Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Nisan '15

 
Kategori
Öykü
 

Keskin ışık

 

Kızıl-Şafak ailesi, yuvalarında yavrularını aralarına alıp, güvenlik ve huzur içinde uyuyorlardı. Önce dişi kartal, Şafak Yıldızı uyandı. Keskin gözlerini açmadan önce esnedi. Sonra gözlerini açıp, şöyle bir etrafına baktı. Şafak sökmek üzereydi. Kanadını yavaşça yavrusunun üstünden çekti. Sevecen bir bakışla, sırtını okşayıp, içten gelen bir tebessümle...

Artık büyüdün yavrum. Seni yaşama alıştırmanın zamanı çoktan geldi. Bugün ilk uçuşunu deneyeceksin. Dileğim, yaşam sınavının bu ilk gününde başarılı olursun. Sen babanla uyu, ben kahvaltı hazırlamaya gidiyorum. Bugün, işimiz çok.”  Dedi.

Atsızı ve eşi Kızıl Yeleli’yi uyandırmadan, yuvadan kalktı. Yine sessizce yürüyüp, yuvadan biraz uzaklaştıktan sonra, şöyle bir geri gidip, kanatlarını gerip önce havalandı. Sonrada yavaştan çırparak kanatlarını, Şafak Yıldızı uçtu, uçtu... ve gidip kayalıkların en yükseğine kondu. Güneşin doğacağı yöne yöneldi.  Dağların dorukları ardından, ufuk lekesiz açık turuncu renge boyanmıştı. Gökte, yıldızların çoğu görünmez olmuştu. Sadece kendine ad olarak verilen, Seher Yıldızı (Şafak Yıldızı) ve başka birkaç yıldız daha görünüyordu. Gökyüzü koyu mavilikten, açık maviliğe dönüşüyordu. Hava güzeldi. Rüzgârsız açık ve gökte tek bir bulut bile görünmüyordu. Dişi kartal tam emin olmak için,  keskin gözlerle uzaklara bir daha baktı.  Heyecan, sevinç ve endişe duygusunu birlikte yaşıyordu. O gün, yavruları hayata atılacaktı. Ondan sonra da, o kendi kendine yetecekti. Bu düşünce ve duygularla, Şafak Yıldızı coşuyor, seviniyor ve birde endişeleniyordu. Hayatın zor olduğunu, kendi deneyimlerinden biliyordu. İnsanoğlu, birçok yerde doğayı yaşanmaz kılmıştı. Her şeye karşın, yavrularının yaşama kanat çırpacağı o ilk gününde, iyimser düşünmeye çalışıyordu. Kayalığın tepesinden, etrafı bir daha dikkatlice gözlemledi.

Havanın güzelliğine bakarsan, çocuğumuz şanlı olacak. Uçuşunu başarıyla bitirdikten sonra, bugün bizim kartallar ailesi toplanıp, ona uygun birde ad verecekler.” Dedi kendi kendine.

Giderek, ufuk altın sarısı renge dönüşüyordu. Güneş doğmak üzereydi. Dişi kartal kanatlarını yeniden çırptı. Hafifçe havalanıp, tekrar yere kondu. Bu hareketi, birkaç kez tekrarladı. Güneş dorukta çımaya başlamıştı. Şafak Yıldızı, kendini toparladı. Kanatlarını düzgünce bedenine yapıştırdı. Başı dik bir şekilde, Güneş’e yöneldi.

Ey Büyük Ateş! Bizi ısıtan, karanlıkları aydınlatan, bitkilere can veren güç! Bugün çocuğumuz, hayata ilk adımını atacak. Kanatlanıp uçacak. Sen ona yardım et. Yolunu aydınlat. Büyük Kâinat Güce, dileklerimizi ilet! Tüm canlıları, hayvanları, kuşları ve biz kartallar ailesini de kurusun! Bizlere verdiği sonsuz nimetler için, bir daha şükranlarımı sunuyorum. Tüm canlılarla birlikte yavrumu da korusun!” Duasını yaptı.

Güneş, dağların ardından tüm büyüleyici heybetiyle yükselmişti. Şafak Yıldızı kayalardan havalanıp, kendini aşağıya doğru bıraktı. Aşağıda, büyükçe bir göl vardı. Gölde balıklar yüzüyordu. O hızla göle dalıp, güçlü pençeleriyle bir balık yakalayıp, aynı hızla yükseldi. Balık, bir iki çırpındı. Şafak Yıldızı’nın güçlü pençeleri arasından kurtulmanın olanağı yoktu.

Kusura bakma güzel balık. Büyük Doğa, bizi böyle yaratmış. Ben sadece, bir yumurta yapıyorum. Sen binlerce yumurta yapıyorsun. Eğer seni yemezsem, yaşayamam. Bu da doğal dengenin bozulması anlamına gelir. Aç gözlülük yapıp, sizi yok yere telef ettiğimizde yok. İhtiyacım kadar avlanıyorum. Büyük Doğa, bizi denge kurma için yaratmış.  Eğer biz kuşlar olmasaydık, siz göllere denizlere sığmazdınız. Kendi kendinizi yiyip, bitirecektiniz. Yüz binlerce yıldan bu yana, biz sizleri yiyip yaşıyoruz. Ne siz azaldınız ve nede biz çoğaldık. Böylece, ölçülü denge içinde her varlık yaşamını sürdürüyor.”   Deyip, pençesindeki balıkla yuvasına doğru uçtu.

Şafak Yıldızı, yuvasına vardığında eşi ve yavrusu hala uyuyordu. Tutuğu balığı oraya koyarken, balığın nabzını yokladı. Sudan çıkan balık ölmüştü. Yuvada önce yavrusuna ve sonra da eşine sarıldı. Sevgisini ikisi arasında paylaştı. Büyük payı yavrusuna vermişti. Sonra da eşini ve yavrusunu uyandırmaya karar verdi.

Kalkın tembeller, gittim size taze kahvaltı getirdim. İkiniz hala tembelce uyuyorsunuz. Bugün dünya kadar işimiz var.” Dedi.

Eşinin kanadından tutup çekti.

Koca Kızıl tembel kalk. Utanmadan uyuyor hala. Ben daha şafak sökmeden kalktım. Bunlar keyif çatıyor.” Şakacıkta dert yandı.  

Kızıl Yeleli, kanadını yavrunun üstünden çekip, gerindi. Gözlerini açtığında, eşi başında bekliyordu. Şafak Yıldızı’na, mahcup bir şekilde baktı.

Af edersin sevgilim! Bilerek tembellik yaptım. Sen gittikten hemen sonra, ikimizde uyandık. Çocuğumla, erkek erkeğe biraz konuştuk. Dişi genç kartallara, nasıl yaklaşacağı konusunda birkaç öğüt verdim. Buna ilaveten yaşamın zorlukları konusundan, bazı ipuçlarını vermeye çalıştım. Senin geldiğini görünce, yeniden uyumuş gibi yaptık.” Dedi.

O arda, genç kartalda uyanmıştı. Annesine sarıldı. Sabahın serinliğinde, onun yumuşak sıcaklığını ta içinde duydu.

Sevgili anneciğim. Seni çok seviyorum. Sen bu yuvanın hem annesi ve hem de benim öğretmenimsin. Senden ve babamdan öyle güzel şeyler öğrendim ki. Sizden ayrılacağım diye üzülüyorum. Diğer yandan da, kendi kendime yeteceğime de coşku duyuyorum. Eh, biraz korku ve endişede yok değil, doğrusu! Birçok duyguyu birden yaşıyorum.” Dedi Adsız.

