Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Mart '09

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Kim Nükleer Santral İster?

Kim Nükleer Santral İster?
 

Nükleer Santraller ile ilgili pek çok şey duymaktayız. Bu konunun biraz daha derinlerine inip nedir ve ne değildir? sorusunu soralım kendimize ve çevremize.

Başta ülkeyi yönetenler olmak üzere pek çok kişi nükleer santrallere bir anlamda gelişimin, hatta modernleşmenin olmazsa olmazı olarak bakmakta.

Kimileri de yeni iş ve ekmek kapısı olacağı için umarsızca Türkiye’de kurulması planlanan nükleer santrallere umutla bakmak istemekteler.

Belki bu düşüncelerinde haklıdırlar. Bir anlamda ekmek kapısı, yeni bir iş olanağı olacaktır. Ama nasıl? Ya da “Ölümcül Bir İş İçin Yeni Elemanlar Alınacaktır” diye gazetelere ilan verilse….

Kaç kişi ölümü göze alarak çalışmak ister? Çok umarsız ve çaresiz değilse tabii. Ekmek arslanın ağzında değil midesinde, belkide midesinden de ötede.İşsizlik her geçen gün artmakta bu durumda insanların seçim yapabilme şansı pek olamaz ki.

Evet…. Tuzla Tersanelerinde meydana gelen iş kazaları sonucunda gerek hükümetin gerekse işverenlerin vurdum duymazlığını, adam sendeciliğini, insan canı karşısındaki sorumsuz duruşlarını ve işçilerin içinde bulunduğu çaresizliğin boyutunu hepimiz gördük, izledik….

Ama insan canı, sağlığı bu derece kıymetsiz midir? Birde o soruyu sorarak cevap bulmaya çalışsak …

Bunları yazmamın nedeni yukarıda da belirttiğim gibi nükleer santral kurulmasıyla ilgili hükümetin tutkusu… Hatta bu konuda bir milletvekili daha da ileri giderek “Dünyada ki pek çok ülkede nükleer santral bulunmakta. Bu nedenle kirleniliyorsa birazcık da biz kirlenelim” diyebilme cesaretini kendisinde bulabilmiştir.

Sözü daha fazla uzatmadan asıl konuya gelelim.

Enerji ve Çevre İlişkileri;Genel olarak, enerji kullanımının, özellikle günümüz yaşantısında vazgeçilmez yararlarının yanı sıra, enerji üretim ve çevrim tesisleri ile boru hatları, yüksek voltajlı iletim hatları gibi taşıma (transportasyon) modlarına çevre sorunları nedeniyle giderek büyüyen kamuoyu tepkisi söz konusudur…İklim- Gerek enerji akışı, gerekse enerji üretimi, dönüşümü ve tüketimi, iklim dengesini önemli ölçüde etkilemektedir. Enerjiyle ilgili çalışmaların, iklim üzerindeki etkisi, iklimin teknolojik müdahalelerle bozulması ve tekrar eski haline gelememesi yönünden de ayrıca bir inceleme konusu yapılmaktadır…. Ayrıca, yeryüzündeki enerji akışında meydana gelecek her değişimin, iklimin dengesini de etkileyeceği konusunda kanıtlar bulunmaktadır.Arazi- Arazinin kullanım şekli , diğer çevre unsurlarını da etkilediğinden, enerji üretim metodlarının arazi üzerine etkileri önem taşımaktadır.Su- Madenlerin petrolün elde edilmesi, temizlenmesi, işlenmesi, ve zenginleştirilmesi, boru hatlarıyla taşınması gibi çalışmalar hem suya olan ihtiyacı arttırmakta hem de büyük ölçüde su kirliliğine neden olmaktadır.Atıklar- İklim konusunda işaret edilen gelişmelerin büyük bir nedeni gazların emisyon (atık) yoluyla atmosfere bırakılmasıdır. Fosil yakıtlara olan devamlı bağlılık ve nükleer yakıtların artan önemi, atmosfere bırakılan karbondioksit, kükürtdioksit ve ısı miktarını arttırmaktadır ki bu gelişme bir süre sonra ekolojik denge üzerinde önemli rol oynayacaktır.

