Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Aralık '09

 
Kategori
Güncel
 

Kılavuzu karga olanın başı beladan kurtulmazmış!

Kılavuzu karga olanın başı beladan kurtulmazmış!
 

yorumsuz


Yaşadığımız toplumda, gündelik yaşantımız içerisinde yadırgadığımız hatta zaman zaman sinirlendiğimiz, üzüldüğümüz, bazen de şaşkınlığa düştüğümüz o kadar çok olaya tanık olmaktayız ki; ancak bir süre sonra bunların çoğuna alışıyor ve bize eskisi kadar anormal görünmüyor, bu görüntüleri adeta doğal karşılamaya başlıyoruz...

Oysa, bu davranışlar ilk defa gördüğümüzde ne kadar gerçek ise; daha sonra alıştığımızda da, o kadar gerçektir. O zaman nasıl oluyor da, önceden gözümüze "kara" görünen bazı davranış ya da olaylar, bir süre sonra "ak" görünmeye başlıyor?

Görüldüğü gibi, ortada büyük bir çelişki var ama biz bunu günlük koşturmaca arasında, gayri ihtiyari yapıyoruz ve bu tuhaflığın üzerinde hiç durmuyoruz, ta ki neler oluyor diye beynimizde bir "kıvılcım" çakana kadar...

Bu çelişkiyi daha derinlemesine yorumlayabilmek için; öncelikle günlük yaşamımızda ki “aykırı” bazı davranışlarla, önemli olayları ayrı değerlendirmemizde yarar var; örneğin, caddelere, kaldırımlara tükürmek, çöp atmak v.s. gibi bazı davranışlara ya da trafikte sıkça yaşanan olumsuz görüntülere, belli bir süre sonra alışmamız, normal sayılabilir; çünkü bu davranışların bir anda normale dönmesini beklememiz, beyhude bir iyimserlik olacağı gibi, bizleri- her ne kadar strese soksa da- derinden etkileyen, hayati konular olmadığını biliyoruz…

Ancak, ülkemizin geleceğini ilgilendiren ve toplumun kimyasında önemli değişimlerin yaşandığı olaylar karşısında ise, yere çöp atılmasında olduğu gibi kayıtsız kalamayız; kaldığımız taktirde, yurttaşlık görevimizi yapmamış olacağımız gibi, ileride meydana gelebilecek ve toplumu derinden sarsabilecek olayları önlemekte çok geç kalmış olabiliriz…

O nedenle de, yaşadığımız sürece çocuklarımıza, ailemize ve ülkemize olan sorumluluğumuzun bilincinde olarak, ülkemizde günbegün yaşanan olayları çok iyi takip etmek, iyi yorumlamak ve gerektiğinde sesimizi çıkartmanın bir yurttaşlık görevi olduğunu unutmamalıyız…

Böyle “kaos” ortamlarında, iç ve dış çıkar odakları çok yönlü tezgahlara başvurmakta, halkın birlik olmasını engellemek için de, gerek yazılı ve gerekse görsel medyayı çok yoğun biçimde kullanmakta olduğunu hiç unutmamalı ve olayları sadece tek kanaldan değil, birkaç kanaldan izlemeye çalışmalıyız…

Ayrıca unutmamalıyız ki, bu oyunlar kısa, orta ve uzun vadeli olarak sahneye konmakta olup, genellikle de demokrasisi tam oturmamış, az gelişmiş ya da hiç gelişememiş ülkelerde, emperyalist güçlerce çok rahat biçimde oynanmaktadır; hele de içeride zayıf ve teslimiyetçi bir iktidar varsa!..