Annesi ve babası yavrularına sarılıp, onun yumuşak açık kahverengi tüylerinde öptüler. Ailece, mutluluklarını bir daha paylaştılar. Sonra hep beraber, önce yemek duasını yaptılar. Duaya baba başladı, Şafak Yıldızı ve Adsız da tekrar ediyordu.

“Ey! Kâinatın düzenini sağlayan, Büyük Güç! Senin kurduğun dengeye saygılı ve bağlıyız. Bize verdiğim, tüm nimetler için minnettarlık duyuyoruz. Önce tüm canlıları koru. Sonra bizim yavruya bak. İnsanlara da, akıl ve merhamet ver.” Diye dua ettiler. 

Duadan sonra, taze balığı afiyetle yemeye başladılar. Bir annesi, bir babası Adsız’ a etleri kılçıklardan ayırıp yediriyorlardı. Anne ve babanın gözünde, Adsız sanki daha büyümemişti. Balığı nasıl yiyeceğini, göstererek öğretiyorlardı. Adsız, çok akıllı bir gençti. Gösterilen her şeyi noksansız öğreniyordu. Kahvaltıdan sonra diğer kartallar gelip, Adsız’ ın uçuş törenine  katılacaklardı. Kızıl-Şafak Ailesi oldukça heyecanlıydı. Yavruları o gün yuvayı terk edip, kendi başına yeni yuvasında yaşamını sürdürecekti.

Kahvaltıdan sonra, kararlaştırılan kayalıklarda tüm kartallar, şahinler toplandılar. Adsız’ ın uçuş törenine çağrılan kartalların her biri değişik renklerdeydi. Kartallar, ailece gelmişlerdi. Her ailenin yanında, bir dişi veya bir erkek genç vardı. Gençlerin tümünün, uçuş zamanları gelmişti. O gün, Kızıl-Şafak Ailesinin erkek yavrusu Adsız’ ın uçuş töreniydi. Ondan sonra, sırasıyla her gün bir genç kartal yavrusu, yeni uçuş sınavı verecekti. İlk uçuş sınavı, kartallar için oldukça önemliydi. Yüz binlerce yıldan bu yana, o ilk günü törenle kutluyorlardı. Kartalların ailesiyle törenlere katılması, bir güzel geleneğe dönüşmüştü.  O güzel geleneği sürdürmek adına, herkes törene katılmaya özen gösterirdi. Bu törenler, aynı zamanda gençlerin tanışması, eş seçmesi içinde bir buluşma yeri oluyordu. Böylece ilk uçuşun bir sosyal görevi de yerine getiriyordu. Onun için, törenlerde genç dişiler ve genç erkekler daha heyecanlı oluyorlardı. Her törende, dişi ve erkekler birbirine durmadan çalım atıp, dururlardı. O günde, yine benzer bir  sosyal durum yaşanacaktı.

Kalabalık toplanmış, merak ve heyecan içinde Kar Beyazı’nı bekliyordu. Töreni, kartalların başı sayılan bilge, deneyimli en yaşlı kartal,  Kar Beyazı açacaktı. O dişi, saygın bir kartaldı. Kimse Kar Beyazı’ ın sözünden dışarı çıkmaz, onun sözleri kanun gibiydi. O adaletiyle, bilgisiyle kartallara önder olmuştu. Tüm kartalları eşit tutardı. Saygınlığı hak etmiş, liyakat sahibi bir dişi kartaldı o.

Kar Beyazı gelip, ileri atıldı.  Önde duran kayanın tepesine çıkınca, tüm kartallar kanat çırpıp, ona saygı ve sevgilerini gösterdiler. Kar Beyazı da, onları selamladı. Sol kanadını yukarı kaldırıp, sonra kalbinin üstüne indirdi.

Sevgi ve saygımı kabul edin. Kartal aileleri.” Dedi.

Etrafa göz gezdirip, bir tehlikenin olup olmadığı için, uzaklara baktı. Nöbetçilerden tehlikenin olmadığı sinyalini aldı.

Tamam! Töreni başlatabiliriz. Gel yanıma, Adsız!” dedi.

Babası Kızıl Yeleli, adsızın elinden tutup, Kar Beyazı’nın üstünde durduğu kayaya götürdü. Herkesi bir sevinç ve heyecan sarmıştı. Dişi gençler, sevinç çığlıkları attıkça, Adsız daha da, heyecanlanıyordu. Kar Beyazı eğilip, Adsız’ ın elinden tutup, onu yukarı, yanına çıkardı.

“Heyecanlı mısın evlat?” Diye sordu.

Biraz heyecan var. Beyaz Ana!” dedi.

Törene katılanlar sessizce, pür dikkat onları izliyordu. Gençler yerinde zor duruyorlardı. Saygısızlık sayılmazsa, daha başında hepsi başlayıp dans yapacaklardı. Yinede, törenin bitmesini beklemek zorunda olduklarının da bilincindeydiler. Kar Beyazı kalabalığa dönüp...

Bana destur veriyor musunuz?”Diye sordu.

Destur senindir, Ana. Uçur onu!”  Hep bir ağızdan, bağırdılar.

Kar Beyazı, Adsız’ a hazır olmasını istedi. Onu uçurup, başarısına göre bir ad vereceklerini söyleyip, tekrarladı.  Kalabalığa da, dönüp şunları söyledi.

Bugün, kartalların yüz binlerce yıldan bu yana, kutlamış oldukları bir törene daha katılmış bulunuyorsunuz. Sırası geldikçe, her kartal yavrusu hayat uçuşuna başlayacak. Bu doğadan, bize verilen kutsal bir görevdir. Gençlerimizin, göstereceği uçuş başarısına göre, onlara bir ad veriyoruz. Bugünde, Adsız için toplanmış bulunuyoruz. Biliyorsunuz, herkesin adı öyle rasgele değil. Her kartal, kendi adını hak ederek alır. Adsız da, bu törenden geçerek adını kazanacak. Sizleri, bizi yaratan Büyük Doğa’ ın huzurunda, tanık olmaya çağırıyorum. Dikkatli gözleyin. Dalışını, yükselişin, etrafı gözleyişini ve inişini çok iyi gözleyin ki, ne hakkı yensin, nede hakkı olmayanı alsın. Adalet yerini bulsun. Bu gelenek, bize atalarımızdan miras. Bu böyle, devam edip gidecek. Gençlerimizde ad sahibi olacak.” Diyerek uzun bir açıklama yaptı.

Kar Beyazı eğilip, sevgi dolu bakışlarla adsızın yüzünde öptü. Adsız da, saygıyla onun elinde öptü. Sonra, ona ne yapacağını söyledi.

Bak evlat! Şimdi gözlerini kapa, kanatlarını aç ve bekle. Ben uç dediğimde, var gücünle kendini vadiye doğru bırak, kanatlarını hızla yapabildiğince çarp. Gidebileceğin yere kadar durmadan git. Yapabildiğince, yere yaklaş. Ani bir manevrayla, yere konmadan geri dön. Yüksel,  çıkabildiğin kadar yüksel... Sonra dalışa geç. Şaşırmadan, sırasıyla bunları yap. En sonunda, gel yanıma kon. Adını bekle. Ne yapacağını anladın mı?” Bunları söyledikten sonra, Adsız ın gözlerini bağladı.

