Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Şubat '09

 
Kategori
Öykü
 

Kılıf

Kılıf
 

Nazlı, çoğu günler yaptığı gibi sabah ezanı ile uyanmış evin avluya bakan penceresinin başına oturmuş bir yandan gökyüzünün renk değiştirmesini seyrediyor bir yandan da avlunun kapısının ne zaman açılacağını merakla bekliyordu. Kafasına göre bir oyun tutturmuştu. Oynadığı bu oyun kocasının gece vardiyasından dönüşünü beklemek için bulduğu bir yoldu.

Maraş katliamını takip eden günlerde ellerindeki birkaç parça toprak ve malı yok pahasına denilecek bir paraya satıp büyük şehre göç etmişlerdi. Sedat, büyük bir fabrikada iş bulup çalışmaya başlamıştı. Kendi memleketlerinden, topraklarından uzakta yaşayabilmek için bir çeşit yaşam mücadelesi veriyorlardı.

Maraş’tan ayrılmalarının en büyük nedeni biri üç diğeri yedi yaşında olan bebeleriydi.

Kocası gece vardiyasında gittiğinde Nazlı’nın içini yalnızlık duygusu sarar çocukları uyuduktan sonra hemen yatağa girer yatakta yarı uyanık bir şekilde döner durur ve sabahı ederdi. Sabah ezanı ile ayağa kalkar, pencerenin yanındaki sedir’e otururdu.

İşte yine öyle günlerden biriydi. Çocukların okulu tatil olduğundan sabah erkenden kahvaltı hazırlaması gerekmiyordu. Ama Nazlı her zaman yaptığı gibi buzdolabındaki kahvaltılıklarla donatmıştı. Çay’ı demledi. Bütün bu işleri yaparken bir yandan da gözleri masanın üstünde duran saatin akreple yelkovanına takılıyordu. Saatin bir an önce geçmesini ve kocasının avlu kapısından içeri girmesini büyük bir heyecanla bekliyordu. Bu bekleyiş sırasında farkında olmadan uyuyakaldı. Sokak kapısının arka arkaya çalan zil sesiyle uyandı. Çıplak ayaklarla sokak kapısına yöneldi. Kapıyı açtığında karşısında uzun boylu, atletik yapılı kocasının güleryüzüyle karşılaştı. Aylardır hasretmiş gibi kocasının boynuna sarıldı. Sedat’ta uzun uzun Nazlı’nın kokusunu içine çekti.

Kocasına kavuşmanın verdiği sevinci ve heyecanı az da olsa yenebilen Nazlı çıplak ayakla yere basmaması için Sedat’a terlik verdi. Adeta sekerek ocağın başına gitti ve çaydanlığın altını yaktı. Kahvaltı için ekmek kesti. Bu arada kocasına;

- Sedat, kahvaltıdan önce yıkanmak istersen su hazır” dedi.

Sedat;

- Bu hafta gece vardiyası çok yoğun geçti. Biraz kahvaltı edip hemen yatacağım, diye cevap verdi.

Nazlı;

- Sen nasıl istersen, dedi

Kapı ziliyle uyanan çocuklar koşarak babalarının yanına geldi. Birbirleriyle yarışırcasına Sedat’ın kucağına oturmaya çalıştılar. Bunu gören Nazlı çocuklara kızmış numarası yapmaya çalışarak ve hafifçe sesini yükselterek,

- Babanızı çekiştirmeyi bırakın, görmüyor musunuz nasıl yorgun, bir de sizin şımarıklıklarınızı çekecek hali yok, dedi.

Annelerinin kendilerine kızmasından etkilenen çocuklar çaresizce babalarının kucağına oturmak için yarışmayı bırakıp sofraya oturdular.

Sedat,

- Çocuklar daha yeni vardiya’dan geldim. Hem önümüzde koskoca bir buçuk iki gün var. Şimdi bırakın da akşama kadar dinleneyim dedi.

Hep birlikte kahvaltı yaptılar. Daha sonra Sedat yatak odasına doğru giderken Nazlı’ya

- Çok yorgunum geç kalkabilirim, dedi.

