Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '14

 
Kategori
Kentleşme
 

Kepez'deki Anadolu (1)

Kepez'deki Anadolu (1)
 

KAKTÜS DERGİSİ, Aralık 2013


 GİRİŞ

İnsanlar neden doğdukları,yaşamakta oldukları yerleri; atasının mezarını, evini-barkını, ekip-diktiği toprağını, hısım-akrabasını, konu- komşusunu, işini-gücünü bırakır da bir başka kente göçer, yerleşirler?

Neden ANTALYA? Neden Antalya’ da KEPEZ?

Kimlerden esinlenmişlerdir? Yola çıkarken neler ummuşlar, neler bulmuş, neler yaşamışlardır? Mutlular mı? Bu günlere ve yarınlara ilişkin endişeleri nelerdir?

MERAK ETTİM… Yalnızca merak ettim; buradalar, birlikte yaşıyoruz, aynı dağların suyunu içiyor, aynı havayı soluyoruz, aynı dükkanların müşterisi, aynı hastanelerin kuyrukta bekleyeniyiz, değişik zaman aralıklarıyla öleceğiz ama aynı mezarlığa yan yana gömüleceğiz…

Ben ne bir sosyologum, ne de psikolog... Yazıma konu edeceğim ailelerin anlattıklarını, onlara ilişkin gözlemlerimi, topluma mal etmeksizin, genel çıkarımlara gitmeksizin aktarmaya çalışacağım.

KEPEZ’ DEKİ ANADOLU’ YU MERAK ETTİM.

Siz? Siz de merak ediyor muydunuz?

Haydi, ORTA ANADOLU’ dan gelmiş olan bir aileye bakalım…

* * *

ÖZCAN AİLESİ

Günlerden Pazar… Öğle saatleri…

Havada bulut mu, sis mi, is mi, pis mi, her neyse, bir bulanıklılık var.

Yan koltukta oturan, çenesi sakallı, sarışın, zayıf ama dipdiri delikanlının yön vermesiyle, çevre yolundan, KEPEZ’ İN ANTALYA’ YA BAKAN MAZI DAĞI BÖLGESİNDE, onun ‘’Sağa!’’ ‘’Sola!’’ uyarılarına göre dönüşlerle yükseliyoruz…

Dar ama her seçim öncesi yeniden asfaltlanan kargacık burgacık yollarda aracımla tırmanmaya çalışırken, dönüşte de yardım almam gerektiğini, bu gecekondu yığınları arasından çıkışı asla bulamayacağımı düşünüyordum.

Gecekonduların neredeyse en arkasında, yamacın sonuna yakın bir yerde ulaştığımız, biraz daha geniş olan kuşak yolda durduk. İndik, Antalya’ ya doğru baktım. Bakakaldım…

Havanın pusuna karşın; neredeyse tüm kent, ardında Akdeniz ve körfezin batısındaki Bey Dağları bir şiirin mısraları gibi birbirini tamamlıyordu. ‘’Oku!’’ dedim içimden… ‘’Antalya’ yı buradan oku!’’

Yolun hemen kenar çizgisinden %100 meyille yükselen yamaca mühendis gözü ve eli değmeksizin, halk ustalarının matematiğiyle çakılmış, ön yüzü iki buçuk, arka yüzü tek katlı binanın yan tarafında tırmanan merdiveninden soluk soluğa çıktık.

Evin annesi olduğu anlaşılan masmavi gözlü hanım açtı oğlunun çaldığı kapıyı. Buyur etti, girdik demirci işi kapıdan, salon olarak kullanılan büyük odaya geçtik.

- Hani? Başka kimse yok mu?

- Beyim gelmek üzere. Bir iş çıkıvermiş de ölçü almaya gitti.

Biraz sonra bir delikanlı daha geldi.

- Büyük oğlumuz.

- Kaç çocuğunuz var?

- İki kız, iki oğlan… Kızlardan biri dershanede, diğeri aşure etkinliğinde görevli…

Onları da dinleyemeyecek olmak can sıkıcı ama yapacak bir şey yok…

Az sonra güler yüzüyle baba da geldi…

Sohbete başlayabiliriz…

* * *

Konuyu anlattım… Hemen başladılar anlatmaya… Gülüşüyorlardı bir yandan da… Anne, sorulanlara babanın cevap vermesini istedi… Durdurdum…

- Önce isimleri öğrenmek isterim…İsterseniz adlarınızı perdelerim yazıda…

- Yook! Hiç önemli değil. Bizim çekinecek bir şeyimiz yok.

