Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Nisan '08

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

Kıbrıs gezi notları-3

Kıbrıs gezi notları-3
 

Beşparmak dağları


Bu sefer cumartesiden hazırlıklıyım.. Pazar günü , olabildiğince erken yola çıkarak, Adanın bugüne kadar hiç gitmediğim bir bölgesini keşfedeceğim. 27 ocak Pazar sabahı... Bulutsuz, tertemiz bir havada güneş kendisini bütün çıplaklığıyla göstermekte.. üç gün önce yinelenen yağmurlarla her yere ıslaklığın dayanılmaz kokusu sinmiş.. Kısaca, gezmek için mükemmel bir gün... Ancak , kesin kararımı çıkmadan veriyorum : Sadece gezeceğim.. Yemek yemeyeceğim, su dışında bir şey içmeyeceğim, nasıl olacaksa boğazımı biraz tutmaya çalışacağım... Yola çıkmadan suyumu ve birkaç galetadan oluşan kumanyamı çantama koyuyorum... Saat on bir gibi yola çıkıyorum.. Güzergah, Çamlıbel üzerinden öncelikle Girne.. Belki onlarca defa geçtiğim , inişini, çıkışını, taşını, toprağını ezberlediğim yolu bir seferde tüketiyorum.. Girne’nin doğusu ve Beşparmak’ların kuzeyindeki sahil şeridi ne zamandır aklımda olan , daha önceki gelişlerimde de gezmek fırsatını bulamadığım, bölge... Yolları son derece sakin.. Sadece bölgedeki köylerin çok kısıtlı trafiği ve birkaç Kıbrıslı ve İngiliz gezgin dışında kayda değer bir trafik yok.. Yol, oldukça dar ve virajlı.. Sağ tarafımda Beşparmak dağları , keşfedilmeyi bekleyen farklı güzellikleriyle uzanmakta.. Hemen solumda doyumsuz güzellikte ve oldukça sakin bir deniz.. Denizin temizliği, dinginliği muhteşem.. Dayanamayıp, geçmekte olduğum onlarca minik koylardan birine motorum ile iniyorum.. Kumanyamı da alarak, denize olabildiğince yaklaşıp, ilk molamı veriyorum.. Yoldan tek tük geçen gezginlerle, Yabancılarla mutlak selamlaşıyoruz.. Yarım saat sonra doğanın mutlak güzelliği ve dinlendiriciliğinden kendimi alarak yola koyuluyorum.. Küçük tepeler , inişler, çıkışlar, salaş ama son derece şirin küçük işletmeler, sakin yapılı ve sevgi dolu insanlar... Sık sık duraklıyorum.. Yoluma çıkan küçük bir köprünün korkuluğuna oturmuş, kim bilir ne ulaşılmaz hayallerini kurmakta olan Hüseyin ile tanışıyorum.. 74 den sonra Karadeniz’den göçen ailesi ile yaşayan Hüseyin artık resmen buralı... Sahibi oldukları üç-beş koyununu güderken , birkaç dakikalığına küçücük dünyasına giriyorum.. Biraz ilerde yine deniz kenarında minicik bir yer.. Birkaç masa .. Bir İngiliz aile.. Denizin doyumsuz sesi ... Kokulardan belli ki, ocakta balık pişmekte.. Yok!.. Mümkün değil!.. Dayanamıyorum, hemen giriyorum.. İşletmenin sahibi Osman, tek tük gelip geçen gezginlere büyük bir istekle hizmet vermekte.. pişirdiği balıkları tüketirken, bizim evdeki hesap çarşıya -yine- uymuyor.. !! Bir duble rakısını içiyorum.. Adresler, telefonlar alınıp veriliyor, vedalaşıyor ve yola koyuluyorum.. Yoldan Esentepe köyünün devasa büyük kilisesi bütün haşmetiyle görülmekte.. Hemen