Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Temmuz '10

 
Kategori
Siyaset
 

Kılıçdaroğlu'nun sayın zekası

Kılıçdaroğlu'nun sayın zekası
 

benden


CHP Genel Başkanı seçildiğinden bu yana Sayın Kılıçdaroğlu ve siyasi destek ekibi bir "aile sigortası" tasarımını döndürüp durmaktalar. Bu konuda oldukça ciddi araştırma yaptıklarını, Türkiye genelinde bu sigortadan faydalanacak kadar yoksul olan aile sayısının yüz bini geçmediğini tespit etmişler. Bu sayının da her aileye bir asgari ücret ödemesi yapıldığında bütçeye devede tüy kalan bir yük getireceğini iddia etmekteler. Yardım parası bankaya ailenin "annesi" sayılan sorumlu kadın kişinin hesabına yatırılacağı için şimdiki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı aracılığıyla yapılan gösterimli yardımlardan daha bir insan onuruna yakışık olacağı da vurgulanmakta.

Buraya kadar her şey anlamlı bir sosyal devlet hizmeti gibi görünmekte. Ancak tasarımın uygulama aşamasında çıkabilecek sorunlar pek de ciddiyetle ele alınmışa benzemiyor. Belki ben haberdar değilim; belki de her şey açıklandı da ben kaçırdım diye düşündüğümden aklıma takılan kuşkunun sorgusunu pek dile getirmedim. Asgari ücret kadar sosyal yardım verildiğinde kim bu ülkede asgari ücret ile çalışmak ister ki?

Ben mi çok zekiyim yoksa başkaları Kılıçdaroğlu'nun kuracağı Aile Sigortası'ndan yapacağı yardımı ciddiye almayacak kadar benden daha zeki olabilirler mi? Duyup görebildiğim CHP açıklamalarına, siyasi eleştirmenlere ve hatta rakip siyasetçinin demeçlerine baktığımda bu sorunun atlandığını görmekteyim. Bir de Milliyet Blog Yazanları'na sorayım dedim. Siz ne dersiniz? Aramızda asgari ücretli birisi var mı bilemem tabi de, farz edelim ki hepimiz asgari ücret emekçisiyiz. Aile sigortası asgari ücret kadar yardım yaparsa asgari ücretle çalışmak ister miyiz?

Ben istemem. Ya işi bırakırım, ya da patronla anlaşır kaçak emekçi olarak çalışırım... Nasıl ama, uyanık biriyim di mi? Bu yüzden ben oyumu Kılıçdaroğlu'na helal ettim gitti. Çünkü bu aile sigortası yüzünden asgari ücreti kaldırmak zorunda kalacak. Emekçinin aylığı artacak. Tabi bir de İşsizlik Sigortası var. Oradan yapılan ödemeler de Anayasa'nın eşitlik ilkesi doğrultusunda Aile Sigortası ödemesi kadar olacaktır. Kimse bir işsizin ailesi olmadığını iddia edemez. Ayrıca İşsizlik Sigortası'ndan faydalanmak için belli bir süre prim ödeme zorunluğu da adil olmak adına kaldırılmalı.

Ben Aile Sigortası tasarımını ne ekonomik ne sosyal bir ihtiyaç görmekteyim. Asgari ücrete gıcık olduğum için destekliyorum. Aile Sigortası sayesinde asgari ücret işlevini yitirir umudum var. Aslında maksat sosyal yardım olunca bunun kurumsal alt yapısı zaten hazır; yeni bir bürokratik kurum yaratmanın anlamı yok. Ya hazırdaki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'nın yardım biçimini banka hesabına nakit yatırmaya çevirirsin, ya da işsizlik sigortasını istisnasız tüm işsizleri kapsayacak biçimde genişletirsin.