Nükleer Santraller- Elektrik enerjisinin elde edilmesinde nükleer enerji, bir üretim ham maddesi olduğu için buradan kaynaklanan çevre sorunlarının incelenmesi, sadece üretim safhası için yapılabilir. Nükleer güç santrallerinin, elektrik enerjisi üretimi için gerekli; cevherlerin çıkarılması, zenginleştirilmesi, reaktörde kullanılması, kullanıldıktan sonra geriye kalan nükleer artıkların depolanması aşamalarında çevre sorununa sebep olması söz konusudur. Çevreyi radyasyon yönünden kirleten santral artıkları, katı sıvı ve gaz olarak üç kategoriye ayrılabilir. Bunların içinde sıvı artıklar çok da önem kazanmaktadır. Nükleer santrallerin kuruluş yerinin seçilmesi, çevre ilişkilerinin çok geniş olması bakımından önem taşımaktadır. Nükleer santrallerde çoğunlukla tatbik edilen düşük verimli buhar sistemleri soğutma suyu ihtiyacının konvansiyonel santrallere kıyasla %30 kadar daha fazla olmasına yol açmaktadır. Örn; 600 MW gücünde bir nükleer santralin soğutma suyu ihtiyacı saniyede 30 metreküptür. Bu nedenle deniz kıyısnda santral kurulması tercih edilir. Normal şartlarda ya da muhtemel bir kaza anında çıkabilecek radyoaktivitenin kabul edilebilir bir seviyede tutulması ve çevredeki canlılara zarar vermemesi açısından nükleer santrallerin nüfusça çok yoğun olmayan bir bölgede kurulması tercih edilir. Bir kaza anında nükleer santral çevresinde oturanların sayısının az olması da yeterli değildir. Kaza anında ortaya çıkacak radyoaktif dozunda belli bir sınırı geçmemesi gerekir. Nükleer reaktörden salınan Ksenon ve Kripter gibi gazlar özellikle troid bezinde biriktiğinden uçucu gazların vücuda girmesi, kaza sırasında salınan radyoaktif gaz miktarına bağlı olduğu kadar, uzaklığa ve meteorolojik şartlara da bağlıdır. Soğutma suyunun ya da kulelerin çevreye verdiği ısının ve yer altı ya da soğutma suyuna karışan radyoaktif maddelerin çevreye etkileri özellikle karasal bölgelerde kurulan nükleer santrallerde büyük önem taşımaktadır.”(¹)

Söz enerjiden, çevre’den, hükümetin nükleer santral konusundaki düşünce ve tutkusundan dolayısıyla nükleer santrallerden açılmışken otuz yedi gün sonra yirmi üçüncü yılını dolduracak olan bir kazayı anımsamakta yarar var sanırım

Kazanın ya da başka bir ifadeyle göz göre göre lades demenin gelişmiş, modern teknolojideki isimlerinden biri olan ÇERNOBİL’e değinelim.