Anladım, büyük Ana! Hazırım”. Heyecan doruktaydı.

“ Biraz uçtuktan sonra gözlerini aç. Haydi!Yolun açık olsun. Uç!” Dedi Kar Beyazı.

Adsız gözleri kapalı, kendini vadiye doğru bıraktı. Önce, biraz sendeledi. Düşecek gibi oldu. Herkesin, yüreği ağzına geldi. Babası, annesi müdahale etmek istedi. Kar Beyazı izin vermedi. O ilk sendelemenin, çok normal olduğunu söyledi. Kendisini toparlayacağını sözlerine ekledi. Adsız, havada gözlerini açtı. Kendini vadinin derinliklerine doğru hızla indiğini fark etti. Ani bir hamleyle, kendini toparladı. Başladı, ileri doğru uçmaya. Uçtu, uçtu...ta ovanın ortasına dek. Keyfine diyecek yoktu. İçinden gelen bir coşkuyla uçmayı sürdürdü. Yorgunluk, aklının ucuna bile gelmiyordu. Tören yerinde olanlar, Adsız’ ı gökte ancak bir sinek büyüklüğünde görebiliyorlardı.  Heyecan ve sevinç doruklara çıkmıştı. Adsız’ ın anne ve babasından sonra en çokta, Kar Beyaz’ ın dişi torunu heyecanlanmıştı. O, Adsız’ a gönül kaptırmıştı. Genç dişinin içi, içine sığmıyordu. Adsıza güzel bir isim verilmesi için, tüm kalbiyle dualar ediyordu. Adsız, ovayı yarıladıktan sonra, oradan ani bir dalış yaptı. Yere en yakın noktaya yaklaşıp, tekrar havalandı. Yükseldi, yükseldi... tören yeri kayalıklarından, bir dağ boyu kadar yükseldi. Bu kez de, yüksekte bir sinek büyüklüğünde görünüyordu. Törene katılanlar şaşırıp kalmıştı. İlk kez, böyle olağan üstü bir ilk uçuş gösterisine tanık oluyorlardı. Törene katılanların gözlerinden sevinç gözyaşları akıyordu.

Adsız, yükselebildiği kadar yükseldi. Oradan ani bir dönüşle, dalış yapıp  yere doğru hızla alçaldı, alçaldı... gelip, Kar Beyaz ın yanına dimdik kondu. Nefesini tutan, törencilerden bir alkış tufanı koptu. Kar Beyazı Adsız’ ı  pençeleri arasına alıp, yükseldi. Bu hareket, törene katılanların tanıklığına sunmak içindi.  Genç kartal, öyle bir hızla inmişti ki, tüyleri sıcaktı. Kar Beyaz’ ın pençeleri ısınmıştı. Kartallar yerinde durmadan, sevinç dansları yapıyor ve şarkılar söylüyorlardı.

“Bu gencimizin adı,  Keskin Işık olsun! Kabul ediyor musunuz?” diye sordu. Törene katılan herkes, bağırdı.

“Kabul!” Diyip hep birlikte, sesleri çıktığı kadar bağırdılar.

Tanıklar huzurunda, onun adı Keskin Işık olmuştu. Buna yer ve gökte tanıktı. Işık gibi hızlı ve gözleri keskindi. Keskin Işık,  sevinçten yüreği yerinden fırlayacak gibi olmuştu. Babası Kızıl Yeleli ve annesi Şafak Yıldızı gelip, Keskin  Işık a sarılıp onu kutladılar. Arkadan Kar Beyazın torunu gelip, ona sarılıp kutlarken, herkes bağırmaya başladı.

Öpmeden bırakma! Öpmeden bırakma!...” deyip tekrarladılar.

Keskin Işık, Kar Beyaz ın torununa sarılıp, öptü.  Sonra da, onu öyle bir havaya fırlatıp attı ki, dişi genç neye uğradığını şaşırmıştı. Birden kendini üç kavak boyu havada buldu. Heyecanından kanatlarını açmayı bile unutmuştu. Tam yere çakılmak üzereyken Keskin Işık onu havada yakaladı. Keskin Işık dişiyi kapıp, ikisi birlikte havalanıp, gökyüzünde dönmeye başladılar. Törene katılanlar sevinçten yerlerinde duramıyorlardı. Keskin Işık, kucağında dişi genç kartalla tekrar yere indi. Bir ara, onu bırakmadı. Artık herkes anladı ki, Kesin Işık ta ona gönlünü kaptırmıştı. Herkes bağırıyordu. “Öp! Öp!..” diye.

Sırasıyla, diğer törene katılanlar gelip onları kutladı. Törenden sonra, kartallar  çekip kendi işine gittiler. Bir hafta sonrada, Kar Beyazı torunun uçma töreni vardı. Onun hazırlıklarını yapacaklardı. Şafak Kızılı Ailesi de, uçup Keskin Işık’ın yuvasına gittiler. Anne kartalın bir keşif görevi vardı. Dişi kartal, o göreve gidecekti.

Siz iki erkeği, baş başa bırakıyorum. Sende anasız yaşamaya alışsan iyi olur.  Han bu arada, baban sana etrafı göstersin. Bilmediğin şeyleri sana öğretsin. Ben, kış uçuş yollarını keşfe gideceğim. Belki birkaç gün gelmem. Keskin Işık, çoğu zaman kendi kendine yeteceksin. Kısa bir zaman sonrada, biz sana hiç karışmayacağız. Babanın öğreteceği bazı bilgileri ve tecrübeleri var. Onları iyi dinle ve öğren. Hayatın boyunca, o bilgileri kullanacaksın. Ondan sonra, kendinde yeni bilgiler edineceksin. Sende, senden sonra gelenlere törelerimizi ileteceksin. Hayatta kopukluk değil, süreklilik var. Bir sonraki zaman, öncekinin devamıdır. Yaşam böyle, sürüp gidecek…” dedi.  

Duyumlara bakılırsa, yollarımızın üstünde bazı yerlerde savaşlar çıkmış. Oralarda, kuş türleri telef oluyormuş. Tehlikeli yolları tespit edip, kış yurdumuza giderken oralardan geçmeyelim. Dediğim gibi, beni merak etmeyin. İki yüz elli yıldır, o yolları tanıyorum. Keskin Işık, sana bir şeyi söylemeyi az daha unutacaktım. Kar Beyaz annenin torununu da, üzme. O çok narin ve duygulu bir dişi. Çokta güzel. Haydi,  yine şanslısın. O kadar genç kartal içinde, seni seçmesi güzel bir olay. Onun ad törenine, gelip yetişmezsem, siz durumu anlatın. Bende onu çok seviyorum. Bizim aileye layık bir kuş.  Haydi, kalın sağlıcakla...” deyip.

Eşi ve çocuğuna sarılıp, göğe doğru yükselip uçuşunu sürdürdü.

Keskin Işık, babasıyla baş başa kalmıştı. Babası ona, biraz tarih, coğrafya, sosyal ve politik konulardan bilgi verecekti. İkisi yan yana, yeni yerleri görmek için uçtular. Epeyce uçtuktan sonra, kayalıktan akan bir gözenin başına kondular. Önce, billur gibi soğuk sudan içtiler. Keskin Işık öğle yemeğinde, orada bulunan gölden orta büyüklükte bir balık yakalayıp getirdi. Babasıyla birlikte, afiyetle balığı yediler. Yemekten sonra, Keskin Işık aklına gelen her konuyu soruyor, babası usanmadan yanıtlayıp, anlatıyordu.

