Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Haziran '22

 
Kategori
Psikoloji
 

KENDİNİ SORU HALİNE GETİRME

PSİKOTERAPİ: KENDİNİ SORU HALİNE GETİRME

Kedim yeni doğum yaptı. İlk günler, yemek yemek ya da tuvalet ihtiyacı gidermek için yavrularından ayrılma konusunda tereddüt yaşıyordu. Yavrularından uzaklaşıyor ama yarı yolda tekrar dönüp onları kontrol ediyordu. Anne yüreği işte nasılda korumacı… Geçen sosyal medyada önüme bir video düştü, köpek, kucağında çocuğu olan bir kadına saldırıyor, kadın çocuğu yere bırakıp kaçıyor, çevredekiler köpeği durdurup çocuğu kurtarıyor. (Bu arada çocuğu bırakan kadın, annesi değilmiş, ablası imiş) Videonun altı  “doğurmuş ama anne olamamış” yorumları dolu.  Kedim yavrularını terk edip gidebilirdi, bunu yaptığı için kimse “doğurmuş ama anne olamamış” demezdi herhalde.  İnsanı diğer canlılardan hatta evrendeki diğer her şeyden ayrı kılan şey nedir? İnsan bilinç sahibidir diyoruz, seçimler yapar, özgür iradesi vardır. Özgür irade bizi ahlaka ve hukuka tabi kılar aynı zamanda

Kedimin davranışıyla ilgili yaptığım “anne yüreği” yorumum gerçekte bir “anne yüreği “ mi acaba? Hayvanlar genlerine kodlanmış içgüdüleri ile hareket ederler. Yani ortada bir “anne yüreği “ yok sadece bir “yazılım” var. Hayvan yazılımına uygun hareket ediyor ve başka bir şekilde hareket etme konusunda da seçim yapma iradesine sahip değil.  Doğada yavrusunu terk eden, öldüren hayvanlarda gene belli bir yazılıma uygun şekilde hareket ediyorlar.  Ama insan özgür bir varlık ve bazı anneler çocuklarını terk etme seçimini yapabiliyor. Bu noktada şöyle bir itiraz yükselebilir. İnsan anneyi daha karmaşık bir hayvan olarak düşünebiliriz. Tamam, sırf içgüdülerden ibaret değil belki ama genetik, toplumsal, kültürel, psikolojik, nörolojik yapı ile kuşatılmış. Kimine göre bilinç ya da irade dediğimiz şey beynin ve sinir sisteminin gelişmiş fonksiyonlarından ibaret. Nöropsikolojide yapılan birçok araştırmada seçimlerimizi sinir sistemimizin belirlediği yönünde. Kişilik/kendilik bozukluklarının nöropsikolojisinden konuşuyoruz artık. Öyleyse tüm bunları insanı belirli seçimlere götüren bir yazılım olarak düşünebiliriz. Yani benim çocuğumu terk etme seçimim aslında özgür irademe değil, bahsettiğim yazılımına dayanıyor. Misal vücudumda yeterince oksitosin yoksa bebeğime yeterince bağlanamayabilirim ya da istismar dolu bir çocukluk geçirdiysem bir de üzerine bebeğimi uygun olmayan toplumsal şartlarda dünyaya getirdiysem gene terk edebilirim.  O zaman şu soruyu sormak isterim; eğer seçimlerim sadece bir yazılıma dayanıyorsa nasıl oluyor da ben seçimlerinin kaynağını sorgulayabiliyorum?  Yani seçtiğim şeyi, tekrardan gözden geçirmem, üzerine düşünmem seçimlerimin salt önceden belirlenmiş bir kayda bağlı olmadığını göstermez mi? Buna felsefeciler katlanmış bilinç diyorlar. Yani seçimimin üzerine bir katman çıkıp, onu bir soru konusu haline getirebiliyorum.

Bizi özgür kılan nedir? İsteklerimize göre mi yaşamak mı? Neticede isteklerimiz, duygularımız arzularımız ile kayıtlı olabiliyor ayrıca modern hayatta neyi istememiz gerektiğinin bombardımanı altında yaşıyoruz. Alışkanlıklarımız, rastgele yaptığımız seçimler, şartlara uyum sağlamak için yaptıklarımız, önceden belirlenmiş seçimler tüm bunlar tam olarak özgürlüğün zeminini dolduramıyor.  

Gerçekten özgür olduğumuzu varsayabilmek için insanın “gerçek kendilik bilincinin” olması gerektiğini düşünüyorum.  Gerçek kendilik, insanın kendisini kayıt altına alan iç ve dış gerçekliğin farkında olmasıdır. Yani kendini tanımasıdır. İçe yönelmesi, bilinçli farkındalık geliştirmesidir.  Bu acı verici bir süreçtir. Çünkü gerçek kendiliğin zıttı olan “sahte kendilik”  acıdan ve kaygıdan kaçmak için kendi duygu ve düşüncelerinin sorumluluğundan da kaçmak demektir. Sahte kendilik de beraberinde acı ve kaygı getirir fakat bu acı ve kaygının temeli özgürlüğe değil, kişinin kendisinden kaçmak için kullandığı savunmalara dayanır. En basitinden kişi kendi seçimlerini sorgulamak ve kendi acısına bakmak yerine, acısından “ötekini” sorumlu tutar. Ötekinin sorumlu olduğu bir şeyi değiştiremezsiniz.  Değiştiremediğiniz zaman da buna “kader” dersiniz ve hayatınızda, ilişkilerinizde sürekli tekrar eden “kader motiflerinin” aslında sahte kendiliğin kayıtlarının tekrarı olduğunu anlayamazsınız. Kişi, sahte kendiliğini kayıt altına alan yazılımına uygun tercihlerin döngüsüne girer.  Yani gerçekte özgür değildir.

Psikoterapi insanı özgür kılar. Çünkü psikoterapi seçimlerimizi, deneyimlerimizin üzerine çıkmamıza ve bunları soru haline getirmemize imkan kılar. İnsan,  kendi üzerine düşünebilen ve bunu dile dökebilen tek canlıdır. İçine yönelerek kendisinin hikayesini anlatabilir. Anlatmak aynı zamanda şifa vericidir. Anlatmak kapalı bir sitemi dışarıya açar, bu konuda profesyonelleşmiş kişiler yeni girdilerle bu hikayenin işlevsiz kalan, kişiyi hapseden öğelerden kurtulmasına yardımcı olur.  Psikoterapi bu yüzden iki kişiliktir yani kendinize terapi yapmanız çok zordur.  Yazılımımız ne yazık ki kendine karşı kördür, çoğu zaman da kapalı bir sistemdir. En basitinden, yazılımımız başkalarındaki tuhaflıkları hemen fark ederken, kendimizdeki tuhaflıkları kolay kolay fark etmez. Bu yüzden ötekini, bazen kendimizden daha iyi tanırız. Zihnimiz hem hapishanemiz hem de özgürlük anahtarımızdır. Bu hapishaneden çıkış anahtarı ise kendi üzerimize düşünmek, kendi içimize düşmek ve bunu dile getirmektir. Psikoterapi “kendini soru haline getirmektir” bu sorunun cevabının aradığı iki kişilik bir yolculuktur.

 
Toplam blog
: 4
: 227
Kayıt tarihi
: 26.04.20
 
 

1977 İstanbul doğumludur. 2000 yılında ODTÜ Psikoloji bölümünden mezun oldu.2017 yılında Sabahatt..