“İnsanlık tarihindeki en belirgin ve yaygın teknolojik felaketi, Pripyat nehrinin kıyısındaki küçük bir Ukrayna şehrinde meydana geldi. Bir gece içinde Çernobil ismi bütün dünyaca bilinmiş oldu. birkaç milyon insan (değişik tahminlere göre 5-8 milyon arası bugün ve gelecek pek çok yılda Çernobil’in radyoaktif kirliliği bulaşmış yerlerde oturmaya devam ediyor. Her ne kadar açığa çıkıp yayılan asıl büyük radyoaktif madde Sezyum-137’nin yarılanma ömrü 30 yıldan biraz fazla olsa da, bu nükleer kazanın radyolojik (ve bundan dolayı sağlık) sorunları yüzyıllar boyunca devam edecek. Bu küresel olayın en büyük etkileri, Eski Sovyetler Birliği’nden bugün üç bağımsız komşu ülke olan Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya’da oldu. Fakat etkileri çok daha geniş çapta yayıldı. Patlama sonucu çıkan Sezyum-137’nin yarıdan fazlası, Türkiye’de Marmara ve Karadeniz Bölgeleri’ne ve diğer Avrupa ülkelerine taşındı ve Avrupa’da en az 14 ülke ( Avusturya, İsveç, Finlandiya, Norveç, Slovenya, Polonya, Romanya, Macaristan, İsviçre, Çek Cumhuriyeti, İtalya, Bulgaristan, Moldavya ve Yunanistan) böylece kirlenmiş oldu. Çernobil kazasına bağlı olarak Avrupa kıtasının her yanında, İskandinavya’dan Akdeniz ve Asya’ya uzanan coğrafyada daha düşük ama gene de önemli miktarda radyoaktivite yayıldı. Çernobil kazasının sebep verdiği tahmini ölüm oranı nelerin hesaba katıldığına bağlı olarak değişmekte. En son ortaya konulan Rusya Bilim Akademisi’nin himayesi altında yayınlanmış epidemolojik kanıt, sorunların daha önceki araştırmalarda öngörülenden çok daha fazla olduğunu öne sürüyor. Örneğin, 2005 IAEA raporları Çernobil kazası sonucu ilaveten 4000 ölüm daha olacağını öne sürüyordu. Yeni yayımlanan rakamlar ise sadece Beyaz Rusya, Rusya ve Ukrayna’da, 1990 ve 2004 yılları arasında ilaveten yaklaşık 200.000 ölüm olacağını belirtiyor.Lösemi/kan kanseri Ukrayna’daki “tasfiye memurları”nda, Beyaz Rusya’daki yetişkinlerde ve en çok kirliliğin görüldüğü Rusya ve Ukrayna bölgelerinde özellikle çocuklarda büyük oranda yüksekti. Diğer örnekler şunlardır: (bu liste ayrıntılı ve etraflı olmaktan uzak olsa da) ;-1990 ve 2000 arası Beyaz Rusya’da tüm kanser vakalarında %40 artış saptanmıştır-Rusya’da ise kanser hastalığı bütün ülkeyle karşılaştırıldığında, yüksek oranda kirlenmiş Kaluga and Bryansk bölgelerinde daha yüksektir. -Ukrayna’nın Zhytomir bölgesinin kirlenmiş alanlarında, yetişkinlerde kanser 1986-1994 arasında 1.34% ten 3.91%’e, yani üç katına çıkmıştır.Tiroid kanseri; Tiroid kanseri üç ülkede de radyoaktif iyotların Çernobil faciasıyla yayılmasıyla beraber, beklenildiği gibi önemli ölçüde artmıştır. Olay sırasında, özellikle 0 ile 4 yaş arasında olan çocuklar bu kanser türüne karşı savunmasız kalmıştır. Kazadan önce, tiroid kanserinin çocuklarda ve gençlerde meydana gelme oranı ortalama 100 000’de 0.09’du. 1990 sonrasında, meydana gelmesinin sıklığı her 100 000 de 0.57- 0.63 oldu. Çernobil’den sonra meydana gelen tiroid bezi kanserinin olağan dışı bir şekilde şiddetli olduğu gözleniyor. Erken ve hızlı ilerlemesi ve ikinci tümörlerin lenf bezlerinde ve akciğerlerde oluşması hastalığın gelişimini daha da kötüleştiriyor ve bu da sık sık çoklu cerrahi müdahalelere başvurulmasını gerektiriyor.Lösemi; Akut löseminin Beyaz Rusya’daki “tasfiye memurlarında” yüksek oranlar görüldüğü ilk defa 1990-91’de gözlemlenmişti. 1992’den itibaren, löseminin tüm yetişkin Beyaz Rus nüfusunda önemli oranlarda artış kaydettiği ortaya çıkmıştır. Ukrayna’da kötü huylu kan kanserinin görülme sıklığı, facia öncesine kıyasla Zhytomyr ve Kiev gibi yüksek kirliliğe mağdur kalmış alanlarda artmış olduğu, hem ilk dört sene boyunca hem de faciadan sonraki altı yıl boyunca gözlemlenmiştir. Çernobil sonrası Tula bölgesinde yaşayan özellikle 10-14 yaş arasındaki çocuklarda lösemi vakaları Rusya’daki ortalama oranlarını önemli ölçüde aşmıştır. Lipetsk’te 1989’dan 1995’e lösemi vakaları 4.5 katına çıkmıştır. Bazı veriler ana rahminde radyasyona maruz kalmış çocukların lösemi riski taşıdığını öne sürüyor.Tiroid kanseri ve löseminin yanı sıra solunum yolları, mide, akciğer, meme, rektum, kolon, kemik iliği ve lenf sistemi kanserlerinde de artış gözlemlenmiştir.