- Hüseyin ÖZCAN, Maviş ÖZCAN… Çocuklar, büyükten küçüğe; Özkan, Öznur, Özge, Özgür.

- Hangi kentin neresinden gelip yerleştiniz Antalya’ ya? Hangi yıl?

- TOKAT’ IN ARTOVA’ SINA BAĞLI BEBEKDERE KÖYÜ’ nden 1989 da göçtük.

- Köyünüzdeki yaşamınızla ilgili hiç fotoğraf var mı?

- Bizim köyde hiç fotoğrafımız olmadı.

Maviş Hanım güldü.

- Benim bir tane var. Evlenmeden hemen önceye ait…

Buldu, geldi…

Bir süre albümleri karıştırdılar… Sürekli gülüşüyorlardı.

- Yıllardır bu albümlere bakmamıştık… Hay Allah!

- Evlenmenizden başlayalım;nasıl buldunuz birbirinizi, nasıl evlendiniz, ilk yıllarınızda neler yapıyor, nasıl geçiniyordunuz…

Yine gülüşerek, birbirlerini tamamlayarak anlatmaya başladılar… Çocuklar da ilk kez duyuyordu anlatılanların bir kısmını, onlar da gülüşerek bakışıyorlardı.

- Nasıl evlendiniz? Nasıl gördünüz, buldunuz birbirinizi?

- Biz zaten amca çocuklarıydık. Birbirimizi görürdük. Görücü usulüyle oldu ama başkaları gibi birbirimizi görmeden görücü usulü değil… Aileler uygun gördü… Köy düğünüyle evlendik.

- Akrabalar, hep bir yerde miydiniz?

- Değil ama köy yeri… Yakın oturuyorduk.

- Yaşlarınız kaçtı evlenirken? Hangi yıldı?

- Maviş 16, ben 22… 1982 de evlendik.

- Ççocuklar?

- Hepsi köyde doğdu…

- Neyle geçinmeye başladınız?

- Köylülük işte… Çiftçilikle uğraşırdık. Tarla yetmez, tarlası çok olanlarla yarıcılık ederdik; biz eker dikerdik, ürünü yarı yarıya, tarla sahibiyle paylaşırdık.

- Göçene kadar köyden hiç çıkmadınız mı?

- 1989 da göçene kadar hanım, çocuklar hiç çıkmadı. Ağabeyim demirciydi. Asansörcülük yapardı. Ben onun yanına, İstanbul’ a gider çalışırdım zaman zaman…

- Çocuklar köyde mi okula başladı?

- Yok… Büyük oğlumuz 1. Sınıfı okudu, çıktık… Burada, yaşı küçük diye saymadılar, tekrar başladı.

- Peki… Bir şekilde düzeniniz varmış. Antalya’ ya gelmek nereden çıktı? Kim soktu aklınıza?

- Ağabeyim Antalya’ da asansör işleri de alıyordu. O zamanlar asansörcülük çok revaçtaydı burada. Küçük kardeşim de bizimleydi… Gördük Antalya’ yı; güzel memleket, iş de var… Düşündük, 1989 da göçmeye karar verdik.

- Sen ne düşündün o sırada Maviş Hanım?

- Vallaha, ben çok sevinmedim aslında. Ben İstanbul’ u istiyordum… Gelince, baktım çok güzel, taşındık. Savaş olduğu sene, Irak savaşı… 1991 miydi, neydi, taşınmayı düşündük İstanbul’ a…

- Neden?

- Bombalanır falan diye… Gitmedik ama… Ondan bu yana da yaşayıp gidiyoruz işte çocuklarla…

- Buraya geldiğinizde kiralık ev mi tuttunuz?

- Kira… KÜTÜKÇÜ KÖYÜ’ nde... O da gecekonduydu…

- O sırada neyle geçiniyordunuz?

- Ağabeyimin yanında asansörcülük yapıyordum yine… Sonra ağabeyim paranın verdiği şeyle işleri aksattı, bakmaz oldu. Öyle olunca ailesiyle de sorun yaşamaya başladı. O durum bize de yansıdı. ‘Bu böyle olmayacak’ dedik, biraderle onun yanından ayrıldık, Kütükçü’ de yer kiralayıp küçük bir atölye açtık. Açtık ama müşteri yok… Kiralar birikti… Çok sıkıntılar çektik. Bir yıl… Kapatmayı düşündük…

- Geri dönmeyi düşündünüz mü?