Nazlı boynu bükük bir şekilde

- Tamam bey, ben de zaten komşuya geçeceğim diye cevap verdi.

Nazlı, kocasının gece vardiyasına gitmesinden pek memnun olmaz. Sedat vardiya’ya gittiği gecelerde kendi kendine

“Ne olurdu sanki memlekette kalsaydık, kendi toprağımızı eker, biçer ama kendi kendimizin efendisi olurduk”, diye düşünür

Aklından geçen bu düşünceleri yakaladığı an da ise yüzü al al oldu. Sonuçta, Nazlı istese de istemese de Sedat eve ekmek parası getiriyordu. Çok rahat olmasa bile yine de geçinip gidiyorlar en azından kimseye mihnet etmiyorlardı.

O akşam ve ertesi gün Sedat kah çocuklarıyla oynuyor. Bu arada fırsat buldukça da Nazlı ile konuşup sözleriyle olmasa bile hareketleriyle karısına duyduğu sevgiyi göstermeye çalışıyordu. Böylece iki gün akıp gitti.

İkinci günün akşamında Sedat, Nazlı’ya

- Masanın üstündeki çalar saati kuralım. Yarın sabah erken kalkmak zorundayım malum gündüz vardiyasına geçtim. Hoş sabah Recep’te gelip kapıyı çalacak ama biz yine de tedbirimizi alalım dedi.

Nazlı masanın üstünde duran saati alıp

- Buyur bey, diyerek Sedat’a uzattı.

Sabah ezan sesiyle uyanan Nazlı kocası için kahvaltılık bir şeyler hazırladı. Sedat, Nazlının kendisi için hazırladıklarından giyinirken birkaç lokma ağzına attı. Bardağındaki çay’dan daha bir kaç yudum almıştı ki kapı çalmaya başladı.

Sedat;

- Ben gittim, diyerek hızla evden çıktı.

Nazlı, Sedat’ı ancak avlu kapısından çıkmak üzere iken yakalayabildi ve

- Öğlen için istediğin bir şey var mı? diye sordu.

Sedat,

- Yok, dedi.

Nazlı, öğlene kadar çocukların kahvaltısı ve diğer ev işleri ile uğraştı. Saat on iki’yi gösterirken oturduğu yerden fırlarcasına kalktı ve çorba yapmak için ocağın başına gitti. O gün hava bunaltıcı ve tuhaf bir şekilde sıkıcıydı. Nazlı’nın kalbini sanki bir el sıkıyor adeta nefes almasına izin vermiyordu.

“Hava çok nemli olduğu için kendimi böyle hissediyorum herhalde” diye düşündü. Zaman ilerledikçe Nazlı’nın kalbini sıkan el daha da kuvvetli bastırıyor, içindeki sıkıntı her geçen dakika daha da artıyordu.

Hiç beklemediği bir anda sokak kapısı yumruklanmaya başladı. Aynı anda telefon da evin içindeki sessizliği yırtarcasına çaldı. Önce aceleyle sokak kapısını açıp sonra da telefonu açmaya koşan Nazlı’nın yüzü bir anda bembeyaz oldu. Arayan kişinin ne dediğini tam olarak anlayamıyor sadece “Hastahane” sözcüğü kulağında yankılanıyordu.

Nazlı’nın yere yığılmak üzere olduğunu fark eden Recep hızla eve girip yere düşmesini engellemek için iskemleyi çekerek Nazlı’yı oturtmayı başardı. Nazlı kısa bir süre sonra kendine geldiğinde boş gözlerle Recep’e bakarken bir yandan da isim ezberliyormuşçasına

- Hastahane, hastahane, diyordu.

Komşulara haber veren Recep kısaca olup biteni de anlatmıştı

Sedat, o sabah çalıştığı işletme de arızalanan pompanın çalıştırılıp tekrar devreye sokulması için gelen makine bakımcıların yanlarına aceleyle giderken kapağı açık unutulmuş sudkostik havuzunun içine düşmüş sesini duyurup işletmedeki diğer işçiler tarafından havuzdan çıkarılana kadar vücudunun büyük bir kısmı yanmıştı. Hemen ambulans ile hastahaneye götürülmüştü. Ama vücudundaki yanıkların birinci dereceden olması ve kostik havuzundan hemen çıkartılamadığı için doktorlar çok fazla yaşama şansı vermiyorlardı.