Doğrudan sebep-sonuç ilişkisi çıkarmak zor ve uluslararası etkisi olan Çernobil gibi önemli bir olayda eldeki veriler nispeten yetersiz olsa da, mevcut raporlar göstermektedir ki, sadece kanserle ilişikli gözlenen değişimlere dayanarak, bu nüfuslardaki hastalık oranı ve ölüm oranlarını saymak bakmak, insan sağlığının aslında ne derece etkilendiğini hafife almak oluyor.Solunum Sistemi-İnsanların solunum sisteminin Çernobil kazası sonucu yayılan radyoaktif maddelere maruz kalması iki yoldan gerçekleşmiştir. Radyoaktif yayılmanın erken evrelerinde değişik formlarda ve boyutlardaki katı ve sıvı püskürtüler yani “sıcak parçacıklar” gaz formundaki radyonüklitlerle beraber olunca solunum yolları önemli derecede etkilendi. Aynı şekilde, harici ışın saçılması solunum sisteminin etkilenmesinde neden olan önemli yollardan biri olarak kabul gördü.Beyaz Rusya’da 30km’lik mesafeden tahliye edilenler arasında yapılan incelemede, solunum yolları hastalıklarının iki katına çıktığı bulunmuştur. Sindirim Sistemi-Çernobil kaynaklı radyasyona maruz kalmış kişilerde sindirim sistemi hastalıklarının daha sık görüldüğüne dair kanıtlar bulunmaktadır.1995’te yapılan bir ankete göre Beyaz Rusya’daki tahliye edilenler ve kirletilmiş bölgelerde yaşayanlarda bu tip hastalıkların tüm Beyaz Rusya’yla karşılaştırıldığında 1.8 kere daha fazla görülmüştür. 1991 ve 1996 arasında rapor edilen peptik ülser vakaları tüm Beyaz Rusya’da %10 artmıştır.Kirlenmiş bölgelerde yaşamaya devam edenlerde, sindirim sistemi hastalıkları 1988-1999 yılları arasında iki katına çıkmıştır. Kan damar sistemi-Kirlenmiş bölgelerde kan sistemiyle ilgili hastalıklar 1988 -1999 arasında tahmini olarak 10 ile 15 kere artmıştır. Hormon/Endokrin durumu-1993’te Beyaz Rusya’nın Gomel bölgesinde yapılan ankete göre %40’dan fazla çocukta tiroid bezlerinde büyüme olmuştur. Ukrayna’nın Vinnitsk ve Zhytomyr bölgelerinde ise tiroid bezlerinde zarar, kaza sırasında 6 ila 8 yaşları arasında olan 3 019 çocuğun %35.7’ de görülmüştür.Endokrin sistem hastalığına bağlı olarak görülen beslenme bozukluğuyla, metabolizma ve bağışıklık sistemi bozukluğuna, bölgeden tahliye edilen ve kirlenmiş topraklardaki nüfusta Beyaz Rusya’nın geneliyle karşılaştırıldığında iki katı fazla rastlanmıştır. Kazanın hemen sonrasına kıyasla, endokrin sistem hastalıklarının çocuklarda meydana gelmesi, Rusya’nın Çernobil dolayısıyla kirlenmiş Tula bölgesinde 2002’de beş katına çıkmıştır. Genel bağışıklık tepkileri-Bağışıklığın azalması, Rusya’da Çernobil’den etkilenen yerlerde izlenildiğine göre, akyuvarlarda, T lenfositlerin faaliyetinde ve öldürücü hücrelerde ve ayrıca trombositemoni ve kansızlığın değişik formlarında etkisini göstermiştir. Çernobil faciasıyla beraber, 2002’de Tula bölgesindeki çocuklardaki bağışıklığa ilişkin ve metabolik etkilerdeki oran Çernobil öncesine göre 5 kat arttı. Ukrayna’da en kötü değişimler ana rahminde yüksek dozda tiroid ışın saçılmasına maruz kalan çocuklarla gözlemlenmiştir. Kontrol grubunda %28.0 iken bu çocuklardan 43.5% ‘inde bağışıklık bozukluğu meydana gelmiştir.Genetik anormallikler ve Kromozomal aberasyonlar-Genel ortalamayla kıyaslandığında kromozal aberasyonların sıklığı Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya’nın Çernobil’den etkilenmiş bölgelerinde farkedilir bir biçimde çok daha yüksektir. Ukrayna’da yapılan bir araştırmada Çernobil kazasının öncesinde ve sonrasında radyasyonla ilişikli kromozom değişikliklerinin sıklığında 6 kat artma saptanmıştır ve bunun aynı zamanda bu kişilerin çocuklarına da taşınmıştır. Çernobil’le alakalı olduğuna inanılan kromozomal aberasyonlar Avusturya, Almanya ve Norveç’te görülmüştür.Kromozom mutasyonu sıklığındaki artış çoğunlukla, bir çok hastalığı da beraberinde getirir.Ürogenital ve üreme sistemi-Ürogenital sistemine bağlı hastalıklar 1988-1999 arasında Ukrayna’da kirletilmiş bölgelerde hala yaşayan kesiminde iki katına çıkmıştır. İnflamatuvar hastalıklarda üç kat bir artış, menstrüasyon döngüsünde değişiklikler, iyi huylu yumurtalık tümörü, kadınlarda görülen ve rapor edilen vakalardır. Diğer kirletilmiş bölgelerde de, kısırlık ve erkeklerde cinsel güçsüzlük kazadan sonra daha sıkça görülmeye başlandı. Seminifer tübüllerde yapısal değişimler ve sperm üretiminde aksaklıklar Rusya’nın Kaluga bölgesindeki erkeklerin dörtte üçünde meydana geldiği anketlerle ortaya çıkmıştır. Kazadan 8-10 yıl sonra, aksak hamileliğin tehlikesi 30km.’lik bölgeden tahliye edilenler ve kirletilmiş topraklarda yaşayan bayanlarda sıkça görülmeye başlanmıştır. Ukrayna’da yüksek derece zarar görmüş gruplardaki hamile kadınların yarısı hamilelikleri sırasında komplikasyonlar (gebelik zehirlenmesi, kansızlık, plezenta yetmezliği) yaşamıştır, bu vakalar kontrol grubunda %10 oranında görülmüştür. Benzer bir şekilde, plezenta gelişiminde tutukluk, radyasyon riski taşıyan kadın grubunun 35% oranında, tüm nüfusta görülenin üç katı oranında görülmüştür. Doğum sırasındaki komplikasyonlar ise radyasyon riski taşıyan kadın grubunda dörtte üç olarak görülmüştür, bu oran kontrol grubundakinin iki katından fazladır. Etkilerin Rusya, Beyaz Rusya ve Ukrayna ile sınırlı kalmış olması olası değildir. Batı Avrupa ve İskandinavya’da (Yunanistan; Macaristan, Polonya, İsveç, Norveç, Finlandiya ve Almanya) yapılan araştırmalar Çernobil radyasyonu ana rahmindeyken maruz kalanlarda beklenmedik düşükler, bebeklerde düşük doğum ağırlıkları ve bebeklerde erken ölümlerde etkileyici rol oynar.Nöroloji ve Psikolojik hastalıklar-Nispeten az seviyede bile olsa radyasyonun iyonlaşması merkezi ve çevre sinir sistemlerine zarar verebilir. Bu nedenden dolayı, Çernobil yüzünden yayılan radyonüklitleri tamamen nörolojik zararlarla ilişiklendirmek çok zor bir görevdir. Fakat, Rusya’daki “tasfiye memurları”nda nörolojik hastalıklar %18’lik bir oranla görülen ortak ikinci hastalık durumunu teşkil ediyorlardı. Beyaz Rusya’nın radyasyon kirlenmesine uğramış bölgelerindeki yetişkinlerde nörolojik ve psikiyatrik hastalıklar normallere göre çok daha sıktır. (%31.2’ye karşı %18.0) Akıl ve sinir sistemi rahatsızlıkları, IQ seviyesinin düşmesi gibi, her zaman radyasyon etkisi doğrudan olmasa da Beyaz Rusya’daki çocuklarda da daha sık rastlanmaya başlandı.