köye sapıyorum.. Köy denizden oldukça yüksekte.. Yunanistan Meteora’yı andıran kaya kütleleri üzerine kurulu yapılaşmasıyla ilginç bir eski Rum köyü.. Köydeki tek benzinciye ikmal yapmak için giriyorum.. Bayram Bey, Esentepe İlkokulu müdürlüğünden emekli olmuş, ve köyünde benzincilik yapan son derece kültürlü bir turizm gönüllüsü.. Bana hemen bir bölge haritası veriyor.. Köye 10 Km. ilerdeki Antiphonitis Manastırı’na mutlak gitmemi salık veriyor. Yönümü hemen Manastıra çeviriyorum.. Asfalt biraz sonra bitiyor.. Sert zeminli toprak yolda sürekli yükselerek yoğun çam ormanlarının içinde ilerliyorum.. Son derece dikkatliyim.. zira yol zaman zaman çok eğimli, deniz tarafının dik inişi ve sık orman yapısı, yalnızlığınızla bütünleşince , son derece ürkütücü olabiliyor.. Sonunda 10 km. yol tükeniyor, hiç ummadığım bir yerde , bir dere yatağı içine gizlenmiş bir saklı cennette, manastırı görüyorum.. Manastır taş duvar ile çevrilmiş .. Kapıları kilitli.. Belli ki bekçisinin bugün uğramaya niyeti yok.. Ama mümkün değil!.. Görmeden gidemem, iki metreye yakın taş duvarı – nasıl becerdiysem?? – atlıyorum... Manastırın mimarisi büyüleyici güzel, ancak, zamanında çok hasar gördüğü her halinden belli. İçine girmek için kasten kırılmış , taş örgüsü pencerelerinin birinden içeriye sarkıyorum.. Görüntü ne kadar muhteşemse de o denli hüzün verici.. Sanki daha dün boyanmış gibi canlı duran duvar süslemeleri ve freskolar, insan elinin yetişeceği yüksekliklere kadar tamamen sökülmüş.. Şu anda beyaz alçı ile kaplı.. Dönüşte Bayram Bey’den tekrar bilgi alıyorum: “ Freskoları on beş yıl önce özel bir ilaçla söküp yurt dışına kaçırdılar beyim... Beş yıl önce Almanya’da buldular.. Rumlar geri istedi.. Dava açtılar ve geri aldılar... Şimdi Rum tarafında??!!...” İçim acıyor.. Utanıyorum.. Ama bir ölçüde de seviniyorum.. Hiç değilse kıymetini bilecek insanların eline geçtiği için... Tekrar yola çıkarak sürmeye devam ediyorum.. İleride , Karpaz ve Geçitkale yol ayrımına geliyorum.. Amacım Geçitkale üzerinden Güzelyurt’a dönmek.. Karpaz yolu üzerindeki Kantara bölgesini başka bir pazara bırakıyorum.. Geçitkale istikametine dönerek, Beşparmakların ilk defa geçeceğim beşinci ve son geçidine ilerliyorum.. Beşparmaklar, burada diğerlerine oranla göreceli daha insaflı.. Fazla iniş, çıkış ve virajlara girmeden Geçitkale’ye ulaşıyorum.. Geçitkale, Kuzeyin ikinci havaalanına sahip ilçesi... Ercan havaalanı uzun süreli onarımlara alındığı için sık sık gelip gittiğim bir yer... 80 Km. lik mükemmel yolu bir etapta alarak Güzelyurt’a ulaşıyorum.. .Bilgi alarak , duraklayarak, zaman zaman geri dönerek ama sonuçta mutlak keşfederek bir gezimi daha tamamlıyorum... Selam ve sevgilerimle..


Atilla KARASU

 
Toplam blog
: 20
: 7419
Kayıt tarihi
: 29.01.08
 
 

Emekli Subayım.. Yıllarca memleketin çeşitli yerlerinde gezmek, belki de gezgin yapım nedeni ile ..