Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Temmuz '07

 
Kategori
Güncel
 

Kene kabusu

Kene kabusu
 

Yaz tatili nedeniyle bulunduğum Edremit Körfezi'nin Kazdağları tarafına düşen Altınoluk Beldesinde, gittiğim ilk piknikten evime, sol ayağımın iç kısmına, topuğumun hemen altına yapışmış bir kene ile döndüm.

On beş yıl bilfiil yaşadığım, son on dört yıldır da her yılın bir veya iki ayını geçirdiğim bu yörede ilk defa bir kene ile karşılaşıyorum. Yaklaşık otuz yıldır ne gittğim pikniklerde, ne deniz kenarlarında hiç keneye rastlamıştım. Bu sene oturup piknik yaptığımız yerde, geçtiğimiz yıllarda defalarca oturmuş, denize girmiş, uzanıp dinlenmiş veya güneşlemişizdir.

Bu kadar yıl sonra, kene kabusunun gündemi işgal ettiği bir zamanda, böyle bir olayın kahramanı olmak, karşılaşlabilecek en büyük talihsizliklerden biri sayılabilir. Ve ben bu talihsizliği yaşadım. Bu bölgede, İzmir yöresindeki tek vaka dışında ölüm yaşanmadığı için, bana zarar vermeyeceği ümidiyle beklemekteyim. Bir hafta önce bir şiirle beraber, 'tekrar görüşünceye kadar' diye, kendime güven ifade eden bir notla, blogçulara veda etmiştim. Ayıp olmasın diye tatil lafı da etmemiştim. Şiir yasağı nedeniyle yayına girmemiş.

Şimdi, bazı durumlarda kendinden emin olmanın bir anlam taşımadığını, 'kader' denilen realitenin zaman zaman, güveni yaya bıraktığını görmekteyim. İnsanlar veda ederken ya, 'Allah nasip ederse' veya 'nasip olursa' demeli. Çünkü aşırı güven, hayatın ve yaşamanın garantisi değil. Yazdıklarımı okurken, hayata veda etmek üzere olan bir insanı hayal etmeyin. Bilinen kene vakalarından dolayı, ölüm korkusu yaşayan birini hayal edin. Kimin başına gelse, eminim böyle bir şok yaşayacaktır.

Durumumu bilen bazı tanıdıklarımın gizli bir merakla sonucu beklediklerini hissediyorum. Bazılarının da, 'küçücük bir kene adam mı öldürür' dediklerini duyuyorum. Ben de öyle düşünüyorum ama gene de korkuyorum.

Bu yazıyı ne kadar zor şartlarda yazdığımı tahmin edemezsiniz. Ben F klavye kullanıyorum. Artık görüyorum ki benim dışımda bundan kullanan yok. Şimdi bir internet kafede Q klavye ile boğuşuyorum. Yani iğne ile kuyu kazıyorum.

Güya, hayatımızın akışında bir farklılık, bir çeşni oluştursun diye, o gün yerleşim bölgesinin dışına çıktık. Aslına bakarsanız sahillerde, yerleşim dışına çıkmak diye bir eylem söz konusu değildir. Çünkü nereye gitseniz yakınınızda, birkaç bina veya site vardır. Biz de bir süre gidip, zeytin tarlalarıyla denizin buluştuğu bir noktaya konuşlandık. Yetkisi kendiden menkul biri olarak mangalın başına ben oturdum. Pişirdik, yedik içtik, sohbet ettik. Zaman doldu deyip eve dönüş yaptık.

Evde oturmuş duş sırasını beklerken nasılsa, gözüm ayağıma kaydı. Baktım, sol ayağımın iç kısmıda, tam topuğumun altıda koyu bir benek duruyor. Önce denizden yapışmış yosun parçası falandır diye düşündüm. Sonra uzak gözlüğümü çıkarıp yakından bakınca, gagasını etime batırmış bir kene olduğunu anladım. İşte o andan itibaren, tatil ile kâbus aynı anlama gelmeye başladı.

Halbuki kene bizim ne yabancımız ne de korku objemizdir. Çocukluğumuzun tamamı onlarla iç içe geçmiştir. Kene, daha çok hayvanlardan geçinen, nadiren de insanlardan yararlanmaya çalşan bir asalaktır. Hayvanların apışarası gibi emniyetli yerlerine hortumunu salarak kanını emen, emdikçe şişen bir hayvandır.

Çocukluğumuzda onları, bakla tanesi büyüklüğüne ulaştıklarında, hayvandan alır, patlatırdık. Kısacası kene, asla tehlikeli haşarat kategorisinde değildi. Bir yerlerimize yapıştığında annelerimiz koparır atardı.

