Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Temmuz '11

 
Kategori
Siyaset
 

Kılıklı Türkler

Kılıklı Türkler
 

Ukuş körki til ol bu til körki sözKişi körki yüz ol bu yüz körki göz! (Usun süsü dildir, dilin s


GÜZEL AHLÂK SAHİBİ TÜRKLER 

(Kılıklı Türkler) 

Yıllardır milliyetçi çevrelerde "Türklerin İslâmla şereflenmesi", "İslâmla şereflenen Türk Milleti" ya da Türkler İslamiyetle şeref bulunduktan sonra” gibi deyimlerle karşı karşıya gelirim. Bu deyimi duyunca çoğu kişinin tersine gururla dolacağıma içim cız ederdi. Çünkü İslam Öncesi Türk Tarihi bize anlatılırken milletimin büyük işler yapmış olduğunu da görürdüm. Büyük ülkeler kazanan, çorak bir yurt böleğini (bölek:parça) ulu görüp yağıya (düşmana) vermeyen atalarım şerefsiz miydi?

Tarih kitaplarında Kunların (Hunların), Köktürklerin, Uygurların kurdukları büyük Türk ülkeleri kısacık anlatılıyor bu arada en az saydığım ülkeler kadar görklü ülkeler, uygarlıklar kurmuş olan Avarların, Oğuzların, Oğuzlara bağlı bir boy olan Avşarların kurdukları büyük ülkelerden hiç söz edilmiyordu. Öte yandan bir de pişkin pişkin tarihte Türklerin kurdukları 16 Türk devletinden söz edilir, bundan da ilginç bir övünç duyulurdu.

Usumun biraz ters çalışmasından ya da deyim yerindeyse biraz sivri olmamdan olsa gerek yukarıdaki sözü tersten çevirip düşünmem (Türkler İslamdan önce şerefsiz miydi?) gibi bu onaltı devlet kurmakla duyulan övünç de bana aykırı gelir onaltı devlet kurduysak neden onaltısını da batırdık diye düşünmekten kendimi alıkoyamazdım.

Türklerin İslâmla şeref bulması sözünün bende uyandırdığı olumsuz duyguların tüylerimi diken diken ettiği çocukluk yıllarında “milliyetçi ağabeylerim” önüme Necip Fazıl’ın Çöle İnen Nur adlı kitabını koydular. Acaba sonunda Türklüğün onurunun ilk başta Türk olmaktan kaynaklandığını görebilmiş, benim gibi benden daha geniş görüşlü bir yazarla, bir aydınla mı tanışacaktım? Ne yazık ki kitabın Kuran’ın inmeden önceki dünyanın genel durumu kısmı önce anlatılıyordu. Burada Ortalık (Merkezî) Asya’da yaşayan Türklerden de söz ediliyordu. Ben olanakları kıt, çok kitap bulabilen bir çocuk değildim. Bu kısma gelince birden heyecanla kahraman Türklerden söz edileceğini düşünerek yüreğimin atışının hızlandığını şimdi de anımsıyorum. Tam olarak anımsayamasam da kitapta aşağı yukarı şu biçimde bir tanım vardı. “Türkler İslamdan önce atların cidago kemiklerine yapışmış, at üstünde yaşayan, at üstende savaşan, bir gün İslamla şereflenip İslamın bayraktarlığını yapacağını bilmeden ıssız bozkırda oradan oraya at koşturan..” Bu tanımı duyunca kitabı hızla elimden attım. Sonrasını da okuyamadım. Bana kitabı kutlu bir kitapmışçasına veren ağabeyime ise bu duygumu anlatamadım bile…

Sonrasında ise H.Nihal Atsız’ın eserleri ile tanışma şerefi(!) (bir Türk çocuğu olarak Atsız Bey’in eserlerini okumanın bir onur olduğunu düşünüyorum) buldum. Atsız Bey’in tüm eserleri Türklüğün üstün yanlarını, Türk Ülküsünün gerektirdiği özkeylikleri (fedakarlıklar), bu arada İslam’ın milli bir din biçimine geldiğini, kendi deyimi ile beynelmilel (uluslararası) İslamın-İslamcılığın Türklüğe yararı olmayacağını, ancak dinimizin artık bizim kimliğimiz biçimine geldiğini anlatıyordu. Bu arada onaltı Türk Devleti konulu makalesi ile artık bunun doğru olmadığını, Türklerin tarihte onaltı devlet değil özde 2 devlet kurduğunu Türk Siyasi Tarihinin Doğu Türk Devleti ile Batı Türk Devleti olarak bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini de öğrenmiş oldum. Demek ki benden çok önceleri de Türklüğün tüm zamanlarda üstün bir kavram olduğunu düşünüp, bunu bir ülkü biçiminde çığır olarak yaymış dahası bunun için de tüm dirimini ortaya koymuş ulu kişiler vardı.