Baba, annem Savaş tan konuştu. O ara fırsat bulup, sormadım. Savaş ne?”

Yerinde bir soru. Bak, anlatayım. İki ayaküstünde, dik yürüyen insan

denilen sosyal bir yaratık var. Onlarda toplu olarak yaşar, birlikte üretirler. Paylaşmaya gelince, güçlü olanlar üretilenden en çok pay almak isterler. Haklı olarak, bazı insanlar buna razı olmazlar. O zaman, başlarlar kavgaya. Öyle bildiğimiz, kavga değil. Namertçe, tuzaklar hazırlar birbirine. Her tür kötülüğe ve hileye başvurmaktan da çekinmezler. Birbirlerine ateş kusarlar.  Birbirlerine metal sivri cisimler atarlar. O cisimler patlar. Kulakları sağır edercesine bir ses çıkarır. Gözleri kör edercesine ışık saçarlar. Birden, binlerce insani öldürecek sıcaklık çıkarır. Savaşlarda binlerce, hatta milyonlarca insan ölür. Toprak, hava ve sular kirlenir. İnsanların evleri yıkılır. İş yerleri çalışmaz olur. Bu durum, biz kuşları ve diğer tüm canlıları da olumsuz etkiler. Anlayacağın, onların yaptıkları haksızlıklardan ve tahribattan tüm canlılar zarar görür. Böylece, savaşlar bizimde sorunumuz oluyor.  Onların pisliğinden ve haksızlıklarından bizlerde etkileniyoruz. İnsan denilen yaratık, adaletsizliğe kendini mahkûm ediyor.” Diye baba uzunca bir açıklama yaptı. 

Bu anlattıkların çokta akıllıca değil. Bence aptalca ve vahşi bir anlayış. Neden birbirlerine zorla, istenmeyen şeyleri dayatıyorlar ki. Ayrıca biz hayvanların hiç suçu yokken, onların kötülüklerinin bedelini ödemek, oldukça adaletsiz buluyorum. Bence, elimizden geldiğince savaşlara karşı, durmalıyız. Bak, biz hiç kimseye bir şeyi dayatmıyoruz. Kimseye de zararımız olmuyor. Değil mi?” Keskin Işık babasının anlattıkların dan hoşlanmamıştı. Önemli bir bilgi olduğunu da anlıyordu.

Gel yavrum, seni bir yere götüreyim de, olan kötülüğü ve adaletsizliği gözlerinle gör.” Dediğinde, sözünü iki etmeden merakla babasıyla uçmaya karar verdi.

Babası onu alıp, savaşın yaşandığı bir bölgenin üstünden uçurttu. Ormanlar yanıyordu. İnsanlar ölüyordu. Canlılar telef oluyordu. Sular ve toprak kirleniyordu. Keskin Işık, olanları gözleriyle görüyordu. Keskin Işık azda olsa, savaşların ne kadar kötü olduğunu öğrenmişti. Onların, savaşı önleyecek gücü olmadığını anlıyordu. Çaresizliğine çok daha üzüldü. Elinde bir gücü olsaydı, gözünü kırpmadan savaşı o anda durdururdu. Ölen çocukları, gençleri gördükçe daha da fenalık geçiriyordu. Bir ara babası, keşke onu oraya getirmemesini geçirmişti içinde. Sonrada, dünya gerçeğiyle tanışması, daha iyi olduğunu düşündü. Keskin Işık, durmadan babasına yeni sorular yöneltiyordu. O yetenekli olduğu kadar da, akıllı ve meraklıydı. Her şeyi görüp öğrenmek istiyordu. Özellikle, insanlar konusunda iyice aydınlanma gereğini duyuyordu.

“Baba bizim ülkemiz neresi?” önemli bir soru sordu.  

Bak evlat, uçabildiğimiz her yer bizim ülkemiz. Normal da, iki yurdumuz var. Bir yazlık, birde kışlık. Şimdi buradayız. Kışın karın az olduğu yerlere gideriz. Biz yurdumuzu, kolayca terk etmeyiz. Çoğu kez, insanlar bizi göçe zorlar. Bu yıl buradayız. Belki gelecek yıl, burayı insanlar istila edecek. İnsanlar yurdumuzu kirletip talan ederlerse, oradan tüm canlılar göçer. Kendilerine yeni yurtlar ararlar. Bizde öyle yapıyoruz. İnsanların kirlettiği toprakları terk ederiz. Oralar artık lanetli yerler olur. İnsanlarda, yaptığı tahribatın bedelini başka şekilde öderler. Fakat bunun farkına da varmazlar.”  Baba yavrusuna insan politikası konusunda bilgi veriyordu.

Peki, ya insanlar bizi sınırlarından içeri sokmazlarsa, o zaman ne yaparız?”

“ Sınırlar sonrada konulmuş, suni engellerdir. Bizim için sınır yok. Biz, onların koyduğu sınırları tanımıyoruz. Sınırlar aptal insanlar için. Bak, şimdi uçuyoruz. Aşağıya bak, doğada sınır diye bir şey görüyor musun? Bir ülkeden, diğerine geçerken hiçbir fark görmüyoruz? İşte Özgürlük!  Evlat.” Dedi.

Haklısın baba. Hiçbir değişiklik görmüyorum. Topraklar, dağlar, nehirler,  ormanlar birbirinin devamı. Sınırların suni olduğunu söylersek, doğruyu söylemiş oluyoruz. Değil mi baba?” diyerek babasının anlattıklarını kavramıştı.

Tamda, öyle evlat. Seninle gurur duyuyorum. Sen akıllı bir geçsin. İnsanlar arasında, politika denilen bazı haksız, kötü alışkanlıklar var. Bir kısım insan, politikayla diğer insanlar üstünde egemenlik kurmak ister. Kendi istediğini onlara yaptırır. Bu yüzden, kavgalar ve kötülükler insanlar arasında eksik olmuyor.”

Keskin Işık sorduğu sorulara yanıt aldıkça, daha da haz alıyordu. Her konuda, aklına gelen soruları sormadan duramıyordu. O sordukça, babası yanıtlıyordu. Babasının görevi, onu her konuda aydınlatmaktı. Amacı, onu hayata hazırlamaktı.

Bizimde kendi aramızda, haksızlık yaptığımız olur mu? Bizim aramızdaki düzeni kim sağlıyor? Diğer tüm canlılarla, aramızda nasıl bir ilişki var. Diğer kuşların, Kartal olmasını ister miyiz?”bu soruyu bilerek sormuştu.  

Beni oldukça sıkıştırıyorsun. Kâinat adına!  Fırsat, bu fırsat deyip, aklına geleni sorup öğrenmek. Öğrendiklerinle, Kar Beyazın torununa bilgiçlik taslayıp, ona hava atacaksın.”Diye babası yavrusuna takıldı.  

Baba! Bu tür aptalca düşünmeyi, asla sana yakıştırmadım. Sen nasıl bana yakıştırıyorsun ki. Doğrusu kırıldım. Yaşamı tanımaya çalışıyorum. Ayrıca, senin ve annemin de isteği bu değil miydi?” diye fikrini savundu.

