Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Eylül '17

 
Kategori
Şiir
 

Kestane Ağacı İle Dertleşme

Kestane Ağacı İle Dertleşme
 

Kestane Ağacı...


Kestane Ağacı

Bakıyorum penceremden
Son bir güz sabahı
Karşı dağların zirvesinde
Güneş belirli, belirsiz
Soğuktan, toprak kırağılanmış
Gökyüzü cam gibi parlak
Ay batmamış, sabaha kalmış
Yapraklar kat kat yerde
Bahçedeki Kestane Ağacı
Bu gece tamamen soyunmuş

*****

Üzülme be Kestane Ağacı
Dallarım çıplak kaldı diye
Biliyorum;
Kış olacak, karlar yağacak
Sert poyraz rüzgârlarında
Ağıt şarkıları söyleyeceksin
Belki fırtınalarda dalların kırılacak
Çok sıkıntılı günlerin olacak
Sen bu zorluklara dayanacaksın
Dimdik, yine ayakta kalacaksın

*****

Düşünme be Kestane Ağacı
Sonunda ılık günler gelecek
Tekrar yeşil elbiselerin olacak
Bereketli bahar yağmurları
Dallarını yıkayacak
Seher yelleri yapraklarını
Hafif hafif okşayacak
Güneş ışıklarını yine gönderecek
Toprak derinlerden köklerine
Su verecek
Dalların büyüyüp, gürleşecek
Kuşlar, kelebekler, arılar
Yine ziyaretine gelecek
İnsanlar gölgende serinleyecek
Hoyrat bir balta, köküne vurmadıkça
Yıllarca yaşantın hep böyle sürecek…

*****

Ya ben, ya ben
Kestane Ağacı
Yaşım Kırk beş oldu
Göğsümde, şakaklarımda
Çok az siyah kıl kaldı
Düşünüyorum sonunda
Hareketsiz bir beden
Sonu olmayan bir boşluk
Ki adı, ilahı ölüm
Bekliyorum az kaldı
Yakama yapışacak
Beni benden
Beni canlarımdan
Cananımdan ayıracak

*****

Hey! Kestane Ağacı
Her şeyim toprak olacak
Varlığım, bedenim, tenim
Yaşadıklarım,
Duygularım, düşüncelerim, anım

*****

Bana bak Kestane Ağacı
Çoktandır bu bahçeye kök saldın
Bir gün olsun
Sevgini, ağıtını
Açığa vurmadın
Yaşadığın bu bozkırı sen
İnan ki benim kadar hiç sevmedin

*****

Hey! Kestane Ağacı
Biraz sert konuştum bağışla beni
Bir an, bu topraklarda yaşadığım anılarıma daldım
Çocukluğuma doğru kısa bir yol aldım
O zamanlar küçük yüreğimle
Heyecanlanır, sevinir, severdim
Gür çeşmelerin, derelerin, coşkun akışını
Zerdali ağaçlarının çiçek açışını
Kürü kütük bağların yeşile dönüşünü
Zeki serçelerin
Kerpiç evlerin saçaklarında uçuşunu
Ağzında kurtçuk, sığırcıkların yuvaya dönüşünü
Kırlangıçların atlan, üsten, kaypak geçişini
Mayıs ayının esen rüzgârlarında
Yeni başak tutmuş ekinlerin
Sıralı bir ahenk cümbüşü içinde
Denizlerdeki dalgalar misali
Bir alçalıp, bir yükselişini
Arıların rengârenk çiçeklerde
Bal alışını
Çiçek açmış kekiklerin
Burcu burcu kokuşunu
Keven dikenlerinin
Ayaklarıma batışını
Hiç, ama hiç, unutmadım ki

*****

Dinle! Beni, Kestane Ağacı
Ben küçük kuzuların, küçük çobanı
Onlarla konuşur, beraber dolaşırdık kırları
Seyrederdim masum gözlerinde
Gökyüzünü, açıp kapayan, duran koşan
Dans eden
Dev gölgeli
Kül rengi bulutları
Yaklaşırdı yeryüzüne düştü, düşecek
Korkunç bir kıvılcım, biran aydınlık
Şimşek ateşten bir çizgi
Çok uzun ve kırık
Ve sonunda, dehşetli bir gürültü
Her oluşta bende, müthiş bir korku
Saçlarım, bedenim, diken diken
Damalarımdaki kan donuk
Düşün, kestane ağacı
Kırda, yalnız küçük bir çocuk
Tek canlı kuzular
Sokulurum onlara
Yağmur, kırcı, dolu
Beni iliklerime kadar ıslar
Yağmurdan sonraki rüzgâr
Çok üşürüm
Gönlüm
Sıcak aş
Sıcak bir yatak ister
Kestane Ağacı
Bunlar ne gezer

*****

Duygulandım be Kestane Ağacı
Kirpiklerim ıslandı
Yine de tatlıydı o günler
Çağlayan, koşan, sel gibi
Geldi ve çok çabuk geçti

*****

Beni hiç dinlemiyorsun
Kestane Ağacı
Ölüm yolculuğuna çıkmadan evvel
Anlatmalıyım sana
Yürüdüğüm yolun
Zorunu, dumanını, tozunu
Hırçın gururumu
Hırpalanan gençliğimi
İşimi, aşımı
Çöl seraplarında kaybettiğim aşkımı
Biliyorum sen de benim gibi
Buralarda yalnızsın
Paylaşmak istiyorum seninle her şeyimi