Sonuçta doktorların söylediği gerçekleşmiş ve Sedat hastahaneye kaldırıldıktan bir buçuk gün sonra vefat etmişti.

Ölümünün üzerinden birkaç gün geçmiş olmasına rağmen gerek çalıştığı işletmedeki işçiler gerekse fabrika’da Sedat’ı tanıyanlar akın akın Nazlı’ya baş sağlığı dilemeye geliyorlardı. Nazlı ise aldığı sakinleştirici ilaçların da etkisiyle ayakta durmaya çalışarak başsağlığına gelenlerin taziyelerini kabul ediyordu. Bir süre sonra başsağlığı dilemeye gelenlerin sayısı azaldı sonra da bitti.

Nazlı, iki çocuğuyla birlikte ortada kalmıştı. Bir yandan genç yaşta kocasını kaybetmenin acısı her geçen gün daha çok içini yakarken bir yandan da çocuklarını nasıl besleyip büyüteceği derdine düşmüştü.

Bu sırada Sedat’ın ölümünün iş kazası olmadığı, kendi dikkatsizliği yüzünden kostik havuzuna düştüğüne karar verilmiş, hazırlanan rapor da bu doğrultuda tutulmuştu. Nazlı’ya bu haberi vermek görevi ise yine Recep’e düşmüştü.

Bu haberden kısa bir süre sonra Recep yine Nazlı’nın kapısını çalarak fabrika müdürünün ertesi gün kendisiyle görüşmek istediği haberini verdi.

Ertesi gün Recep ile birlikte fabrikanın yolunu tutan Nazlı müdürün odasına da Recep ile birlikte girdi. Çünkü Recep aynı zamanda sendika temsilcisiydi.

Nazlı’nın geçici işçi olarak işe alındığını söyleyen fabrika müdürü biraz daha konuştuktan sonra sustu.

Nazlı ve Recep müdürün odasını terk ederlerken müdür yarı alaycı bir tebessümle adeta “Bu işi de böylece kapattık” der gibi arkalarından baktı.

Nazlı fabrikadan ayrılmadan önce Recep’e Sedat’ın ölümüne neden olan kostik havuzunu görmek istediğini söyledi. Recep bir an için tereddüt etmesine rağmen Nazlı’nın isteğini de geri çeviremedi. Nazlı’ya rahmetli eşinin çalıştığı işletmedeki kostik havuzunu göstermek için birlikte işletmenin yolunu tutular.

İşletmenin kapısında Nazlı’yı gören işçiler bir an için duraksadılar. Sonra kostik havuzunun bulunduğu yeri elleriyle göstererek işlerini yapmaya devam ettiler. Recep işçilerin Nazlı’ya karşı ilgisiz davranmalarına anlam veremedi.

Kostik havuzunun başına geldiklerinde Recep’in yüzü birdenbire kıpkırmızı oldu ve istemeyerek ağzından okkalı bir küfür çıktı. Çünkü kostik havuzunun çevresi demirliklerle çevrilmiş ve

“Dikkat, Tehlikeli ve Yakıcı Madde” yazısı bulunan uyarıcı levha konulmuştu.

Her zaman olduğu gibi fabrika yönetiminin neden olduğu iş kazası da kılıfına uydurulmuş, olan Sedat’a ve geride bıraktığı Nazlı ile çocuklarına olmuştu.

var gaJsHost = (("https:" == document.location.protocol) ? "https://ssl." : "http://www."); document.write(unescape("%3Cscript src='" + gaJsHost + "google-analytics.com/ga.js' type='text/javascript'%3E%3C/script%3E")); try { var pageTracker = _gat._getTracker("UA-7006964-1"); pageTracker._trackPageview(); } catch(err) {}

 
Toplam blog
: 226
: 1337
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

1960 İstanbul doğumluyum. Kitap okumayı, yazı yazmayı, resim yapmayı ve yabancı dil'den Türkçe'ye..