Şaka evlat! Kızma. Tabi ki, öğreneceksin. Seninle gurur duyuyorum. Anlatayım, bizimde kendi aramızda, ufak tefek uyuşmazlıklar olur. Onları, yine kendi aramızda silahsız çözeriz. Kalleşçe ve hile yoluyla birbirimizi kandırmak asla yok. Bizim  kavgalarımız, daha çok gençlikte dişi genç kartallar yüzünde olurdu. Onu da, barışçı yollarla çözerdik. Dişi kimi isterse, onun olurdu. Bizde buna saygı duyardık. Bizde, başkasının sırtına binerek yükselme yok. Herkesin ihtiyacına yetecek kadar yemek var. Zaten, yiyecek olmayınca orayı terk ederiz.   

Düzenimize gelince, doğanın yasalarına uyarız. O yasaları çiğnediğimiz anda, bizde çeşitli hastalıklara yakalanırız. Başımıza olmadık kaza gelir. Onun içinde, evrensel kozmik yasalara saygılıyız. Büyüklerimizden o yasaları alırız. Şu anda, benim sanaanlattığım gibi,her kartal ailesi de, kendi çocuğuna anlatır, öğretir. Diğer canlılarla yine aynı şeklide, o yasalar içinde kalarak yaşamı paylaşırız. İnsanın dışında, tüm diğer canlılar doğal dengelerin korunmasına son derece dikkat eder ve saygı duyarlar. Bizlerin, bazı hayvanları yiyerek yaşadığımız gerçek. Hiçbir kartal, ihtiyacından fazla bir hayvana zarar verdiği görülmemiştir. Yüz binlerce yıldan bu yana, bizler; balık, fare, yılan, tavşan ve bazı kuşları yiyerek geldik. O canlıların hiç biri, bizim yediğimizin yüzünden yok olmadılar. Doğal denge içinde kalınca, işler yolunda girer. Oları asla ihlal edemeyiz. Onu çiğnediğimiz anda, hayatımıza da kast etmiş oluruz. Her varlığın, kendine göre bir güzelliği ve bir görevi var. Önemli olan, o güzelliklerle beraber yaşamak. Kesinlikle, hakkımız olandan fazlasını alamayız. Her canlının da, bizim gibi yaşama hakkına sahip olduğunun da bilincindeyiz.  Birlikte var olma düsturluna bağlıyız.

Şunu da, rahatlıkla söyleyebilirim. Hiçbir kartal, diğer kuşların kartal olmasını istemez. Doğal çok türlülüğü, büyük bir zenginlik olarak algılıyoruz. Bu doğal çok türlülüğe,  son derece saygılıyız. Milyonlarca, tür varlığın olmasını güzellik olarak kabul ediyoruz. Bak evladım etrafına, yeryüzünün zengin güzelliğine. Tüm canlıları büyülüyor. Dünyanın yüzey şekline bak;  dağlar, ovalar, vadiler, yaylalar, tepeler, yamaçlar, ırmaklar, göller, denizler, ormanlar, her varlık ayrı bir güzellik katıyor. Bir ormanda bile, binlerce tür ağaç görürüz. Her ağaç farklı boyda ve ayrı güzellikte. Yüzlerce türde meyve, sebze renk, renk hiç birinin tadı diğerine benzemiyor. Aynı şekilde, binlerce tür çiçek, her biri farklı kokuda, değişik renklerdedir. Binlerce tür böceğin farklı rengi ve ayrı güzelliği var. Her varlığın, kartal olduğunu düşünmek bile, bana ürperti veriyor. Öyle bir dünya sıkıcı olurdu, yaşanmazdı. En güzeli, her varlığın kendisi olmasıdır. Bu çoğulcu, türlü zenginliğe aşığım evlat.” Dedi Kızıl Yeleli.

Ben kartal olduğumla onur duyuyorum baba. Senin gibi, bilgili bir babam olduğuna da ayrıca gururlanıyorum. Sen müthiş bir baba ve öndersin. Bu bilgileri ve ahlakı kimden aldın? Ayrıca çokta vicdan sahibisin. Aklını, vicdanını ve ahlakını da uyumlaştırmışsın. Baba dur da, sana şöyle sarılayım.” Dedi Keskin Işık. Sonra babasına sarılırken ikisinin gözleri yaşardı.

Yapma evlat!  Beni de ağlattın. İnan ki harika bir gençsin. Sana bakınca gençliğimi anımsıyorum.  Seninle gurur duyuyorum evlat. Şunu, hiç aklında çıkarma. Her hayvan, kendi türleriyle onur duyar. Bu tüm varlıklar için geçerlidir. Bir varlık, diğerinden üstün değil. Her canlının farklı güzelliği var. Bu anlayış, bizi diğer canlılara saygı duymaya götürür. Buda, aramızdaki uyumu ve ahengi sağlar. Bu türde bir anlayışa sahip oldukça saygı değer buluyorum. Evrensel barış anlayışı, ancak böyle sağlanır. Her varlık, biri birine saygı duymalı.  Boş kibirlenme, gereksiz kendini beğenme bize hiç bir yararı yok. Ne isek, öyle olmalıyız. Diğer varlıklar, bizim ne olduğumuzu biliyorlar. Kendimizi boş yere şişirsek, komik duruma düşeriz. Böyle bir durumda, kimsenin saygısı da kalmaz. Kendimizi kandırmaya, ne gerek var ki. Türlerimizi veya diğer canlıları yanlış bilgilendirmek, ayrıca bize de yakışmaz. Ahlaksızca olur. Bu bilgileri babamdan, o da babasından almış. Sende bilgi ve deneyimlerini evlatlarına aktaracaksın. Kuşaktan kuşağa deneyim ve bilgi gelişerek devam eder.” Diyerek babası uzunca bir açıklama yaptı.

Önemli bir konu daha var baba. Güvenliğimiz konusunda, bana söyleyeceklerin olduğunu düşünüyorum. Bunları da can kulağıyla dinleyeceğim!”  dedi Keskin Işık.

Anlaşılan, senden bugün kolayca kurtulmayacağım. Başlamışken, takıldığın ve eksik bulduğun, öğrenmek istediğin her konuda sor.  Tabi güvenlik oldukça önemli. Biz durup, dururken hiç kimseye saldırmayız. Haksız yere, bize saldıranın yerinde de, olmak istemem doğrusu. Öyle küstahça, bir girişimde bulunan kesinlikle pişman olur. Mutlaka, karşılığını alır. Bizim bu özelliğimizi çoğu hayvan bilir. O yüzden, bizi tanıyanlar bulaşmak istemezler. Bizde bundan oldukça memnunuz. Enerjimizi boş yere tüketmiyoruz. Barış içinde, yaşamak en güzel. Enerjimizi eğlence, spor, aşk ve seyahat etmede kullanıyoruz. Biz, bir yerde barışında koruyucusu oluyoruz.” Dedi Kızıl Yeleli kartal.

Baba diğer canlılarında, güvenlik sistemleri var mı?”  Sordu Keskin Işık.

Olmaz olur mu, evladım. Tüm canlıların doğal savunma sistemleri var. Bak şu çiçeği koparıyorum. Gördün mü, acı bir salgı salgıladı. Bir daha bu çiçeğe yaklaşmam. Bunun gibi, her canlı türünün kendine göre bir savuma sistemi var. Bazen savunma sistemi, doğal olaylara karşıda gerekiyor. Soğuk ve sıcağa karşı dayanıklı olmak gibi...insan dışında hiçbir varlık, kendi gücünü diğer varlıları yok etmede kullanmaz. İnsan sadece, diğer varlıklara zarar vermekle kalmazlar.  Onlar, kendi türüne de büyük zarar verirler.” Dedi Kızıl Yeleli.  

