Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Nisan '21

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Kendini Bil

Kendini Bil

 

Kendini bilmek, erdemdir.  Birine sinirlenince “o kendini bilmezdir” demez miyiz? Halk ozanı Yunus Emre de söyle diyor:

İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsin

Ya nice okumaktır.

Yunus Emre, Anadolu Türkçesinin ustası; Anadolu Türkçesini yoğurup şiir dili haline getiren büyük ozan Okumanın, eğitimin, bilimin amacı da kendini bilmektir, diyor.Dünyada en zor şey, insanın kendini bilmesidir. İnsanlar, kendilerini tanımakta zorlanırlar.

Pek çokları hayatını sadece “yaşamak” ya da “yaşamış olmak” bilinçsizliğiyle sürdürür. Benliğinin farkında değildir, sınırlarını bilemez; kendini hiç tanımaz; belki de tanıyamaz. Yaşamı, bir gün tükeniverir ve geride kalan yalnızca posadır; yani yük, daha doğrusu atık! Kendini tanımak en güç ve en yaşamsal sorunudur insanın. Önce yaşam felsefesinde, hayat görüşünde böyle bir sorun olmalı: kendimi tanımalıyım demeli insan. Kendini tanımayan insan, durumu ne olursa olsun yalnızca yaşayıp gider; “iki kapılı han” ıh bir kapısından girer diğerinden çıkıverir!

Bir şeyi değerlendirmek, ondan yararlanmak, onu düzene sokmak, önce onu tanımakla olur. Üniversite sınavına hazırlanıyorsan eğer, önce hangi noktada olduğunu saptamalısın; deneme sınavlarıyla yoklamalısın kendini. Bildiklerinin ve bilmediklerinin çetelesini çıkarıp çalışmalarını ona göre yönlendirmelisin. Yani ölçme-değerlendirme yapmalı ve işte ondan sonra çalışmalısın sıkı sıkı. Hangi alanda başarılı olacağını, bilmeden amacına ulaşamazsın. Yeterliklerinin bilincinde  olan başarıyı yakalar.

Tanımıyorsan şekil veremezsin kendine.  Yaşama ilişkin öneri isteyen ya da ders çalışma ilkesini soranlara yanıtım şu oluyor: Önce kendini tanı, amacını belirle; sonra o doğrultuda çalış.Okumak” gerek, kitaba eğilmek, emek vermek, düşünmek gerek.

Evet, kendini tanımak, ne olduğunu, ne olmadığını, neye gücünün yetebileceğini ve neye yetmeyeceğini bilebilmek ancak bu yolla olanaklıdır. Kendini anladıktan, tanıdıktan sonrası çok daha kolay. Çünkü kendini tanıyan kişi amacını belirler; olmak istediklerini düşler bir bir. Sonra bu doğrultuda ter döker, didinir. Yılgınlık yaşamaz mı hiç? Elbette yaşar; fakat onu yeniden ayağa kaldıracak, yeniden isteklendirecek dürtüler, düşler hazırdır: Kendini bilmeyen ise yaşamının baharında tanışır yenilgiyle! Liseyi bile zoraki bitirebilir. Üniversiteyi kazanması mucizedir adeta. Fakat bu mucize bile “yeni bir yaşam’ a kanatlandırmaz onu. Onun yeni bir yaşamı olmaz ki; olamaz!

Gücü, güçlü olmayı neden sever insanoğlu? Gücü nasıl kullanacağını bilmeden, o güçten nasıl bir yarar bekler ki? Sakın aslında elde etmeye çalıştığımız o “güç” içimizin derinliklerindeki zayıflıklarımızı saklamak için olmasın? O, hangi zayıflığını saklıyor acaba? Hiçbir şeyden etkilenmeyen sert asker sadece güçsüz görünmekten korkuyor olabilir mi? Etrafa bağırıp çağıran kişi... Onun ruhundaki örselenme nedir? İnsan ruhu öylesine kırılgan, öylesine zayıf ki, bilincimiz derinlerdeki tüm acılarımızın, yaralarımızın orda kalmasını sağlamak için değişik düzeneklerle kişiliğimize biçim veriyor, bizi bizden saklıyor. Kendimiz olamıyor, kendimizi olduğumuzdan güçlü, kimileyin de güçsüz hissediyoruz İşte bu yüzden “kendini bil” ki o acılarla, yaralarla yüzleş ve onları saklamak yerine iyileştir. Böylece gerçek olmayı başarabiliriz.(ufukakyolbd@gmail.com)

İnsanın kendini arayışına ilişkin, Sokrates’in kendini bilmeye yönelik çabasını hatırlatan üçüncü yapıt, Friedrich Nietzsche’nin Sokrates’in insanın kendisini bilmesine yönelik arayışını hemen önsözünde dile getirdiği “Ahlakın Soykütüğü Üstüne” kitabı ve bu arayışın sonuçlarını belli bir biçimde ortaya koyduğunu ileri sürebileceğimiz.

Dostoyevskikendini yönet, dünyayı yönetecek gücü bulabilirsin; Eflatun, kendinizi tanıdıkça, berraklık artar,der. Çünkü kendini tanımanın sonu yoktur. Bir başarıya ya da bir sonuca ulaşmazsınız. Sonsuz bir nehirdir o. Onu incelerken daha da derinlere gider ve huzur bulursunuz. Zorlama bir disiplinle değil kendini tanımakla bellek sakinliğe ulaştığında, işte ancak o zaman,  o sessizlikte gerçeklik var olabilir.