Keneler, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ile beraber anılıncaya kadar kimsenin umursadığı hayvanlar değildi. Fakat bu duyumlardan sonra, ayağıma tutunmuş canlının bir kene olduğunu farkedince düştüğüm dehşeti, kapıldığım heyecanı ve şaşkınlığı anlatamam. O anda ne yapacağımı, nasıl davranacağımı, neye karar vereceğimi bilemedim. Yaklaşık bir dakika kadar evin içinde, 'beni kene ısırdı' diye bağırarak dolaştım. Sonra elime bir kağıt parçası alıp, kenenin etime yapışıp yapışmadığını kontrol ettim. Yapışmıştı...

Arabanın anahtarını alıp telaşla aşağıya indim. Ruhsatı ve sağlık karnesini unutmuşum. Hanım banyoda, misafir şaşkın... Aşağıdan tarif ettim; misafir eksikleri tamamladı. Heyecanı ve telaşı fark eden komşular ne olduğunu anlamaya çalıştılar. Yakın komşularımdan biri, beni takip etmiş, Sağlık Ocağı'nda buluştuk.

Aksilik biter mi? Arabayı parkedebileceğim tek yerde bir taksi müşteri indiriyor. Onun çıkmasını bekliyorum ama ne şöförün, ne de yolcuların benim derdimden haberleri var. Şöför parasını aldı, üstünü verdi, sonra; cebindeki bütün parasını çıkardı ve başladı saymaya.

Benim beklediğimin farkında değil, diyemiyorum. Çünkü farkında. Ama başkalarını kaale alacak inceliğe sahip değil. O, bu dünyada sadece kendinin, bir de müşterilerinin önemine inanıyor, o kadar. En sonunda dayanamayıp korna çaldım; dönüp baktı ve bir şeyler söyledi. Arabamı biraz geri almamı isteyen el işaretleri dışında, söylediklerinin hiçbirini anlamadım.

Artık Sağlık Ocağı'nın içindeyim. Karşıma çıkan ilk hemşireye, 'Beni kene ısırdı' dedim. 'Bekle! Şimdi Dokor Bey bakacak" dedi. Kene sözünü duyunca, içerideki herkes kulak kesildi. Sıraya geçip kenemi dikkat ve hayretle incelediler. Bana, şu anda aklıma gelmeyen bir çok sorular sordular. Bazılarının beni, acıyan gözlerle süzdüklerini fark ettim.

Sıram geldiğinde içeri girip sedyeye oturdum. Doktor bir cımbız marifetiyle keneyi ustaca çıkardı. Daha yeni tutunmuş, hortumunu da iyiyce batıramamış olduğunu söyledi. Ayrıca yapılacak başka bir işlem bulunmadığını, bir hafta boyunca sabah akşam, ateşimi ölçüp kendisine göstermemi istedi.

Daha sonra misafirimiz, doktor ve hemşirenin, bu bölgedeki kenelerin tehlikeli olmadığını ifade ettiklerini anlattı. Ben her nedense orasını duymadım. Demek ki o an, ölümlü hayal kurma modundaydım.

Şimdi sabah akşam ateşimi ölçüyorum ve bekliyorum. Ateş bana göre normal sınırlarda, yani 36.3 ile 36.7 arasında değişiyor. Size tavsiyem, açık arazide ve sahillerde oturduğunuzda veya yattığınızda, uzun süre hareketsiz kalmayın. Ara sıra kalkıp üstünüzü silkeleyin ve gezinin. Çünkü beş kişi ile gittiğimiz piknikte, mangal başında olmam hasebiyle, en uzun süreyle yerde kalan bendim.

Bir de şunu soylemem gerekiyor. Her insan kendi acısını, kendi kabusunu yaşıyor. Acıları paylaşmak bile, acının öznesi için bir mana ifade etmiyor. İşte, insanoğlunun kavraması gereken nokta belki de burası. Bir kaç yıldır kene yüzünden insanlar ölüyor. Hiçbir yetkili ağız, kısa süreli bir araştırma yapıp, kaç tür kene olduğunu; hangi kenenin öldürücü zehir veya virüs taşıdığını kamuoyuna anlatmıyor.

Keneyi yakalamak o kadar zor ve imkansız değil. Kırsala çıkıp biraz oturursanız eve, en az bir keneyle dönersinsz. Bu ülkenin üniversitelerinin, sağlık kurumlarının yetkilileri neden bu kadar heyecansız bilmiyorum. Aklım beni yanıltmıyorsa bu sene bir üniversite araştırmaya başladı. Umarım bu belanın kaynağı bulunur ve kurutulur.

İsterseniz hep beraber hepimiz için dua ve iyilik temennilerinde bulunalım. Buna ihtiyacımız olduğuna inanıyorum.

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..