- Düşünmedik değil… Baktık, bir iki, bir iki derken, yavaş yavaş çevre edinmeye başladık… Borçları ödedik…

- Peki burayı, Kepez’ i neden seçtiniz? Burası 2B alanı sanırım. Değil mi?

- Eveet… Bilmiyorduk. O sıralar ANTALYA Büyükşehir değildi. Burada bir akrabamız vardı… Teyzemiz… ‘’Gel… Bizim orada yerimiz var… Ev yaparsın, hem de yerimize sahip çıkarsın…’’ dedi, o vesileyle geldik… Sonra da uğraştırdı bizi ama…

- Para verdiniz mi burası için?

- O zaman vermedik… Verdik desek yalan olur. Sonra işte, evi yıkmamızı söyledi, buraları değerlendirecekmiş…

- ‘’Burası orman!’’ deyip zabıt falan tutmaya gelmediler mi? Kaç yılında oldu bu işler?

- 1990 da yapmaya başladık evi yapmaya… 1994 de tamamladık. Bak, bu resim de o zamandan işte…

- Evet… Buralar, o sıralarda ormandan çıkmış, 2B olarak kesinleşmişti.

- Hanımla beraber çok çalıştık. Az da olsa var olan çalıları temizledik, taşları yuvarladık aşağılara… Geceleri sabaha kadar çalıştığımız, buradan yaya olarak işe geçtiğimiz olurdu. O zaman araba, dolmuş falan da yoktu.

- Belediye bir hizmet vermiyor muydu buralara?

- Hayır. Yol yoktu zaten o yıllarda. Evi yaparken malzemenin çoğunu sırtımızda taşıdık. Sonradan komşularla bir traktör yolu açtık… Su da yoktu; yukarıda depo yaptık, su taşıdık oraya… Su kurtlanırdı… Bayırın taşını toprağını bu ellerle, bu tırnaklarla yırtarak yurt ettik kendimize… Sonra, İsa AKDEMİR yolu açtı, suyu getirdi…

Buraya çıkarken, merdivende soluğumun kabarışını düşündüm… Bu eğimde inşaat malzemesi taşımışlar, ev yapmışlardı, yol yapmışlardı…  Nasıl bir güç, nasıl bir dirençti ve NASIL BİR ÇARESİZLİK bunca direnci, gücü toplamıştı onlarda…

- Çocuklar ne yapıyordu siz bunlarla uğraşırken?

- Taa aşağıya yayan gider gelirlerdi okul için, yağmurda, yaşta…

- Dördü de? Araları ne kadar çocukların?

- 1984, 85, 87, 88…

- Beyim, burayı yaptık ama çok rezillik çektik. Çok siyaset çektik…

- Siyasiler her seçim öncesi geldiler, bir şeyler vaat ettiler değil mi?

- Geldiler, evet. Çok şey söylediler ama bir şey çıkmadı. Sonra bize buranın yeşil alan olduğunu, 2B olduğunu demediler ki… Ben buranın vergisini 1990 dan beri ödüyorum, ‘’almam’’ demediler. Elektriği, suyu bağladılar…

* * *

- Peki, Maviş Hanım, buraya gelirken neler düşündün? Neler yaşadın?

- Gelirken çok iyi olacağını düşünüyordum. Tabi, orada kaynana, kaynata yanında yaşıyorduk. Evim, ailem benim olacaktı. Ama buraya gelince de bütün yük omzuma bindi. Çocukları büyütmeye çalıştım… Zaten oradan gelirken de çocukların okuması, cahil kalmaması için razı olmuştum… Okusunlar, kendilerini kurtarsınlar…

- Sen ne düşündün Hüseyin Usta?‘’Bir mesleğim, bir atölyem var. Okumazlarsa mesleği devam ettirirler’’ mi dedin.?

- Yook! Atölyem var ama patron değilim sonuçta…

- Peki, her şeyi bir yana bırakalım; ‘’İyi ki geldik. Gelmeseydik böyle olmazdı, bunları yaşamazdık…’’  diyor musunuz?

