Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Eylül '08

 
Kategori
Kitap
 

Kenger

Kenger
 

Kenger


“Kengeri dikeniyle sevmek’ten öte neyi yazabilirdim…”

Benim doğduğum topraklarda adına ‘kereng’ denir. İlkbaharda, yağmurların yağması, karların erimesiyle yumuşak topraklarda, yamaçlarda, dere kenarlarında, taş diplerinde, tarlalarda kendiliğinden bitiverir. Her yan kerengle dolar. Çocukluğumda bir metre uzunluğunda kuru bir tahta çubukla doğaya çıkar, topraktan yeni baş veren kerengleri usulca söker, çıkarırdım. Sonra eve götürürdüm, pörsümüş dış kabuklarını soyar, uçtaki dikenlerini koparır, geri kalan etsi, kök bölümünü çiğ olarak yerdik. Bazen annem, türlü yemeklerini yapardı. Fakirin aşıydı kereng…

Gelelim “Kenger”e…

Kenger; Ocak 2008’de Sel yayıncılık tarafından yayımlanan 300 sayfalık bir roman. Yazarı Kemal Siyahhan. Yaz aylarında okuduğum dört romandan biri. Belki de beni en çok etkileyen yapıt olduğundan önce onu yazmaya karar verdim. Diğerleri; Canan Al’ın Etki yayınlarından çıkan Kendi Dilinde Ağlamak, Oya Baydar’ın Can Yayınlarından çıkan Kayıp Söz ve Jerzy Kosinski’nin E yayınlarından yayınlanan Boyalı Kuş isimli kitapları. Fırsat buldukça bunları da tanıtmaya çalışacağım.

Kenger, bir iç hesaplaşma romanı. Anlatıcının çocukluğundan beri bilinçaltına yerleşen korkularına karşı meydan okuma girişimi. Bu yönüyle psikolojik, sosyal bir roman diyebiliriz.

Anlatının özeti şu cümlede saklı; “Dünyaya bakış açımızın sağlam temelleri, derinlik veya sığlığı çocukluk yıllarında oluşur. Bu görüş daha sonra özenle düzeltilir ve mükemmel hale getirilir; ama özde değişmeden kalır.”

Romanın ilk 40 sayfasında anlatıcının Güneydoğu’dan İstanbul’a göçü, oraya adapte olma çalışmaları, lise yılları, iş yaşamı anlatılıyor. Bu sayfalar hızlı akış nedeniyle biraz sıkıcı gelebilir okura. Hatta okuyucu, sayfaların çokluğu nedeniyle kitabı bu sayfalarda terk etme yoluna bile gidebilir. Oysa, sonraki sayfalarda felsefi tartışmalarla, anlatıcının ve psikologun sıcak dostluğuyla gelişen olayların akışı adeta sarıp sarmalıyor okuru. Kenger’i ben yazmış olsaydım, belki o ilk bölümü kitaba almaz, çok gereken yerleri anlatıcının ağzından geri dönüşlerle vererek romanın içine sindirirdim. Ama bu haliyle de roman; her sayfasında insanı, insani ilişkileri, sevgiyi, iletişimi, korkuları, sevinçleri anlatıyor, akıcılığı böylelikle yakalamayı başarıyor. Belli ki yazar, derin tecrübe, izlenim ve araştırmalarını harmanlamayı başarmış. Anlatıcı yaşını başını almış evli, bir kız çocuğu olan, başarılı bir işadamıdır. Ancak, stresli bir yaşam sürdürmektedir. Kendisine bugüne kadar zaman ayırmamış, hep işi, ailesi ve çevresi için yaşamış, çalışmış çabalamıştır. Günlük sıkıntılar kendisini boğma aşamasına gelmiştir. Arayışlara girer, doktorlara, psikologlara başvurur. Ancak umduğunu bulamaz. Günün birinde Linet isimli bir psikologla tanışır ve dünyası değişmeye başlar. Linet’le sıcak bir arkadaşlık, dostluk kurmuştur. Görüşürler, bu görüşmelerde felsefi konuşmalara, insanın iç dünyasına inen, korkularını sorgulayan sohbetlere girişirler. Onunla yurtdışına çıkar Frankfurt, Paris, Barselona’yı dolaşır. Kabuğunu kırmıştır bir bakıma. Korkularının üstüne yürümüştür. Sonraki sayfalarda psikologun önerisiyle doğduğu topraklara gidecektir. Çocukluğunun geçtiği sokaklarda dolaşacak, geçmişin izlerini arayacaktır.

Kenger, yetişkin bir insanın kendi benliğini araba çabalarını anlatır. Yazar, çok iyi bir araştırmacı, çok iyi bir gözlemci olduğunu hissettiriyor her satırda. İnsani ilişkileri iyi biliyor. Anlatım güçlü. Bilimsel araştırmaları hissettirmeden metne yedirmeyi başarmış. Bu bakımdan Keyifle okunacak bir metin Kenger.

Yazar, toplumu da sorguluyor bu arada. Ataerkil toplumun erkeğe yüklediği yükleri, sorumlulukları veriyor. Kadının yerini, silikliğini anlatıyor. Bunun yanında, ataerkil yapının baskılarından, bireyselliğe geçişin güçlüklerini de vurguluyor. Bireyin korkuları, bu korkuların getirdiği fiziksel rahatsızlıklar, bunları aşma çabaları başarıyla verilmiş...

Babaya yazılan bir mektup kitabın derinliğini ortaya koyuyor sanırım;

“Telefonla aramak varken veya iki gün sonra dönecekken niye mektup diye sorabilirsin… Bilinçaltında dikenine rağmen sevmeye başladığım kengerin halen böyle bir şeye müsaade etmediğinden belki… Kalemin içindeki kömür bitmek üzere hem bitmese ne olur? Yüz sayfa bin sayfa yazsam ‘kengeri dikeniyle sevmek’ten daha öte neyi yazabilirdim…” (syf:299)

Ve kitabın son paragrafı…

“Aslında dünyaya gelmiş bir kengerdi babam; ama kendisi ile birlikte hayat bulan dikeninden kurtulmak isteyen bir kenger.”

Korkularının üstüne yürümek isteyen herkese tavsiye ediyorum Kenger’i…

 
Toplam blog
: 107
: 1402
Kayıt tarihi
: 01.11.06
 
 

1970 yılında Siverek'te doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Tarsus'ta tamamladım. İstanbul Üniversitesi ..