Tam da bu görüşlerimi yanımdaki yöremdeki kişilerle üleşirken bir arkadaşım bir gün bana bir soru sordu. "Sen hep Türkler İslamla şereflenmedi Türkler hep şerefli bir milletti, İslam’dan önce de sonra da der durursun. Öyleyse neden "ahlâk" sözcüğü Türkçe'de yoktur?". Bu soruyla karşı karşıya geldiğimde Türk dili üzerine yazılan üstelik Türkçeye, Dilde Özleşmeye Türkçü bakışıyla ortaya koyan yazıları okuyup sindirememiştim. Dahası elimde henüz Kutadgu Bilig’in Eski Türkçe ile Günümüz Türkçesinin yan yana olan biçimini de bulamamıştım. Dedim ya ben olanakları kıt olan bir çevrenin çocuğuydum. Üstelik bize gerekli olan kaynaklar da her nedense önümüze sunulmuyordu. Gökalp’i bile okumak bazen yadırganıyordu.

Sorulan soru karşısında düşünmeden yanıt verme gerekliliği vardı. Çünkü bir kişi ileri sürdüğü düşüncesini sorularla karşılayamazsa kimse onun içtenliğine inanmazdı. O arkadaşıma o gün şöyle yanıt vermiştim; Evet, âhlak sözcüğü Türkçe değildir. Ancak biz bugün bilmesek de kesinlikle atalarımız bu söze bir karşılık bulmuştur. Ayrıca bu sözün karşılığı yoksa Türklerin ahlak sahibi olmayı bir erdem değil herkeste bulunması gereken özelliklerden saydığından ötürüdür! Benden çıkan bu yanıt arkadaşımda bir şok etkisi yaratmıştı doğrusu. Öte yandan bu kadar hızlı ayrıca şaşırtıcı bir yanıt bulabilmiş olmak da benim için övünülecek bir durumdu…

Aradan birkaç yıl geçti geçmedi ki İstanbul’da dirimini Türkçe, Tarihi-Çağdaş Türk Lehçeleri, Türk Atasözleri, Türkçenin Söylem Kurgusu, Dil Bilgisi üzerine adamış bu konularda birçok yazı, bilgi yazısı(makale) kaleme alan Ahmet Enis Turan hocamla tanıştım. Büyük bir istekle bana Türkçeyi, Dilde Türkçülüğü anlatıyor, bir araya geldiğimizde de sabahlara kadar kömenlerimizi üleşiyorduk. Bana Kutadgu Bilig üzerinde çalışmamı, bu kutlu bilgiler içeren kitabı iyice özümsememi salık veriyordu.

Bir gün bu kitabı okurken “kılkı” adlı sözcüğe denk geldim. Çöle İnen Nur adlı kitabı elimden attığım tezlikle telefona sarılma isteği duymuştum. Çünkü “kılkı” sözünün karşısında “âhlak” yazıyordu. Demek ki benim atalarım da “âhlak” sözcüğü yerine kendi geleneğinden bir sözcük kullanmışlardı. Kendisine bunu sorduğumda büyük bir sevgi ile bunun doğru olduğunu, bazı kaynaklarda “kılkı” bazı kaynaklarda ise “kılık” biçiminde değişik yansımalarının bulunduğunu, bugün için en güzel söylenişin ise “kılık” olacağını aktarmıştı. Bunun üzerine düşündükçe dilimizdeki “kılık kıyafet” sözcüğündeki “kılık” sözcüğünün giyinmenin özünde “ahlakı” da barındırdığına, giyimin kesinlikle kılıklı yani âhlaklı olması gerektiğini atalarımın bunun için “kılık kıyafet” deyimini kullandığını anlamıştım.

Evet, Türkler tarihte büyük işler yaparken bu arada İslâm’dan önce de büyük işler yaparken her zaman “kılık iyesi” (ahlak sahibi) kişilerdi.

Kılıklı Türkler…

TTK

16.07.2011

Adem SÜPÇİN

 

 
Toplam blog
: 2
: 561
Kayıt tarihi
: 13.01.09
 
 

Denizli'de serbest avukatlık yapıyorum...