- Ben onu çok düşünüyorum. Gelmeseydik çocuklarım böyle yetişemezdi. Orada kalsak babamızın eline bakardık. Burada en azından çocuklarımıza bir şeyler vermeye çabalıyoruz. Ben geldiğimize çok seviniyorum. Çocuklar için…

- Sen de seviniyor musun Hüseyin Usta?

- Çok… Çok iyi… Bir kere, çağdaş bir kent…

- Çağdaş bir kent… Antalya size hiç eziyet etmedi yani…

- Yook! Çok memnunum. Gerçekten. Memleketimize arada bir gittiğimizde bir hafta duramıyoruz, bir an önce dönmeyi düşünüyoruz…

* * *

- Şu ana kadar hep mutluydunuz…

- Evet, kesinlikle…

- Çevrenizdeki komşularınız mutlu mu?

- Evet… Ama şimdilik…

- Birileri yerinizi nasıl edip de elinizden alacağını mı hesaplıyor?

- Evet… Hepimiz… Bu 2B çıkana kadar… Başvuru paralarımızı yatırdık. Tapumuzu vereceklerini söyleyip, güven verdiler, gidiyoruz ne olduğunu sormaya, cevap vermiyorlar. Geçenlerde mahalleli olarak toplandık; Defterdar 17 000 parselin satılmayacağını söyledi diye… Bir temsilci gurup seçtik, vardık Milli Emlak’ a… Defterdar yok… Bize bakan emlak müdürü çıktı karşımıza. Sorduk… ‘’Yok öyle bir şey. Bekleyin, satılacak!’’ dedi. Defterdar’ ın sözünü sorduk. ‘’O anlamaz bu işlerden. Yalan söylüyor!’’ dedi. ‘’Ne zaman alacağız?’’ diye sorduk, ‘’Bekleyin…’’ Başka hiç bilgi vermiyor… Bir de kızıyor bize, ‘’Sizi bir ayaklandıran var! Nerede o uzun boylu adam?’’ diyor… Sanki çete var… Endişeliyiz, bilgi almak istiyoruz, konuyu kim biliyor diye duyarsak, toplanıp kendiliğimizden gidiyoruz ona… Bir planları var… Var ama bize diyen yok. Seçime kadar böyle idare edecekler, sonra, yine kazanırlarsa göreceğiz yapacaklarını. KENTSEL DÖNÜŞÜM yapacaklar. Biz biliyoruz. İstanbul’ un SULUKULE’ sini takip ediyoruz. Romanların başına ne geldiyse, bizim de başımıza gelecek. YOKOLACAĞIZ BURALARDAN… Komşulara bunları anlatıyoruz, çoğunda ses yok… Korku var hepsinde…

Bu konuda çok dertlilerdi… Konuşmamızın başından beri yüzlerinden eksik olmayan gülümseme, seslerindeki mutluluk titreşimleri kaybolmuştu bu konuya girince…

Konuyu değiştirmeye çalıştım…

- Çocuklar nerelerde okudu?

- Büyük okumadı; ilkokuldan sonra bıraktı, klimacı şimdi. Özgür, 2 yıllık iklimlendirme bölümünü bitirdi, geceleri stok sayımında çalışıyor… Kızlar okudu; birisi pazarlama bölümünü bitirdi, çalışıyor, diğer kızımız açık öğretimi bitirdi, dershaneye gidiyor. Memur olmak için…

- Evlenen yok sanırım…

- Yok… Şu anda bu evlerimizin durumu belli değil işte… Yerimize dönümü 175 000 lira değer biçtiler, bizim yer 500 m2… Getir parayı, tapunu vereceğiz deseler, peşin 55 000 gerek. Onu bekliyoruz. Kardeşlerimizden falan yardım isteyip faizli taksitten kaçacağız… Ona göre kendimizi de şey yapamıyoruz…

- Siz Tokat’ tan çıkıp gelirken içinizde hangi sorular varsa şimdi onlarda var değil mi? Evlenseler nereye oturacaklar, aldıkları para yetecek mi?...

- Daha kötü… İşlerin eskisi gibi düzeni yok. Eskisi gibi değil… Çalışıyorsun, çok yerde paran kalıyor… Şu sekiz-on yılda işler yarıya düştü.

- Kardeşleriniz ne durumda?

- Onlar da göçtü köyden. Kimisi burada, kimisi İstanbul’ da… Bir şekilde geçiniyorlar.