CHP vakti geldiğinde, iktidar yetkisini aldığında kesinlikle kıvıracak bir aldatmacaya gidecektir. Çünkü muhtaç ailelere asgari ücret ödemesi sürdürülebilir bir tasarı değildir. Şöyle yapacaktır; birkaç bin aileye o günkü asgari ücret kadar yardım çıkaracaktır. Hak edenleri listelemeyi ağırdan alarak zaman kazanacaktır. Bu zaman içinde asgari ücret artarken, aile sigortasından yapılan yardım geçmişe oranlı asgari ücret kadar aynı kalacaktır. Asgari ücret ile Aile Sigorta yardımı arasındaki makas açıldıkça listeye yeni aileler eklenecek. Sonunda hem sözde durulmuş hem asgari ücretin işlevi korunmuş hem de devleti oy uğruna yolmak için kullanıma elverişli yeni ve gereksiz bir kurumumuz olacaktır. Dikkat ettim de bu Aile Sigortası işler kılındığında ne SYDV ne İşsizlik Sigortası kaldırılmaktadır. Bu tür oy avcısı vaatler genelde "iktidar için her yol mübah" diyen sağ siyasete kürek çeken partiler tarafından yapılırdı. " ev, araba ve dükkanı simgeleyen üç anahtar" gibi; tarım ürünlerindeki taban fiyat sözüne "kim ne verirse ben beş fazlasını vereceğim" atması gibi; özel okulları devletleştirme, parasız ve giriş sınavı olmayan eğitim sözü gibi...

Kılıçdaroğlu'nun kişisel ahlâkı son derece güven verici. Ancak birçok coşkuyla dillendirdiği çözümlerden ve olumlu muhalefet tavrından kısa zamanda çark ettiği de gözümden kaçmadı. Kılıçdaroğlu CHP'nin tutucu kurumsal siyasetinin baskısı altında eziliyor.

Bir diyor, "Türban meselesini de biz çözeceğiz; hiçbir kızımız eğitim hakkından mahrum bırakılmayacak"

Sonra bir daha diyor, "Kızlarımızın hepsi okuyacak dediysek, başörtüsüyle okuyacaklar demedik" (dediklerine göre bu meseleyi toplum kendi içinde uzlaşarak çözecekmiş!?"

Bir diyor, "Başbakan'la biz her zaman görüşürüz; yeter ki istesinler"
Sonra bir daha diyor, "Recep Bey kendini Cumhurbaşkanı mı sanıyor da bizi görüşmeye davet ediyor; kendisi gelirse hoş geldin deriz" (Oysa Başbakan terör ve tedbirleri konusunda görüşme yeri ve koşulundan söz etmiş bile değildi. Sadece bir hafta içinde terör ve tedbirleri konusunda görüşma daveti yapacağını bildirmişti. MHP kesin bir dille görüşmeyi reddedince Kılıçdaroğlu da AKP yanında görünür olmaktan korkup ağız değiştirdi)

Irak sınırındaki Gediktepe ziyaretinde Başbakan'ın subaylarla birlikte bir mevzide çömelir durumdaki görüntülerini de sanıyorum CHP'nin kurumsallaşan ucuz muhalefet siyeseti gereği tenkit etmişti. Yoksa o da kendisinin subaylarımızdan daha zeki ve cesur olmadığını bilmektedir. Ayrıca böyle bir cesaret gösterisinin askerlerin emniyetini de tehlikeye sokan sorumluluğu vardır; çünkü Başbakan "ayakta dik duracağım inadı yaptığında devlet terbiyesi gereği hiçbir asker çömelip de hedef küçültmeyi düşünmez.

"Ben de gideceğim ve dik duracağım" dedi ve Karadeniz gezisi yapacağı sanılırken Irak sınırındaki askerlerimizin yanına gitti. Aslında bu yanıltıcı program bile tıpkı çömelmek gibi bir güvenlik tedbiriydi. Kılıçdaroğlu gitti ve görüntülerde gerçekten de ayakta dik duruyordu. Ancak bazı yorumculardan duyduğum kadarıyla üç bin metre üstü yükseklikte Irak sınırına sıfır noktasındaki mevziyi değil de daha aşağıdaki karakol koruma ve kollama mevzisini ziyaret etmişti. Bu arada subaylarımızın sorun çözücü pratik zekasını da hemen fark ettim. Kum torbalarıyla kurulu olan siper adam boyuna gelecek kadar yükseltilmişti. Böylece kimsenin mevzide oyalanırken güvenlik nedeniyle çökmesi gerekmedi. Ne de olsa terörist her yerden çıkabilmektedir.

