Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mayıs '13

 
Kategori
Öykü
 

Kendine çıkan yol caddesi

Kendine çıkan yol caddesi
 

Etraf ana baba günüydü, herkes bir yana kaçıyor, kimse kimseyi görmüyordu. Küçük kız hıçkırıklarla ağlayıp annesini arıyordu. Kimin kime çıktığı, hangi yol ayrımında birbirine denk düştüğü belli değildi. 
 
Peki niçin kaçıyordu bu insanlar, neden kaçıyorlardı? Küçük kız elindeki küçük valizini yere bırakıp, nefes nefese kalmış olmanın yorgunluğuyla kaldırıma oturdu.
 
Birdenbire yanına kendisinden biraz uzun, sarışın, yeşil gözlü bir kız oturdu. Yaşını belli ediyor ve küçük kızdan büyük olduğu anlaşılıyordu. Birbirlerine hayretle bakmaya başlamışlardı ve gözlerini birbirlerinden alamıyorlardı.
 
Küçük kız’a hayretle bakan kız bir anlık panikle yerinden kalkıp: ’Ama...’ dedi.
Nasıl oluyordu bu, böyle bir şeyin olması mümkün müydü, olabilir miydi?
 
Küçük kız’ın gözleri dolmuştu ve: ’Ben ne diyeceğimi bilemiyorum. Annem’i arıyordum. İnsanlar neden bu kadar telaş ediyorlar bilmiyorum.’
 
Adı Sudenur olan kız; ’Ben anlamaya başlıyorum galiba’ der gibi oldu, onun yerine ’Hâlâ sende duruyor değil mi?’ diye sormakla yetindi.
 
Küçük kız cebinden bilyeleri çıkarıp meraklı gözlerle kendisini süzen Sudenur’a uzattı ve; ’Al işte bak burada!’ dedi.
 
Sudenur bilyeleri alır almaz birdenbire Sudenur ve adaşı olan küçük Sudenur’dan yaşça bir hayli büyük olduğu anlaşılan genç bir kadın yanlarına geldi.
 
Elinde taşımakta zorluk çektiği bir valiz vardı, kaldırıma oturdu. Buruk bir tebessümle Sudenur’ları süzdü, ’Bakın bende ne var...’ diyerek valizinden tonla para çıkardı.
’Bunlar var, artık sadece bunlar... Ama görüyorsunuz işte nasılım, nasıl değişmiş miyim?’
Genç Sudenur kaldırıma oturdu tekrar, yaşlı gözlerini sildi, çantasından eski fotoğrafları çıkardı.
 
Genç kadın, küçük Sudenur gözyaşlarına hakim olamadılar. Geçmişlerinden her biri bir parça bulmuştu. Peki neydi onları bir araya getiren, üçünü birden gözyaşlarına boğan hadise, üçünün de birbirinin geçmişleriyle olan bağlılığının sebebi neydi?
 
Genç kadın küçük Sudenur’a bakıp; ’Değişmişim öyle değil mi?’ dedi gözyaşlarını silerken.
Küçük Sudenur ’Evet, kilo almışsın. Baksana ben hâlâ çok zayıfım, evlenmişsin, parmağında yüzük var’ dedi.
 
Genç kadın; acı bir tebessümle gülümseyip ve başını sallayıp ’Evet, evlendim. Sevdiğim adam olmasa da, yalnız kalmamak için evlendim. Bir başkasıyla evlendim. Hatırlar mısın Sudenur?’ deyip genç kız’a kendisinden 10 yaş küçük olan Sudenur’a baktı, ’Çok sevmiştin onu, çok sevmiştik...’ dedi.
 
Genç kız, ’Sevmez olur muydum? O benim nefesimdi, elim, ayağım, gözüm, umudum; ömrümün her bir ânı, nefesimin en temiz yanı... Demek sonun böyle oldu, severken bir başkasına düşmek...’ dedi.
 
Küçük Sudenur da yüzünü elleriyle kapatmış, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. ’Benim yaşımdayken sevmek daha bir başka, hayaller kurulur, o insanın kaderin olup olmayacağının düşüncesiyle yaşamadan sadece onu düşünürsün. Ona hayranlık beslersin, boyun ufak olsa bile, sana göre ulaşılmaz olsa bile sevmeye devam edersin. Benim yaşımdayken, böyle acı değil sevmek’ dedi.
 
Üç adaş bir araya gelmişti. Üçü de Sudenur’du. Peki, bu insanlar niçin koşuyorlardı? 
 
Sudenur’lar can pazarı hâline gelen caddenin kalabalıklığının dinmesiyle birlikte herkesin orada bulunma nedeninin ne olduğunu anlamaya başladılar.
 