Peki, baba bu insan nasıl bir yaratık ki, hem kendine hem de diğer tüm varlıklara zarar veriyor? İnsanların tüm aynı mı?” sordu Keskin Işık.

İnsanlarında, çok iyileri var. Ne yazık ki, iyiler karar mekanizmalarında değiller. Daha çok benciller, hırslılar, açgözlüler, yalancılar dar görüşlüler ve geri zekâlılar karar veriyor. Onların elinde, silahlı birlikler ve boyalı kâğıtlar var. O bayalı kirli kâğıtların gücü her şeye yetiyor. Kimin elinde daha çok boyalı kirli kâğıt varsa, onlar en güçlü sayılıyor. Bu çok aptalca canlı karşıtı bir anlayış.” Dedi Kızıl Yeleli.

Bu açıklamaları duyan, Keskin Işık ın kafası karıştı. Babasına durmasını söyledi.

Anlayamadım. O boyalı kâğıt, neye yarıyor ki. İnsanlar kâğıt mı yiyor. Bu nasıl oluyor?” hayretle sordu.

Kâğıt yemiyorlar. Kâğıdı verip, hayvanları ve birbirini yiyorlar. Bu politik bir sorun evlat. Dünya politikasının, akıllı bir açıklaması da yok. Bundandır ki, tüm belalar insanı buluyor. O bedeli, hak etmeyenlerde ödüyor.  İnsanların çoğu hastalıklı. Cahil. Birçoğu da yoksul. En uzun yaşayan insan, ancak bizim ömrümüzün dörtte biri kadar yaşıyor. İşin en tuhafı, bu kadar aptal olan bir tür, kendini akıllı sayıyor. Kendi yarattıklarına tapıyorlar.

Burada haksızlık yapmayalım. Dediğim gibi, insanlarında içinde çok akıllıları ve iyileri de var. Onlar, politikanın nasıl olması konusunda, binlerce yıldan bu yana düşünce ürettiler. Politikacılar onları dinlemiyor. Azınlık bir grup, tepeden tırnağa kadar örgütlü çalıştığı için, diğer milyonlarca örgütsüz insana hükmediyorlar. Ayrıca çoğunluk, politikacıların yaptığını da beğenmiyor. Onlar biri birini tutmadıkları içinde kâğıt ve kaba güce tutsak olmuşlar.”  Dedi baba.

Şimdi insan olmadığıma daha çok sevindim. Bir sorun var. Onların kötülükleri bizi de etkiliyor. Diğer canlılara ve iyi insanlara zararları olmasaydı, kendi aralarında ne yaparsa yapsalardı. Birbirini yiyip bitirselerdi. Biz karışmazdık. Bizim güzel akıllı insanlara, yardım etme olanağımız yok mu baba?” Sordu Keskin Işık.

Ne yazık ki yok evlat. Bir şeyi kesinlikle biliyorum. Büyük Doğa, onlara toptan bedel ödettiriyor. Doğanın bedel ödettirmesi adilce oluyor. Fakat yanlışlık yapıyor bence. Günahı olmayanlara da ödettiriyor. Sadece kötülere ödetse, o zaman daha adaletli olurdu, diye düşünüyorum.” Diyordu Kızıl Yeleli.

Ben, daha başka düşünüyorum baba. Diğerleri de, kötülerin yaptıklarına karşı çıkmadıkları için, bence sonucu hak ediyorlar. Doğa yanılmaz baba.” Dedi Keskin Işık.

Ben bu yönden hiç düşünmemiştim. Belki de sen daha doğru düşünüyorsun. Sen gerçekten akıllı bir kartal olacaksın evlat.” Dedi Kızıl Yeleli.

Baba oldukça yorulmuştu. Keskin Işığın heyecanını ve öğrenme isteğini kırmamak içinde, sesini çıkaramıyordu. O gün akşama kadar yaşlı kartal, genç Keskin Işık ı gezdirip anlattı. Baba ve evladı dağlardan, ovalardan uçup nehirler ve göller geçtiler. Yorulduklarında dinlenip yemek yiyorlardı. O gün, oldukça değişik yemekler yediler. O günkü öğünleri şöyleydi; kahvaltıda balık, öğlene fare, akşamda bir tavşan olmuştu.

O ilk gecede, baba Keskin Işık ı yalnız bırakmak istemiyordu. Gecede de, anlatacağı çok şeyi vardı. Keskin Işık ın evren konusunda da bilgi sahibi olması gerekiyordu. İkisi de, oldukça yorulmuştu. Babası sorduğunda, Keskin Işık gençliğine yedirip yorulduğunu belli ettirmedi. Yinede baba, biraz dinlenmelerini önerdi. Baba “dinlenelim” demeden, çalışmalarına biraz ara verdiler.

Akşam olmuştu. Güneş daha önce batmıştı. Yıldızlar görünmeye başlamış, gökyüzü açık mavilikten, koyu lacivertte dönüşüyordu. Baba ve evlat öylece sırt üstü yatıp, dinlenip, gökyüzünün derinliklerine dalmışlardı. Gece ilerledikçe, yıldızların tümü ve saman yolu tüm görkemliğiyle görücüye çıkmış gibiydi. Koyu mavi bir kubbe, yeryüzünü sarmıştı. Genç kartal, göğün derinliklerini ve heybetini o geceye dek, öylesine heyecanla seyretmemişti. O gece, Keskin Işık yıldızlara ve evrenin sonsuzluğuna bir başka bakıyordu. Gündüzün yeryüzü konusunda, babasından çok bilgi edinmişti. Geceleyin de, gökyüzünü öğrenemeye sıra gelmişti. Göğün derinliklerine daldıkça, duyduğu coşku içine sığmıyordu.

Baba, bana birazda yıldızları, Saman Yolunu ve evreni anlatır mısın? Bu sonsuz büyüklük oldukça coşturuyor, beni.” Diye sordu.

Evlat, bende ne zaman soracaksın diye bekliyordum. Bilmem ki nasıl anlatayım. Evren anlatılmakla bitmez. Sadece, sana bir fikir versin diye, genel bilgiler verebilirim. Ondan sonra bilgiyi çoğaltmak, daha fazla evrenin sırlarını çözmek senin gayretine bağlı olduğunu bilmelisin. Yıldızlar birer güneştir. Anlayacağın büyük ateş yığınılar. Onlar çok uzaklarda. O kadar uzaktalar ki, aklımızın sınırının ötesindeler. Yıldızlarla aramızdaki uzaklık, ışık yılı olarak hesaplanır. Bir anlık ışık, yaklaşık dokuz kez yeryüzünü dolaşır. Bir yıldızla aramızdaki uzaklık, tüm yeryüzü varlıkların toplamından daha çok ışık yılı kadardır. Ve çokturlar. O kadar çokturlar ki, yeryüzündeki tüm kuşların tüylerinin her bir telinin sayısının toplamından daha çokturlar. Ne sen, ne ben ve nede Kar Beyazı Ana sayabilir...” diye uzunca bir açıklama yaptı.