Özelinde Kürt sorunuyla ilgili olan Demokratik Açılım Tasarımı'nın hem ne olduğunu bilmediğini hem de bunun ülkeyi bölme tehditi içerdiği için karşı olduklarını söylemekte. Arkasından da bu sorunu CHP'nin yıllar önce rapor ettiğini ve iktidara geldiğinde çözeceğini bildirmekte... Ben bir şey anlamıyorum. CHP'nin Kürt Sorunu hakkındaki 1990 yıllarında yaptırdığı araştırma ve çözümleme raporunun şimdiki AKP'nin açılım söylemlerinden bile daha ileri haklar içerdiği söylenmekte. CHP'nin Kürt raporu AKP'ninkinden ileri ya da geri olmuş hiç önemi yok. Eğer bir parti var olan ulusal bir sorunu kabul ediyor ve çözüm üretebiliyorsa, iktidarın aynı sorun üzerindeki çözümleme eylemine katkıda bulunmalıdır. "Bunlar yapamaz, bizi iktidar yapın; biz çözeceğiz" söyleminin içini, sanki "iktidar kopya çekermiş" kaygısıyla doldurmadan halktan oy istemek bana iktidar bencili bir siyaset tarzı görünmekte.

Kılıçdaroğlu'nun çıplak dürüstlükte çok da masum olduğunu düşünmüyorum. Bunu da CHP Genel Sekreteri Önder Sav'ın açıklamalarından çıkardım. Kılıçdaroğlu parti başkanı Baykal'ın kaset olayını bahane ederek istifasından sonra partiye başkanlık etmeyi düşünmediğini açıklayıp durdu. Ta ki Genel Kurultay'a birkaç gün kalana dek. Oysa Önder Sav verdiği bir demeçte bunu medyayı atlatmak için taktik olarak kullandıklarını, gerçekte Kılıçdaroğlu'yla başkanlığa aday olma konusunu Baykal'ın istifasını takiben hep görüştüklerini anlatmıştı. Yani aslında, "kaset olayı dışında, Kılıçdaroğlu'nu parti başkanı yapan tasarımın mimarı benim" demektedir. Bu adaylığını gizleme maksatlı siyasi saklambaç oyununa rağmen ben Kılıçdaroğlu'nun temiz bir ruhu ve ciddi konularda güvenilebilir bir ahlâkı olduğu kanısındayım.

Her şeye rağmen Sayın Kılıçdaroğlu eğer kendi kimliğini tutucu ve halktan önce devlete hizmeti öngören CHP kimliğine yedirirse, umarım ki millet "tek umut kaldı, o da Recep Bey + Devlet Bey iktidarı" diyecek kadar zeki değildir.

Ek bilgi:

15 Temmuz 2010; Sayın Kılıçdaroğlu Başbakan ile Meclis'teki odasında görüştü. Kavgasız gürültüsüz medeni bir biçimde görüşme sona erdi. Görüşmenin konusu terör idi. MHP daha baştan AKP politikalarının terörü azdırdığı gerekçesiyle Başbakan ile görüşmeyi reddetmişti. Yanına da ayıp olmasın diye bir görüşme koşulu koymuştu. Eğer Başbakan milletten "açılım" politikası için özür diler ve açılımdan vazgeçerse görüşebilirlermiş. Bu yüzden Başbakan MHP'yi görüşme listesinden çıkarmış, terör örgütüne destek veren siyaseti yüzünden BDP ile de görüşmeyeceğini açıklamıştı. Görüşme dışında kalan iki parti, MHP ve BDP oldu. Sanırım bu gidişle millet genel seçimde bir CHP-AKP koalisyonu çıkartacak.

Muharrem Soyek

 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..