Pek çok bilinmezlik varolmaya devam ediyor. Özellikle, hala kanserle ilgisi olmayan ama Çernobil’e bağlanan ölümler hakkında çok az tahminler bulunuyor. Hem de kanser gelişiminin gecikme süresi de göze alındığında yeni vakaların da kaçınılmaz bir şekilde gelecekte karşımıza çıkması söz konusu olabiliyor (bazı durumlarda 40 yıldan sonra).Kazaya maruz kalmış çocuklardaki sağlık problemleri ise açıkça görülebiliyor ve hayatları boyunca da görülmeye devam edecek ve büyük olasılıkla bu çocukların çocuklarında da devam edecek. Varolan verilerdeki boşluklar, bazı tutarsızlıklarla (bazı kanserlerin çok daha fazla olması gibi) birleştiğinde genel olarak insan sağlığına etkileri hakkında tek bir sağlam değerlendirilme yapılmasına olanak vermiyor ve kafalardaki bazı önemli sorunları cevapsız bırakıyor.Fakat yine de iki önemli sonuca varılabilir: İlk olarak, raporda da belirtilmiş verilerin de dahil olduğu çok daha geniş bir veri bütününün uluslararası camia tarafından ele alınması ve insan sağlığı üzerindeki etkisinin derecesi ve kapsamı hakkında sonuçlara varılması hayatidir. Özellikle, IAEA ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından kabul edilen tahminlerle, en yüksek tahminler arasında neden bu kadar tutarsızlık olduğu araştırılmalıdır. İkinci olarak, birleşik ve uluslararası bir yaklaşımla olayların, kanser ve kanser olmayan hastalık durumlarındaki trendlerin etkilenen bölgede ve özellikle Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya’daki en çok kirlenmeye maruz kalmış kesimde incelenmemesi bütünüyle ve uzun süren sonuçlarıyla bu tip bir felaketin nasıl sonuçlanacağını anlama fırsatının kaçırılmasına neden olmuştur. Üstelik, gerekli tıbbi nezaharette, tedavide ve bakımda erken müdahale etme şansı kaçırılmıştır.

