Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mayıs '09

 
Kategori
Felsefe
 

Kesip de Yapıştırılan Yoksa Hayatlarımız mı?

Kesip de Yapıştırılan Yoksa Hayatlarımız mı?
 

Fotoğraf:www.kulturokullari.net


Çocukluğumuzun ilk ve ortaokullarında el-işi dersleri vardı. Hatta ‘resim ve el-işi’ birlikte anılırdı. Krapon ve el işi kâğıtları, renkli karton, makas ve yapıştırıcılar marifetiyle neler yapardık neler! Birçok kesme-yapıştırma becerisi, el işi, göz nuru mütevazı, küçük eserler üretirdik. Bunlar arasında en hoş ve kolay olanlarından biri de, kâğıt zemini yapışkanla sıvayıp ardından ince bir kalemin ucuyla el işi kâğıtlarını bastırarak küçücük parçalarla kar ve yağmurlar yağdırdığımız, çimler ekip gökyüzünü bulutlar ve gökkuşağı ile donattığımız manzara resimleriydi…

Çocukluğumuzun o rengârenk el işi kâğıtlarında hayallerimizin, ideallerimizin ve gelecek düşlerimizin her birini ayrı bir renge düşürür, öylesi bir özenle, fazla sorgulamayan saf bir uysallıkla çalışırdık. Açılacak sergide yer alabilme hayaliyle, kesip kesip yapıştırırdık dersliklerde… O, bugünlere göre daha siyah-beyaz, yerli malı ve sanki daha geniş olan zamanlarda...

" Ve gelincik sadeliğinde aşklar beslerdik - Hocamıza, arkadaşımıza ve ülkemize - Üretken, çalışkan, insanlığa yararlı - Meslekler düşlerdik kendi adımıza - Saf, içten ve çocukca - Hayallerin ergenliğe uzanan - O dar ve yokuşlu patikalarında..." (1)

Bu güzelim iş, son 10 - 15 yıldır artık anaokullarına indi. İlkokullarda pek yapılmıyor sanırım. Eeee… Zamane teknolojilerine hızlı adımlarla uyum sağlamak için her şey birkaç adım öne alınıp hızlandırılıyor! Körpe zihin ve bedenler de - bir türlü geçmeyen sabah mahmurlukları ile - bu gidişatın sanki kurbanlık kuzucukları gibiler…

Geçmiş zamanlardaki bizler, şimdiki küçüklerin de çoğu, galiba sadece o kadarını yapabilirmişiz diye düşünmekteyim zaman zaman. Kesilip yırtılıp yapıştırılan ileride hayatlarımız olacakmış meğer! Yaşamadan, görmeden ve okumadan bu durum nasıl bilinebilirdi ki?

" Gelecek garantisi arayan - Ticari sorgulamalara dönüşmezdi - Hiç ama hiç bir zaman - O çocuksu aşk ve gelecek sohbetlerimiz - Düşlerimiz - ki çokca masum, biraz utangaç - Ve çoğu kez de kahramanca..."

Sonra çıkartmalar girdi hayatlarımıza. Çok daha kolaydı. Dört bir yanı yeni yeni ‘fast-food’lar, ‘English fast’ler sararken, bu da bir tür ‘fast hand-made’ tarzı olsa gerekti. İnce yapışkan katı çıkartıp kesmeden kolaylıkla yapıştırıyorduk artık şablon resmi (ya da yazıyı) istediğin yere. Bu iş bir süre sonra resmi otoritelerin de hoşlarına gitmiş olacak ki ‘taşıt pulu’ denilen şey çıktı! Her altı ayda bir çıkartıp çıkartıp yapıştırıyorduk araçlarımızın ön camlarına. Ancak birkaç yıl içinde araçların ön cam görüşleri iyice daralmaya başlayınca Allah’tan vazgeçtiler bu uygulamadan. Fakat faydası da oldu. Nasıl mı? Kimilerimiz dar alanda ön görüş, daha da sıkışınca dikiz ve yan ayna reflekslerini daha bir geliştirdik ister istemez. Eeee… 'Her musibette bir hayır vardır!'.

Hal böyleyken 90'ların sonlarında henüz dört yaşında olan yeğenim, yara, bere ve çiziklerine yara bandı yerine çıkartmalar yapıştırırken o şirin küçük kız zekâsıyla sanırım bu gidişatı inceden inceye hicvediyordu.

Daha sonraları, 90’ların ortalarından itibaren bilgisayar, internet, arama motorları derken ‘kes-kopyala-yapıştır’ uzmanları olduk hep birlikte. Hızlı ve dar zamanların rekabetçi ortamında hazır, şablon fikir ve düşünceleri kırpıp kırpıp biraz da kendimizden katarak kolayından yeni yeni raporlar, yazılar, hatta ‘tez’ler hazırlar olduk.

Oldukça uçarı ve (t)aşkın ‘Yeni Milenyum’ hayalleriyle girilen 2000’lerin ilk on yılının sonlarına doğru bir de baktık ki bu, bir anlamda yaşam tarzımız olmuş.