Başkalarını yenen kişi güçlüdür.  Delfi tapınağının girişinde yazan öğüt şudur: "Kendini bil!" Kendisini,  yani kendi düşüncelerini, önyargılarını ve tutumlarını, öz benliğini bilip kendini kontrol eden kişi yola koyulmuş demektir. Kendi düşünce ve hareketlerinin tüm sorumluluğunu üstlenmiş demektir.

İnsanın kendisini arayışı; olmuş bitmiş bir şey olarak değil, hep yeniden değerlendirmeye ve oluşturulmaya açık dinamik bir süreç olarak görülebilir. Bu anlamlandırma ve değerlendirme, aynı zamanda bir görme biçimidir. Genellikle bitmesi umuduyla başlanan, fakat bitmeyecek bir süreç olarak kendini ortaya koyan bu arayış, insanın kendisini ve diğer insanları içinde konumlandırdığı evrenle arasında kurduğu ilişkiyi şekillendirmesi bakımından önemlidir. Bir felsefe sorunu olarak insanın kendisini bilme çabası, antik dönemde başlasa da, günümüze kadar devam etmiş görünmektedir.

 Kendini bilmez uyurgezer birey çok büyük ölçüde kimliğinin egemenliği altındadır. Bu tip bireye “uyurgezer“ denmesinin nedeni de bundandır; bedenine egemenliği kalmamıştır ve o uyanıkken de uyur durumdadır. M. Celalettin Rumi bu durumu şöyle anlatıyor:

“Gafil uyanık iken uykudadır.

Onda uyanıklık daha çok uykudur.

Bu dizelerde hitabın hedefi durumunda olan “aymaz”, kendini bilmez uyurgezerdir. Kendini bilmez esasen, gündüzün ayakta da uykudadır. Burada “uykuda olmak” kendini bilmezliğin simgesidir. Haddini bilmek kendini bilmektir. Kendini bilmek, başkalarının senin hakkında ne düşündüğünden kurtulmaktır.Sen, kendini tanımadığından neşelenmedin, huzura kavuşmadın. Eğer kendini tanısaydın, sende kimin konuk olduğunu bilirdin; memnuniyetsizlik, huzursuzluk denilen şeyler sana bir daha gelmezdi. Bilge ve iyi kimselerin onca bilgi içinden en çok aradığı, kendini bilmektir.

İnsan olarak kendi ‘kökenini’, araştırmakla kişinin, umduğunun aksine, kendine ilişkin derin çözümsüzlüklere düşmesi, anlamındadır. Kişi sonunda ‘kendini bulur’, ortaya çıkacak olan kendi gerçeği, onun iç yüzüdür ve bu bakımdan, önü alınamayacak bu arayış, aslında insan olmanın arayışıdır. Çünkü kendini bilmek, kendini olmuş-bitmiş bir şey olarak, zaten var olan bir şey olarak değerlendirmektir. Bu nedenle, Camus’ nün anlatımında dile gelen düşünceler bizi başka bir konuma götürmektedir. Belki de olmuş bitmiş bir ben anlayışına sahip olmak, esas kurtulması gereken bakıştır.

Kendini bilmek, esas itibariyle insanın kendisi hakkında doğru bilgi sahibi olması, bu bilgiyi de kendisi ile ilgili süreçlerde kullanabilmesi demektir.Eğer kendimizi bilmek, tanımak, anlamak için özel çaba harcamazsak, kendimizi asla bilemez, tanıyamaz ve anlayamayız. Bu iş, öncelikle yüksek derecede bilme arzusunu, daha sonra da emek vererek öğrenmeyi ve bilinenleri yaşama geçirmeyi gerektirir.

Kendini bilmek için, insanın kendisini bilmeyi istemesi, atılması gereken ilk adımdır. İnsanlar, kendilerinden çok, kendileri dışında olup bitenlerle ilgilenmeyi yeğlerler. Belki de, varolabilme refleksi, dış dünyayı insanın önüne geçirmektedir. Ancak, dış dünyayı anlamaya, tanımaya, bilmeye çalışırken, bu işi kendimiz için yaptığımızı unutuyoruz. Biz, var kalabilmek için dışımızda olup bitenlerle uğraşırken, dış dünya bizi yavaş yavaş yutmaya başlıyor. Çoğu zaman bırakın kim olduğumuzu, yaşadığımızın bile farkında olmuyoruz. Olaylar bizi peşinden sürüklüyor. Oysa insana yakışan olayların peşinde sürüklenmek değil olayları peşinde sürüklemek olmalıdır. Bunlar bir gerçeği ortaya çıkartmaktadır: Kendini bilmek istemeyen, kendini bilmek için özel emek harcamayan bir kimse, asla kendini bilemez; en ileri noktada kendini bildiğini sanır; bunun da gerçek olmadığını algılayamaz.

Sonuç

Kendini bilmek, bir anda olup bitecek bir şey değildir. Öncelikle, kendini bilme işinin, insanın son nefesini verinceye kadar devam edecek bir süreç olduğunu bilmek gerekir. Bu yolculukta bilinçle atılan her adım, insanı hep daha ilerilere taşır. Kendinizi bilmeye başladıkça, hem bilme isteği, hem kendilik bilinci artar; hem de insan, insan olmanın değer olduğunu algılayarak, kendisi ile ilgili ne kadar az şey bildiğini derinden kavramaya başlar. Bildiğiniz kadar değer üretebilir; ürettiğiniz değerler kadar insan olabilirsiniz.

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..