- Kategori
- İlişkiler
Kim engelli?
Şu köşedeki manavda çalışan çocuk, hani sağır ve dilsiz olan… Benim ufaklık işaretler vasıtasıyla çok güzel anlaşıyor onunla. Aklına nerden estiyse bugün eve gelirken onun adını sordu bana. Hafızamı bir yokladım ama bilmiyordum. Sonra oğluma adını bilmediğimi hem zaten adıyla hitap etmesi gerekmediğini, sadece işaretlerden anlayabildiğini sesleri duyamadığını söyledim.
Bunu söylerken daha önce üzerinde hiç kafa yormadığım bir düşünce araz oldu zihnime; insanın kendisine adıyla seslenildiğini bile duyamaması ne kötüydü. Oysa sevdiklerimizin dudaklarından dökülürken daha da bir severdik adımızı. O bunu bile hiç yaşayamamıştı ve yaşayamayacaktı.
Canım sıkıldı bu düşünceden. Başka şeyler düşünmek istedim. Yine de kendimi alamadım, bebekken annesinin söylediği ninnileri hiç duyamadığını, evliyse ve baba olduysa çocuğunun ona seslenişini sadece görebildiğini hayal etmekten.
Sonra düşüncelerim birden başka bir yöne kaydı. O kendini toplumdan soyutlamamıştı. Çalışıyordu işte bileğinin gücüyle ve helalinden, emeğiyle kazanıyordu ekmek parasını. Gözleri gülüyordu bakarken. Sesleri duyamıyordu belki ama samimiyeti görebiliyor, sevgiyi hissedebiliyor, alın terinin kutsallığını önemsiyordu. Kızdığında bağıramıyordu belki, çünkü bunu nasıl yapacağını bilmiyordu işitemediğinden, ama hayata dört elle sarılışı ve azmiyle verdiği mesajın sesi yüreklerde duyulabiliyordu.
Aslında bizdik sağır olan. Duymamız gerektiği halde yükselen sessiz çığlıkları duymadığımızdan. Bizdik dilsiz olan duygularımızı dile getirmeyi beceremediğimizden ya da ertelediğimizden. Yani bizdik aslında engelli olan.