Örnekler mi?

- Her iktisadi kriz çıkıp da işsiz kaldığında, bir kriz önce araştırmacıysan, sonrası borsacı, ardından emlâkçı ya da pazarlamacı… Meslekleri kes-kopyala-yapıştır! Yola -çoğu kez aralarında akrabalık olsa da- yeni bir meslekle devam ederken…

- İlişkileri, arkadaşlıkları, aşk ve sevdaları kes ve yapıştır üst üste… Bunca belirsizliğin, kaosun ardında düzen isteyen, istikrar, karşılıklı sadakat ve güven içinde yürümesi esas olan bu alanda, dışsal etkenlerin hızla değişen ivmeleriyle her seferinde tökezleyip bir yenisine başladıkça…

- Marka giysi ve ayakkabıları azgelişmiş ülkelerde, karın tokluğuna maaşlarla çalışanlara fason olarak ürettir, üzerlerine 'logo'ları kes-yapıştır ve pazarla...

- Daha makro, uluslararası planda ise, stratejik çıkarlara, petrol, doğal-gaz ve kritik hammadde kaynaklarına ve pazar olanaklarına göre haritaları kes-yapıştır ve yeni yeni ülkeler üret!

Kazıdıkça eskisi alttan durmadan çıkmakta… Eski meslekler, eski aşklar, sevdalar, eski giysiler, ülkeler, adetler, gelenekler ve daha niceleri… 'Kazı'dıkça 'kazan'ır gibi hisseder olduk artık kaybedilenleri!

Maalesef, ana sermaye birikimi daha çok o diyarlarda oluşup bilimlerdeki yeni gelişmlelerin ışığında yeni teknolojiler ve ona dayalı kültür de oralarda üretilip - her türlü yöntem kullanılarak - tüm dünyaya pazarlandıkça bu durum böyle daha çok sürüp gidecek gibi...

Adına 'hayat' denilen şey,

Şöyle geçmişimizin yüksek tepelerinden birine çıkıp da deneyimlerimizin engebelerine kuş bakışı bir bakabilme, oraları düz ve verimli ovalara dönüştürebilme ve bu öğretiyi gelecek kuşaklara sağlamca aktarabilme şansı nedense pek olmuyor bu hayatta.

Etki menzillerimizin çok ötesinde, üretim, tüketim ve bölüşüm ilişkileri temelinde kotarılıp önümüze konulan, teknolojik, parasal, ideolojik, rekabetçi ve algısal bir yapıysa bu adına 'hayat' denilen şey! Yeni değer yargıları üretip onları "in" yapanlar, keyifli keyifli ayılmaksızın parasal sarhoşluklarından işte budur 'O', dedilerse dört duvarlı ve dar odalardaki hayatlarımıza, biline ki, bedelini yine bizler ödeyeceğimiz içindir!

Bu algısal yapı, sınırlı zamanlarımızın çoğunu kapsamakta, ilişkilerimiz de bundan payını doğal olarak almakta! Bizlerse içinde ruh, dayanışma, özgürlük, sevda, paylaşım, acıma, sorumluluk ve benzeri birçok duygudan oluşan bir var oluşla çıkmaktayız onun karşısına. Tabii ki kolay kolay uyuşmaz bunlar! Bu durumda, bize, duygularımıza ve değerlerimize kalansa oldukça küçük bir alan...Onları koruyup da yaşatabilmek adına çarpışılan. Kalanı ise koskoca bir 'alışkanlıklar alanı'. Bazen biteviye, ezberci ve sıkıcı bir alışkanlıklar alanı...Kesip kesip sonraki (zam)anlara yapıştırılan, kopyalanan...


Özlediğim ve ürktüğüm,

Onlar; egemenler, güçlüler, ta uzaklardan ve yukarılardan kesip kesip yapıştırıyorlar. "...İnsanlar bilgisayar gibidir, ne yüklersen onu alırsın..." dercesine. İlişkilerimizi, işlerimizi, adet ve geleneklerimizi, ülkelerimizi, yani külliyen hayatlarımızı... Onlar da küçükler gibi harika işler çıkartıyorlar kendi nam ve hesaplarına!

Art niyetsiz, safça, estetik duyarlılık ve gayretle el işi kağıtlarıyla, kartonlarla yaptığımız kes-yapıştır eylemini özledim. Bu işi benzer tarzda modern, devasa, akıllı binaların kuytu köşelerinde, parası peşin ödenmiş gelişkin beyinlerle, iktisadi-sosyal-siyasal ve kültürel amaçlarla yapanlardan ne kadar soğuyup ürktümse...

Benimkisi, belki de, yitirilen masumiyete ince bir serzeniş anlamında bir özlem!

İ.Ersin KABOĞLU
,

8 Mayıs 2009, Ankara

Blognot:

(1) 'Bağ bozumu' başlıklı şiirimden. İlgilenenler için bkz.: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=120260

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..