*****

Deh! Kestane Ağacı deh
Çıplak kalan dalların
Rüzgârda yine eğildi
Anlıyorum
Beni dinlemek istemediğin besbelli
Çok mu lazım
Onlar da ölsün
Anılarım, düşüncelerim, duygularım,
Ölüme çeyrek vakit kaldı
Toprak olacak bedenim
Son ahirde Kestane Ağacı
Bir avuç olacak toprağımı
Temmuz sıcakları kavursun
Kaldırsın deli Rodos rüzgârları
Her bir zerresini, bir tarafa savursun
Islatsın onları bahar yağmurları
Durmasın hırçın akan dereler
Alıp denizlere taşısın

*****

Hey gönül dostu
Kestane Ağacı
Başın dik kalsın
Hep yıldızları seyret
Baharda filizlenecek yapraklarını
Seher yelleri okşasın
Karanlığı yaran
Tan yerine gülümse
Yaratana minnettarlığını bildir
Doğan güneşe selam söyle

*****

Bak Kestane Ağacı
Seni kıskanacak değilim
Dünyada dengeler böyle kurulmuş
Neyleyim bu kurallar önceden konmuş
Ölüme sitem mi etmek ne çare
Bu değişmez ilahi bir kanunmuş

*****

Ah! Kestane Ağacı ah!
Ayrılıyorum duygularım yoğun, bağrım ezik
Her şeyim saklım saçak, gönül bağım bozuk
Buğulanan gözlerimde bir damla yaş ne yazık
Son bir veda da diyeceğim şu ki artık
Hoyrat bir balta dallarını kırmasın
Kıyamete kadar yaşa
Yağmurlu, güneşli günlerin bol olsun…


Döba Albeka TURASMUKI (Mehmet TURAN)

Öğretmenevi-KIRŞEHİR23 Kasım 2000


Bu şiirin hikâyesi:

........................................
Kırşehir’ deki iş yerimde daha çok iş evrakı sonuçlandırmak için deve kuşu gibi başımı incelemelerin içine soktum. İncelemelerin dışında hiçbir şeyi göremiyor, düşünmüyordum. Bazen geç saatlere kadar çalışıyordum. Saat gecenin dokuzunda, onunda öğretmenevine dönüyordum. Günlerim hızla geçiyordu. Havalar soğumuştu. Kış biraz daha yaklaşmıştı.

Daireye giriş çıkışlarım Kırşehir Hükümet Binasının (Valiliğin) Ankara Caddesine bakan ön cephesinde Hükümet binasının içine girmeden yan yoldan gidip, geliyordum. Gidiş ve gelişlerimde Valiliğin ön cephesinde bulunan Atatürk Heykelinin yanı başında bahçe içinde yalnız yaşayan kestane ağacı dikkatimi çekiyordu. Kestane ağacı, Yurdumuzun genelde Karadeniz kıyılarında, İstanbul dolaylarında, Eğe bölgesinde ve Antalya’nın doğusunda kendisine yer bulmuş bir ağaç türüdür. Valiliğin önünde Atatürk heykelinin yanı başında yaşayan bu kestane ağacı kendi topraklarında değil, bozkırda yalnız başına yaşıyordu.

Ben de eşimin ve çocuklarımın bulunduğu yerde değil, onlarda uzakta görevimi ifa ediyordum. Tıpkı Valiliğin bahçesindeki kestane ağacı gibi çok uzaklarda ve yapayalnız yaşıyordum. Öyle ki kestane ağacının bu bahçede ve bu soğuk bozkır ikliminde tek başına yaşaması, yanında kendi ağaç türünden başka ağaç olmaması, hassasiyetime bağlı olarak hüzünlenmeme sebep oluyordu. Kestane ağacından adeta kendimi buluyordum.

Bir sabah kalktım. Perdeleri çektim. Baran Dağının uzantısı olan dağa baktığımda gökyüzünün cam parlak olduğunu, ayın henüz batmayıp sabaha kaldığını gördüm. Geceden müthiş bir ayaz olmuş, soğuktan toprak beyazlaşmış, üzeri kar gibi kırağı tutmuştu. Kahvaltıdan sonra daireye gitmek için aşağı indim.

Ooo… o ne? Öğretmenevinin önünde bulvar kenarında bulunan sıralı, yüksek boylu kavak ağaçlarının yaprakları bir gecede tamamen yere serilmiş, ağaçlar kupkuru kalmış. Yerlere serilmiş yapraklar daha bir akşam önce dallarındaydı ve yemyeşillerdi. Bu gün sabah kat, kat yere yığılmışlardı. Artık yaşamıyorlardı... Birkaç gün sonra güneşte rüzgârda sararıp, kuruyup toprak olacaklar... Yapraklar geldikleri yere geri dönüyorlardı. Kestane Ağacı da kavak ağaçları gibiydi. Ağaç,  geceden tamamen soyunmuştu.

Ya biz insanlar yapraklar gibi değil miyiz? Gün geldiğinde toprak olmayacak mıyız? Ölüm bir gün bizim de kapımızı çalıp bırakmamak üzere yakamıza yapışmayacak mı?

Bu yaşam gerçeği idi. Üzüntüm bir kat daha artı. Bu akşam, Kırşehir Valiliği’ nin önünde benim gibi yalnız yaşayan kestane ağacı ile dertleşmeliyim dedim. Akşam yemeğimden sonra okuma salonuna uğramadan doğrudan yattığım yere çıktım. Duş aldım. Yatağın üzerine uzandım. Odamın içine sonsuz bir sessizlik hâkimdi. Kalemim, kâğıdın üzerinde satır satır yürümeye başladı.

 

  

 
Toplam blog
: 47
: 2386
Kayıt tarihi
: 28.10.08
 
 

Mucur / Kırşehir doğumluyum. Uzun süre Maliye Bakanlığı'nda çalıştım. Kabul etmek gerekir ki, Mal..