Ülkelerin, zaman zaman önemli sorunlarla boğuştuğu durumlar olmakta ve bazen yaşanan bu olaylar kolaylıkla aşılabilmekte ise de, bazı durumlarda da sorunları aşmak, o kadar kolay olmamaktadır… Çünkü, bazı olaylar çok sinsi tezgahlara dayandığı gibi, işbirlikçileri de; iç ve dış düşmanlar olabilmektedir…

Ülkemizin yaşadığı böyle çok önemli olaylara, Cumhuriyet döneminden özellikle de, 70’ li yılları örnek verebiliriz ki; bu dönemde yaşanan “kaos” ortamında 5000 civarında vatandaşımızı -çoğunluğu da gençlerden olmak üzere- kaybetmiştik!.. Öylesine sinsi bir tezgah kurulmuştu ki; bırakınız arkadaşların birbirine düşman olmasını, kardeşi, kardeşe düşman etmişler ve ülkenin içini adeta bir kan gölüne çevirmişlerdi!..

Bu filmde ne yazık ki, bizler kötü birer “figüran” olduk ve sağ-sol diye yıllarca birbirimizi boğazladıktan sonra, iç ve dış güçler, çıkarları gereğince başka oyunculara- üniformalı ve postallı- rol verdiler, bundan sonrasını da onlar devam ettirdi... Böylece ülkemiz yıllarca süren bu çirkin oyunlarda çok kan kaybetti ve tam kendini toparlamaya çalışırken, bu kez de yine ortaya iç ve dış güçlerin tezgahladığı “PKK” diye bir bela çıkarıldı!..

Bazıları, her ne kadar bu kanlı terör örgütünün ortaya çıkışının tek nedenini 12 Eylül’ e ve Diyarbakır Cezaevi koşullarına bağlıyorlarsa da; bu çok sığ bir düşünce olup, bu kanlı örgütün ortaya çıkışı ve yıllarca kan dökebilmesi bu kadar basite alınacak bir olay değildir; bu örgütün arkasında yine dış güçler ve işbirlikçisi iç güçler vardır! 12 Eylül ise, sadece bu örgütün oluşmasını tetikleyen bir unsur olabilir, zira o dönemde yalnız Kürt kökenli yurttaşlarımız işkence görmedi, toplumun tüm kesimleri bu acılardan payını fazlasıyla aldı!

PKK’nın bu kadar uzun süre ayakta kalabilmesi de, sadece kendi olanaklarıyla mümkün olamayacağının çok açık göstergesidir; çünkü bu kanlı örgüt iç ve dış güçlerin maşası olarak faaliyet gösteren bir piyon olup, lojistik destek sağlayan dış güçlerin başında da, ABD geldiğine dair, devletin elinde çok önemli belgeler olduğu biliniyor!

Ancak, ne yazık ki bazen devletin başında bulunan ve olayları doğru yorumlayıp, gerekli tedbirleri alması gereken devlet adamlarımız da, bazen zaafa düşerek olayları yeterince doğru yorumlayamamakta ve bunun sonucunda ortaya çıkan kötü tabloya ulusça katlanmak zorunda kalıyoruz; 1983’ te PKK terör örgütü ilk adını duyurmaya başladığında; rahmetli Turgut Özal: “Üç beş çapulcu bunlar” diye, bu olayı küçümsemişti ama, kısa bir süre sonra hiç de öyle olmadığı, çok acı bir şekilde anlaşılmıştı!

O günlerden bu yana, yaklaşık 26 yıl geçti ve bu sürede birçok hükümetler değişti ama, PKK’nın terörü hiç bitmedi… Zaten terörün bitmesi için de, içeride ki ortam hiç huzura kavuşmadı ve hele de AKP iktidar olduğundan bu yana ülkede, hiç bitmeyen bir gerilim sürekli pompalandı ve hala da pompalanmaya devam ediliyor…Hele iktidarın, muhalefet partileri ile olduğu kadar, devlet kurumlarıyla da-hiç gereği yok iken-sürekli bir sürtüşme içine girmesinden de, her zaman olduğu gibi yine karanlık güçler ve terör örgütleri yararlanmaktadır ki; zaten çoğunlukla da, bu gerilim ortamının yaratılmasında onlarında parmağı olduğu bilinmelidir!

