahsederken özel yaşamınızı fazla afişe ettiğiniz hissine kapılıyor musunuz?

Bazen oluyor. Ama zaten yazarken istemeseniz bile kendinize bir ön sansür uyguluyorsunuz. Anlattıklarım o elekten geçen, başkalarının öğrenmesinde sakınca olmayan şeyler. Eleğin üstünde daha bir sürü mahrem bilgi kalıyor. Burada kendim hakkında açığa vurduklarımın oranı yüzde beş falandır ancak. Sonuçta yazı, edebiyat, hatta giderek bütün sanat dalları insanın bir şekilde kendini anlatma çabasından başka nedir ki zaten?

Milliyet Blog’un başlattığı “blog önerilerim” uygulaması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bence yapılması gereken bir uygulamaydı. Zaten daha önceleri birçok blog yazarı sevdiği, takdir ettiği, gözden kaçtığını düşündüğü kimi yazıları kendi bloglarının sonunda link vererek öneriyordu. Bunu zaman zaman ben de yaptım. Şimdiki uygulamayla daha sistematik bir hale geldi. Halen bu sistem yazarların kendi anlayışlarına göre farklı biçimlerde uygulanıyor. Kimi yazar ya da blog önermekten kaçınırken kimileri birçok yazar ve blog öneriyor. Şahsen, ne önermeyenleri ilgisiz, kararsız, birilerini kırmaktan korkan veya kendini beğenmiş ne de önerenleri birilerini öne çıkarma çabası içinde olan kişiler olarak görüyorum. Tuhafıma giden tek şey bazı yazarların sadece kendi bloglarını önermesidir! Ben bu konuda şöyle bir yöntem izledim: Öncelikle eskilerde kalıp Miliyet Blog’un yeni yazarları ve okurlarının görme şansının olmadığı yazıları önermeye çalıştım. Mümkün olduğunca çok yazar ve blog önermeye çalıştım. Seçtiğim bloglar arasında bir öncelik sırası yoktur. Tamamen rastgele bir sıralama yaptım. Sayfalarımızda önerdiklerimiz arasından ilk üç sıradaki bloglar göründüğünden bu blogları birkaç gün sonra silerek alt sıradaki blogların öne çıkmasını sağlıyorum. Ellbette herkes gibi ben de ancak belli sayıda yazarı, aramızda daha sıcak bir iletişimin bulunduğu arkadaşlarımınn yazılarını takip edebiliyorum. Seçtiklerim de bunların yazılarıdır. Benim önerdiklerimin dışında belki daha da fazla önerilmeye layık yüzlerce blog vardır ama onların tümüne ulaşabilmem mümkün değil. Zaten her seçim belli oranlarda bir öznellik içerir.

Başka bir konuya geçersek, ben sizin yazılarınızda çok içe dönük bir karakterin iç çatışmalarını yazı yoluyla aşırı biçimde dışa yansıtma çabasının izlerini görüyorum. Yazılarınızda bu alt metni yakalamak o kadar zor değil. Bu alt metin üst metin geçişliliğinin ülkemizde son yıllarda özellikle de büyük şehirlerde moda haline gelen alt geçit - üst geçit inşaatlarıyla bilinçaltı bir korelasyonu mevcut mudur?

Bir ölçüde vardır belki. Ama röportajın bundan sonraki bölümleri bu tip sorularla devam ederse benim senin vücudunun üst kısmına uygulayacağım yumruk ve tekme darbelerinin alt kısımlarda da kalıcı hasarlar meydana getirmesi hiç de beklenmeyen bir netice olmayacaktır. Vaziyete böyle bakarsak aslında bu da bir alt-üst korelasyonudur ki ruh ve beden sağlığı açısından alt metin - üst metin olayından çok daha fazla dikkat edilmesi gereken bir şeydir!

Pardon abi! Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim.

Bitti mi, bu kadar mıydı? Yav ben daha yeni açıldım.

Valla tırstım, ağzımdan ters bir soru falan kaçar sonra!

Korkma len o kadar! Neyse, kapat teybi de biraz blog dedikodusu yapalım, “off the record.” Şimdi şeyin son blogunda kimden bahsettiğini biliyor musun?............

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..