Anlattıklarını, kavramaya çalışıyorum. Gerçekten bilgi sahibi olmak zor işmiş. Tüm bu bilgileri, nasıl öğrendin baba?” hayretle sordu.

Bunların çoğunu babam ve öğretmenlerin öğretti. Ondan sonrada, merak ettiğim konuları kendim öğrendim. Bilgilerimi çoğaltmaya çalıştım. Bilgilerim çoğaldıkça, çok az şey bildiğimin farkına vardım.” Diye açıkladı.  

Keskin Işık ın kafası, yine babasının anlattıklarıyla karışmaya başlamıştı. Babasını durdurup, soru sormaya başladı.

Baba, sen çok şey öğrendiğini söylerken, aynı zamanda çok az bilgin olduğunu söylüyorsun. Biraz kafam karıştı. Bu nasıl oluyor?” anlamaktan zorlandığını belirtti.  

Kısacası, öğrenmenin ve bilginin sonsuz olduğunu söylemek istiyorum. Öğrendikçe, yeni bilgilere gereksimin duyarsın. Biraz önce evrenin sonsuz olduğunu söyledim. İşte buna bağlı olarak ta, bilgi ve öğrenmede sonsuzdur. Hiç kimse her şeyi bilmez. Öğrendikçe öğrenmediklerinin daha çok olduğunu fark edersin.” Diye açıkladı.  

Anlattıklarından şunu edindim. Bu sonsuzluk anlayışı, bizi geliştiren, ilerleten güzel bir alışkanlığa götürür demek istiyorsun. Öğrendiklerimiz öğrenmek istediklerimizden çok daha fazla.” Diye açıkladı.

Evet,  yaklaşık öyle. Merak ve heves bizi aydınlatır. Ön yargılarımızı alıp götürür. Sen kavramaya başlıyorsun evlat. Bu anlayışından şaşma.” Dedi baba.

Gece bir hayli ilerlemişti. Kızıl Yeleli uyumak istiyordu. Keskin Işık, durmadan soruyor, sorduklarına yanıt alınca da, öğrenme isteği artıyordu. Çokta meraklı bir gençti. Evrensel düzenle ilgili bir soru gelip, kafasına takılmıştı. Onu sormadan ne rahat edecekti ve nede o gece uyuyabilecekti. İçinde “bunu da sorayım,” dedi.

“Bu kadar çok varlığı, kim idare ediyor? Tüm bunların düzeni nasıl sağlanıyor, baba?”  

Yavrum, sen düşündüğümden de daha meraklıymışsın. Aklımızın ermediği, evrenin kendi düzeni ve dengesi var. Her olay ve varlık o düzen ve dengenin içinde gelişir. Bu o kadar mükemmel bir güçtür ki, onun derinliklerini kavramaya başladıkça daha da çok heyecanlanırsın. Bilgilerimiz denilen tecrübelerle elde edilen, evrende meydana gelen olaylar ve var olan varlıkları tanımanın dışında başka bir şey değil. Birde bunlar arasındaki, karmaşık karşılıklı etkilenme ilişkilerdir. Varlıkların düşüncesini belirleyen de, o sonsuz kaynaktır. Bu gece, bu kadar yeter artık uyuyalım. Ne dersin?” Sordu babası Keskin Işık a.

Bir küçük sorum kaldı. O da basit. Sen annemle nasıl tanıştın?”

“Annen, deyince aklıma geldi. Merak ve endişe içindeyim. Umarım bir aksilik olmadan, sağ salim geri dönerler. Tehlikeli yerlerde gözlem yapacaklardı. İnsanların ne yapacağını, önceden kestirmek çok zor. Onlara ateş bile edebilirler. Akla gelmedik bir aksilikte olur. Keşke onun yerine ben gitseydim. Onlar üç arkadaş, her yere birlikte giderler. Ta gençliklerinden beri, biri birlerinden hiç ayrılmazlar. Üç dişi kartal bir olunca, onlardan korkulur yani. Onlara bulaşan olursa da, karşılığını da alırlar. Ben olsan, o üçüne bulaşmak istemem.” Annesinin korkusuz bir dişi olduğunu belirtti.  

Anlaşılan annemi çok seviyorsun. Benim sorduğum soruyu kaynattın. Başladın onu anlatmaya. Senin kadar olmazsa bile, bende annemi tanıyorum. Sen laf kalabalığın getirip,  sorumu geçiştirme. Anlat nasıl tanıştınız. Annem mi seni seçti, sen mi ona tutuldun?” sorusunda ısrar etti.

“ Artık sen kurtulmak için anlatmam gerekir. İlk uçuş denememde tanışmıştık, tıpkı senin gibi. O bana, ben ona tutuldum. Biliyorsun, bizde karşılıklı sevgi ve bağlılık her şeyden önce gelir. Ayrıca, annen benim gözümde, dişi kartalların en güzeliydi. Gördüğümde, ona vuruldum. Tam iki yüz seksen yıldır beraberiz. Ve ona hala aşığım. Öyle güzel yıllarımız oldu ki..., anlatmak zor. Yıllardır efsane gibi aşklar yaşıyoruz.  Umarım, sizinki de bize benzer. Aşk, paylaşım, güven ve denk olma bende öylesine bir etki yapmış ki… bunu anlatmak zor.  Önce aşık olursun, sonra o sevgiye dönüşür. Artık yaşam arkadaşın, eşin olmuştur. O da, beni çok seviyor. Tam birbirimize göre, yaratılmış bir çiftiz. Şimdiden özlemeye başladım, bile. Şu anda yanımda olmasını, o kadar isterdim ki. Birbirimize sarılıp, öyle uyumak, bundan daha güzel bir an düşünemiyorum.”Dedi Kızıl Yeleli.  

Bunları söyleyen Kızıl Yeleli duygulanmış,  gözlerinden sevinç ve özlem gözyaşları dökülmüştü. Keskin Işık, babasını kucaklayıp onu öptü. Onun özlemine ve sevgisine saygı duyduğunu belirtti. Keskin Işık sormadan, babası onun merak duyduğu bir konuyu anlatmaya başladı. Gece yarıyı geçmişti. İkisinin de gözlerinden uyku akıyordu. Ondan sonra, rahat bir uyku çekeceklerdi.  

Bizim neden çok yaşadığımızı merak ettiğini biliyorum. Bunu da anlatayım, ondan sonra uyuruz. Uzun yaşamak güzel. Sağlıklı uzun yaşamak, en güzeli. Biz kartallar hem uzun yaşarız, hem de ölünceye dek sağlıklı oluruz. Uzun yaşamamızın sırrı, öncelikle temiz bir çevre. Temiz hava, temiz toprak ve temiz su. Yaşamamız, ilk önce bu üç temel varlığa bağlı. Bunlar temiz olmadan, sağlıklı ve uzun yaşamak kesinlikle olmaz. Bunlara ilaveten temiz, sağlıklı beslenmek ve az yemek. Spor yapmak. Biz hiçbir zaman hastalıklı ve ölmüş bir hayvanı yemeyiz. Canlı yakalar, taze yeriz. Meyvelerin en güzelini, dalından koparır yeriz. Suyun en güzelini kaynağından içeriz.  Sabahtan akşama dek, spor yaparız. Gece erken yatar, sabah erken kalkarız.  İnsanların yediği gibi, fazla yemeyiz. Gereksiz yere israf yapmayız. İnsanlar yer şişer, yer yağ bağlar. Sonrada o aldıklarından kurtulmak için, olmadık zahmetlere girerler. İnsanlar yemek konusunda çok açgözlü ve bencildirler. Her şeyi tek başına yemeye çalışırlar. O açgözlülük ve bencillik onları hastalıklı, uyuşuk yapar. Çokları da, iktidarsız olurlar.  Neyse boş ver. O tür aptallardan, daha fazla konuşmayalım.  Bu anlattıklarıma, şunu da eklemem gerekir. Sevgi, aşk, yaşamla barışık olmak, paylaşmak ve diğer varlıklarla birlikte olmaya saygı duymak,  bizim uzun yaşamamızın sırlarıdır.” Olarak açıkladı.  