Geçmişte Milliyetçi Cephe diye adlandırılan MC Hükümeti dönemleri haricinde, ülkenin bu kadar uzun süreli gerilimler içerisinde kaldığını hatırlamıyorum…MC Hükümetleri (1. ve 2.) döneminde ülkemiz yine böyle derin kamplara ayrılmış ve gençler, sağ-sol kavgaları ile birbirlerini boğazlarken; iktidarda ki ve muhalefette ki siyasiler, ne yazık ki olayları sağduyu ile değerlendirerek, bu “kaos” u sona erdirmeyi becerememişlerdi!..

Şimdilerde, adeta bir filozof gibi demeçler vermekte olan Süleyman Demirel, o zamanlar ne yazık ki; iktidarda olmasına ve olayların önlenmesi için gerekli tedbirleri alma sorumluluğu olmasına rağmen “Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz!” diye olayları objektif değerlendirmek yerine, adeta körükleyen ve bir kesimi destekleyen demeçler veriyordu; bu gerginlikler arasında binlerce gencimiz, yok yere ölüyordu!

Şimdilerde yaşadığımız olayları burada tekrar etmekte bir yarar görmüyorum; çünkü olayları adeta milletçe “film” izler gibi izliyoruz ama, sanki bu “film” öncekilerin tekrarı gibi…Burada dikkat edilmesi gereken en önemli konu; olayları yorumlamakta çok farklı gruplara ayrılıyoruz ve ne yazık ki, küresel güçlerin istediği biçimde, herkes birbirini “vatan hainliği” ile suçlamaktadır!

Oysa, ortada oynanan bir oyun var ve bu oyunu tezgahlayanlar, hiç şüpheniz olmasın ki; daha “Çekiç Güç” döneminde bu “nifak”ın tohumlarını atmışlardır; ABD ve özellikle kankası İngiltere bu konularda o kadar tecrübelidir ki; bunu görmek için Osmanlı dönemini ve Kurtuluş Savaşı dönemine bakmakta yarar var…Yakın zamana bakacak olursak; en taze örneğini “Irak”ta gördük, demokrasi getireceğiz dedikleri “Irak”ta, 1, 5 milyon insan öldü ve her gün ölmeye devam ediyor ama, bu ne ABD’nin ve ne de İngiltere’nin, ne de diğer küresel güçlerin umurunda bile değil; onların umurunda olan sadece “petrol kuyuları”ndan pompaladıkları petrol, yani çıkarlarıdır!..

Hal böyle iken; AKP iktidarının, ABD’nin dümen suyuna girerek ve hiçbir altyapısı hazırlanmadan, içeride gerek akademisyenlerce ve gerekse siyasilerle bir uzlaşmaya varılmadan, gündeme henüz “yol haritası” dahi hazırlanmamış bir “açılım” paketi getirmeleri, ne derece mantıklı ve doğru bir hamledir?

Adına önce “Kürt Açılımı” ve daha sonra “Demokratik Açılım” dedikleri bu paket, öylesine hazırlıksız ve öylesine teslimiyetçi bir zihniyetle yürütülmeye çalışıldı ki; ülkemiz daha önce yaşanmayan bir “Kürt-Türk” ayrımcılığını tartışmaya başladı ve toplum bu ayrışmaya adeta sinsi bir tezgahla itildi…

Caddelerde ve sokaklarda hiç alışık olunmayan sokak gösterileri düzenlenirken, DTP açıkça PKK “borazancılığı” yaparken, hapisteki teröristbaşı için gerilim yaratılırken dahi, olaylar ve söylemler iktidar tarafından serinkanlı karşılandı ve bu gidişe kararlı bir biçimde “dur” demek yerine, inatla bu açılım sürecek söylemleri gündeme getirildi…

Oysa, teröristle pazarlık yapılamayacağı bilinerek, terör örgütünün koşulsuz silah bırakmasının sağlanması gerekirken; iktidarca verilen ödünler, ne yazık ki meyvesini çok acı bir biçimde verdi ve Tokat’ta 7 askerimiz şehit oldu!..”Analar ağlamasın” ve “Güzel şeyler olacak” sloganlarıyla pazarlanmaya çalışılan paketin birleştirici olmayıp, ayrımcılığı teşvik ettiği gün gibi ortaya çıkmış olup, analar da bir kez daha ağlamışlardır!