- Dönmeyi düşünen olmuyor mu?

- Nereye dönsünler? Orada verim yok ki zaten…

- Evet… Demek ki evinizin durumu bir aydınlansa, başka sorun yok. Geçinip gidiyorsunuz… Antalya’ ya, Antalya’ da hayata tutundunuz bir şekilde…

- Tutunduk. Havası, suyu, her şeyi güzel memleket... İyi ki gelmişiz… Ama biz vaktinde gelmişiz de ondan. Şu anda gelenlerin, gelecek olanların hiç şansı yok. Hiç… Bir iş kurup da kendini geçindiremez. Gelecek olan artık bir gecekondu yapamaz, kiraya çıkacak, en kötü yer 400-500 lira. Elektriği, suyu… En büyük sorun da iş yok… Sorunun başı o… Tarımda bir şey yok. ‘’Modern tarım’’ diyorlar, o var artık. İşçi çok gerekmiyor. Turizm dersen, iş bulsan bile kışın aylarca boştasın, personeli olsan bile on yıl sonra seni ne yapsın otelci? Atıp, daha gencini alacak… Eskiden dokuma fabrikası vardı, pil fabrikası vardı, Antbirlik vardı… Biri bile kalmadı. Boyuna alışveriş merkezi yapıyorlar… Biz geldiğimizde var olan sebze meyve bahçeleri de yok oldu. Yer sahipleri verdiler müteahhide, daireler aldılar, kirasıyla geçiniyorlar veya satıp satıp parayı yiyorlar…

- Şimdi onların çocukları da işsizler... Antalya’ yı bitirdiler.

- Şimdi sıra Araplara, Ruslara satışta…

* * *

Bir sessizlik oldu…

- Bir soru sormak istiyorum ama yanıt vermeyebilirsiniz… Alevi misiniz?

-Evet.

- Bu nedenle size, gerek devlet kurumlarından, gerekse çevrenizdeki diğer insanlardan her hangi bir baskı, sıkıntı geldi mi?

- Gelmedi, hayır. Kesinlikle…

- Etraftaki Sünnilerden rahtsız eden oldu mu?

- Hayır. Çünkü hepimiz insanız. Alevilerde zaten böyle bir şey yoktur. Biz ayrımcılık yapmayınca… Şu anda var olan hükümet ayrımcılık… Alevi açılımıymış, bilmem neymiş… Ne gerek var…

- Evet… Kimin alevi, kimin Sünni olduğundan sana ne? Sen ibadetini gerektiği gibi yap, git cennetine… Kimin cennete, kimin cehenneme gideceğine karışma…

- Evet, karışma… O, benimle Allah’ ın arasında…

Maviş de dayanamadı, girdi söze…

- Keçiyi keçi bacağından asıyorlar, koyunu koyun bacağından… Keçiyi koyun bacağından asmıyorlar…

* * *

Birlikte fotoğrafımız olsun istedik, kanepeye sıralandık, Özgür çekti… Gülüştüler yine… Her şeye gülüveriyorlardı…

Evet, belli ki bu aile mutluydu… Mutluydu ama bu duruma gelene dek yaşadıkları can acılarını, can yanıklarını silmişken, içlerini dinginleştiren ANTALYA görünümünü, o muhteşem görselliği ele geçirmek için iştahla, ağızlarından salyalar akıtarak bekleşen SERMAYE VE SUNUCUSU OLACAK YEREL YÖNETİCİLERseçimlerin gelip geçivermesini bekliyordu… Bunu biliyorlardı, yüzlerindeki gülümsemeler, 2B konu edilince, yerini hüzne, ama en çok da öfkeye bırakıyordu.

* * *

Ayrılma zamanıydı…

MERDİVENLERİ İNERKEN, YAĞMA BEKLEYEN YERDEN, YAĞMANIN NEDENİ OLACAK GÖRSELLİĞİ FOTOĞRAFLADIM…

Özgür’ ün kılavuzluğunda KEPEZ’ den çıkabildim.

                                                                            Özcan ÇELTİK

                                                                               30.11.2013 

 
Toplam blog
: 237
: 361
Kayıt tarihi
: 22.11.06
 
 

1949 Antalya doğumlu, ANSAN üyesi Orman Yüksek Mühendisi, ressam ve öykü yazarıyım. KAKTÜS MEDYA ..