Baba merakımı bağışla. Söz. Bu son olacak. Sen bizim ölmüş hayvan yemediğimizi söylüyorsun. Akbabalar leş yerler. Onlar bizim kartallar ailesinde değiller mi?”Diye sordu.

Kesinlikle, akbabaların bizimle bir akrabalığı yok.  Akbabalar, sadece kuşturlar. İri leşle beslenen, hantal  bir kuş. Akraba olduğumuzu söyleyen, bizi sevmeyen insanların bir yakıştırmasıdır. Akbabalar, bizim yaşadığımız sarp kayalardan yaşayamazlar. Onların belli bir yurduda yok. Göçebe kuşlardır. Nerede leş görürlerse, oyara giderler. Onlarda koku alma duyuları gelişmiş. Bizde ise, görme ve işitme duyumuz çok gelişmiş. Tasalanma, o leş yiyen kuşlarla bizim bir yakınlığımız yok. Leş yemek bize göre değil. Bazen bilmeden , leş olan bir yerin üstünden uçtuğumuzda, o gün kusar ve yemek bile  yiyemeyiz. Haydi şimdi yatalım. İyi geceler evlat.” Dedi Kızıl Yeleli.

Baba ve Keskin Işık sırt, sırta verip uyumaya başladılar. İkisinin de, gözlerinden uyku akıyordu. Hemen uykuya daldılar. O gün geç uyanmışlardı. Ancak, güneşin sabah sıcaklığının etkisiyle uykudan uyandılar. Önce baba uyandı. Kahvaltı yapmak için, çarçabuk gidip bir fare yakalayıp getirdi. Babası geldiğinde, Keskin Işık ta uyanmıştı. Babasından, o gün için özür diledi. Bir daha zamanında yatıp, zamanın da kalkacağı sözünü tekrarladı. İkisi birlikte, taze küçük fareyi yiyip bitirdiler. Kahvaltıdan sonra, uçup dağlara doğru spor yapmaya çıktılar. Büyük kayalılarda, diğer kartallarla buluşup, birbirlerinin hal hatırını sorup, iyi günler dilediler. Herkeste Şafak Yıldızı ve diğer iki dişi kartalın dönüşlerini dört gözle bekliyorlardı. O gün, dönebileceklerini varsayıyorlardı. Hep birlikte dağların doruklarında ve ovaların üstünden uçuş turları yaptılar. Keskin Işık, öncülüğü kimseye bırakmıyordu. Babası da arkasından bakıp, onunla gurur duyuyordu. Diğer Kartallar bir daha, Kızıl Yeleliyi kutladılar. “ Daha şimdiden seni geçmiş.” Dediklerinde

Hayat ancak böyle ilerler. Bende, babamdan daha iyiydim. Keskin Işığın benden iyi olması gerekir. Onun yavrusu da, ondan iyi olacak... komşuları Kızıl Yeleli ye hak verdiler. 

Beraber uçuş turları yapıyorlardı. Öğlene doğru, Kar Beyazı Ana onların yanına geldi. Üzüntülü ve bitkin bir haldeydi. Daha önce, onu o halde hiç görmemişlerdi. Herkes merak ve endişe içinde, yaşlı gün görmüş, dişi kartalın ağzının içine bakıyordu. Ne söyleyeceğini merakla bekliyorlardı.  Nedense, birden Kızıl Yeleli’ in yüreği daraldı, içi sızladı. Onun içi, tuhaf bir duyguya kapıldı. Şafak Yıldızı’ n  başına kötü bir olay gelebileceğini aklından geçirmişti. Kar Beyazı daha fazla beklemeden.

Çok üzgünüm. Şafak Yıldızı ve arkadaşlarını kaybettik. Hepimizin başı sağ olsun. Tüm kartallar ailesine metanet ve sabır dilerim. Onların ansına gidip, o bölgenin üstünde saygı uçuşu yapacağız.

Kar Beyaz ı, daha sözlerini bitirmeden, Kızıl Yeleli yere yığılıp kaldı. Herkes üzüntüyü bırakıp, onun başına toplandılar. Keskin Işık ta, bir taraftan ağlıyor, diğer yandan dostlarıyla babasını uyandırmaya çalışıyordu. Biraz uğraştan sonra,  Kızıl Yeleli kendine geldi. Kar Beyazı, olayın nasıl olduğunu anlatıyordu.

Bizimkiler, savaş bölgesi üstünden keşif uçuşu yapıyorlarmış. O arada, bomba yüklü üç savaş uçağının hızla geldiğini görüyorlar. Uçakların üçü de, içinde çok sayıda çocuğun olduğu, bir okulu bombalayacaklarmış. Bizimkiler anında, olabilecek vahşetin önüne geçme kararı alıyorlar. Her biri,  bir uçağın motoruna kendini atmaya karar veriyorlar. Ve aldıkları kararı, gözünü kırpmadan yerine getiriyorlar. Bu eylemle, üç uçak militarist bir bölgeye düşüp, infilak ediyor. Ortalık cehenneme dönüyor. Orada bulunan militarist üs, tamamıyla yok oluyor. Üç yoldaşımız, vahşeti önleme eylemiyle şehit oluyorlar. Onların kayıpları, altı savaş pilotu. Dört yüz elli, yerdeki zırhlı birlikten kayıp veriyorlar.  Diğer bir deyişle bizden üç, onlardan 456...”

Olayı duyan Kızıl Yeleli, acısı büyükte olsa, eşiyle bir kere daha onur duyduğunu belirtip, kendini toparladı. Hep beraber, savaş olan bölgeye gidip, yoldaşları anısına saygı uçuşu yaptılar. Yine, en önde Keskin Işık yıldırım gibi hızlı uçuyordu.

Savaş çıkaran ülkenin gazeteleri, savaş uçaklarının düşüş nedenini şöyle açıklıyordu. “Uçakları yıldırım çarpma ihtimali, oldukça büyük.” 

Kartallar okulun üstünden uçarlarken, yerden çocuklar onlara el sallayıp sevgi ve saygılarını iletiyorlardı. Çocuklar hayal gücünü kullanarak, uçakları kartalların düşürmüş olduğuna inanıyorlardı. “Bütün çocuklar bağırıyordu. “Sizlere minnettarız. Göklerin hâkimi sizsiniz. Sizi çok seviyoruz!” sözleriyle kartalları saygıyla selamlıyorlardı.

Baydinkulekli

11.09.2006

 

 
Toplam blog
: 17
: 178
Kayıt tarihi
: 24.03.15
 
 

Sivas ın Kangal İlçesi Külekli köyünde dünyaya merhaba dedim. İlkokulu köyde, ortaokulu Sivas'ta,..