Olayları hala sağduyu ile izlemekten yoksun bir izlenim veren iktidar sözcüleri; gönüllerinden geçeni sesli olarak dile getirmekten çekinmeyerek, bu olayları “PKK yapmamıştır” imasında dahi bulundular!..

Sanki, ülkede PKK’ dan başka varlık gösteren bir terör örgütü varmış gibi!.. Aslında imalı olarak hangi adresi hedef gösterdiklerini herkes anlamıştı; onlar henüz “terör örgütü” olduğu dahi kanıtlanmamış ve gerçek yönü uzun yargılamalardan sonra ortaya çıkacak olan “Ergenekon” soruşturmasında suçlanan kişilerle bağlantısı olabilecek kişi ya da grupları ima etmişlerdi...

Ancak, devlet adamlığı ciddiyeti ile bağdaşmayacak biçimde ve güvenlik güçlerinden bilgi almaksızın, böyle yanlı demeçler vermek doğru mudur, bu beyanlarla varılmak istenilen hedef nedir, anlamak mümkün mü? Devleti temsil eden siyasilerin böylesine gelişi güzel ve sözlerini mantık süzgecinden geçirmeden konuşmaları hiç hoş olmayıp, ancak az gelişmiş ülkelerin, az gelişmiş siyasetçilerinde rastlanan bir durum olabilir…

Ayrıca, halkımız bu olayları izlerken “timsah” gözyaşları dökenlerle, gerçekten acıyı yüreğinde hissedenleri çok iyi ayırd etmektedir…

Bütün bu gerçekleri göz önüne alarak, çok kritik günler yaşadığımızı görmeli ve olayları sağduyulu biçimde yorumlayarak, iç ve dış çıkar gruplarının oyununa, hiç değilse bu kez düşmemeliyiz!..

Güneydoğu ile ilgili ABD’nin hazırladığı ve yakın zamanda çeşitli toplantılardan basına sızan haritaların, lise öğrencilerince hazırlanmadığını bilerek, birlik ve beraberliğimizi ne kadar bozmak isteseler de, bozmamaya çaba göstermeliyiz…PKK terör örgütüyle- DTP ne kadar tahrik etse de- Kürt vatandaşlarımızı bir tutmamalı, bunun bir oyun olduğunu dile getirmeliyiz…

Unutmamalıyız ki; biz ne zaman birbirimize düştüysek, dış güçlerin oyununa o kadar kolay geldik ve biz zararlı çıkarken, onlar hep kârlı çıktılar…

Ayrıca AKP iktidarı da, bir kez daha olayları serinkanlılıkla gözden geçirermeli ve kamuoyunda yaşanan gerginlikleri azaltıcı politikalar izlemelidir. Şu atasözünü de hiç unutmamaları gerekir:” Kılavuzu karga olanın başı beladan kurtulmazmış!”

Son olarak, şu sözleri de bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum; geçmişte düştüğümüz oyunlara, tekrar tekrar düşmeyelim; hem de bu kez çok daha tehlikeli bir oyunun gündemde olduğunu hiç unutmayalım!..

İngiliz temsilci Lord Curzon, tam 86 yıl önce Lozan görüşmelerinde diyordu ki; <ı>“Siz savaştan galip çıktınız ve bizi topraklarınızdan kovdunuz. Şimdi bu avantajla istediklerimizi vermiyorsunuz. Ama biz vermediğiniz her şeyi cebimize koyuyoruz. Gün gelecek, sizi bize muhtaç hale getireceğiz ve şimdi vermediklerinizi önünüze koyup, teker teker alacağız.”

 
Toplam blog
: 52
: 1892
Kayıt tarihi
: 05.03.09
 
 

Okumayı seviyorum ve okumanın, insanın içindeki havuza taze suların katılmasını sağladığına inanı..