Her biri kendine çıkıyordu, her bir insan geçmişiyle; çocukluğuyla, genç kızlığıyla, delikanlılığıyla, yetişkinliğiyle ve yaşlılığıyla karşılaşıyordu. O cadde kendine çıkan yol caddesiydi.
 
Çocukluğunun bilyesiyle, genç kızlığının hatıra dolu fotoğraflarıyla ve yetişkinliğinin acı dolu bir aşkla ödenen faturasıyla, istenmeyen/ sevilmeyen birinin evliliğiyle mücadele edilmesiyle boy gösteriyordu.
 
Çevrelerindeki, kendine çıkan yol caddesindeki diğer insanları seyretmeye koyuldukları anda elinde bastonuyla çok yaşlı, kısa boylu, ufak tefek, yalnız gözleriyle ve bakışlarıyla kim olduğunu belli ettiren bir kadın geldi. Yaşlı Sudenurdu bu. Yaşlılığıyla oradaydı şimdi.
Çocuk hâline, küçük Sudenur’a sarıldı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar. Bastonu düştü elinden sarılırken, ’Seni nasıl da özlemişim bilemezsin’ dedi. Onun da çıkardığı tek bir eşyası vardı. Sevdiği adama yazdığı mektup... Hiç göndermemişti, sadece yazmıştı. Mektup eline ulaşsa da, okusa da onu anlamayacağını biliyordu çünkü. ’Bakın, bende de sadece bu mektup var, geçerli olur mu?’ dedi.
 
Gençliği, genç Sudenur: ’Geçerli olmaz olur mu? Ulaşamadığın birini sevmenin en genç hâlini ben yaşadım. Gençliğim gitti ve şimdi işte yaş almış, yaşlı hâlimle karşımdayım. Aynaya bakınca bile anlamıyormuş insan yaşlandığını, ancak bu şekilde çıkabiliyormuş gerçekler. Böyle yüzleşebiliyormuş insan kendisiyle. ’
 
Genç kadın, Sudenur’un orta yaşlı hâli araya girdi ve, ’Gelin bir önerim var, seveceksek de öleceksek de beraber ölelim, her birimiz bir bütün olalım. Yaşlıyken de çocukken de gençken de ve benim yaşımdayken, şu hâldeyken de birbirimizden hiç vazgeçmeyelim. Çocukluğumuzu yaşayalım, arada sırada bir genç olalım. Kaybetmeyelim kendimizi bütünüyle, var mısınız?’ dedi.
 
Yaşlı Sudenur: ’Ömrüm yettiğince varım’ dedi.
 
Küçük Sudenur, genç kızın elinden bilyeleri hızlıca alıp ’Bilyelerimin üstüne yemin ederim. Varım’ dedi ve ilk kez içten gülümsedi.
 
Genç kız, Sudenur’un gençliliği konuştu ve; ’Çocukluğumun, gençliğimin her bir karesini taşıyan şu fotoğrafların üzerine yemin ederim’ dedi.
 
Yaşlı Sudenur’un koluna girdiler, küçük Sudenur’un elini tuttu genç Sudenur. 
Sonsuzluğa uzanan yolda birbirlerine sıkı sıkıya sarılan, kendine çıkan yol caddesindeki diğer insanlar gibi birbirlerinin yüreklerine, en iç yanlarına sığdılar. O vakit geriye bir tek Sudenur kaldı, yaşlanmış, saçlarındaki akla hayata gülümseyen Sudenur...
 
’Anne’ dedi, ’Anne...’ Bana verdiğin gençlik iksirini, hayatı seveceğim. Kaç yaşında olursam olayım, ömrümün son günlerine dek kendimden vazgeçmeyeceğim. Hep genç, hep çocuk, hep canlı olacağım. Bastonunu sıkı sıkıya tuttu, birdenbire gözlerini açtı; hepsi düşün içinde kendine misafir çıktığı bir rüyaydı. Lâkin ders veren, kendini adam eden, kendine çıkan yol caddesinde umutlarını bulmak isteyen her insanın rüyası gibi, sımsıcak, gözyaşı ve mutluluk dolu bir rüyaydı. 
 
Fotoğraf albümünü aldı, tek tek baktı geçmiş yıllara. Sardı, kucakladı, derin bir iç çekerek karanlığa gömüldü, sonsuz bir uykuya daldı...
 
Dilara AKSOY
 
Toplam blog
: 196
: 226
Kayıt tarihi
: 03.01.13
 
 

     1989 doğumlu, İstanbul Üniversitesi Felsefe mezunu. 10 yaşında şiir yazarak başladığı kalem ..