Diğer küresel felaketlerle ortak özellikler göstermekle beraber Çernobil kazası kendi şahsına münhasırdır. Bu nesil onun başlangıcını gördü ancak sonunu görmemiz olası değil. “(²)

Son olarak;

“Türk Tabipler Birliği’nin, ilk baskısı Nisan 2006'da yapılan "Çernobil Nükleer Kazası Sonrası Türkiye'de Kanser" başlıklı raporunda, Çernobil nükleer reaktör kazası ile Karadeniz bölgesindeki Kanser vakaları arasındaki ilişkinin araştırılması sonuçları kamuoyuna sunulmuştur. Raporda Çernobil'deki patlama sonrasında oluşan radyoaktif bulutların 3 Mayıs 1986 Cumartesi günü Trakya'ya, 4-5 Mayıs günleri Batı Karadeniz'e, 6 Mayıs günü Çankırı üzerinden Sivas'a, 7-9 Mayıs tarihlerinde Trabzon-Hopa'ya ulaştığı, 10 gün sonra da tüm Türkiye'ye radyoaktif parçacıkların yayıldığı belirtilmekte; çalışma sonucunda, Hopa’da kanser görülme sıklığı ile kanser nedeniyle ölümlerin, Türkiye’nin diğer coğrafi alanlarına göre daha fazla görülmesi olasılığının, araştırılmaya değer bir durum olduğunun ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Ancak rapor, elde edilebilen veriler ışığında, bölgede Çernobil nükleer kazası ile gerek kanser olgu sayıları, gerekse kanserden ölümlerle ilgili kanıta dayalı nedensel bir bağlantı kurmanın olanaklı görünmemekte olduğunu kabul ederek, bu konuda kesin sonuca varmak için daha ayrıntılı araştırmalar yapılması gerekliliğini vurgulamaktadır. Raporda dönemin yetkililerinin Çernobil kazasının Türkiye üzerinde önemli bir etkisinin olmadığı şeklindeki açıklamalarına karşın, radyoaktif değeri 600 Bq/kg’ın altında olduğu belirtilen ve İngiltere’ye ihraç edilen fındığın İngiltere tarafından geri gönderildiği anımsatılmaktadır.” (³)

Yirmi altı yıl önce yaşanan bu kazayı anımsatmak istememin nedeni; Bir soru sormak. Birkaç yıl önce bir yarışma programı vardı. “Kim 500 Bin İster”

Bu yarışmanın isminden esinlenerek öncelikle;

“Kim Nükleer Santral İster?” diye sorup vereceğiniz olumlu ya da olumsuz cevap karşısında ise sunucu Kenan Işık’ın yarışmaya katılan kişiye sorduğu gibi

“Emin misiniz? Son Kararınız mı?” diye sormak...

Ülkemizde, pek çoki temiz ve yenilenebilir enerji kaynağı bulunmaktaiken Nükleer Santral soruna gerçek çözüm olur mu yoksa pek çok olumsuzluğu beraberinde mi getirir . Ne dersiniz?


Find more videos like this on www.truveo.com.

http://www.greenpeace.org/turkey/news/ilovvenuclear



(¹) Türkiye’nin Çevre Sorunları- Türkiye Çevre Sorunları Vakfı

(²) Çernobil Sağlık Raporu- Greenpeace

(³) Çernobil Reaktör Kazasının Türkiye Üzerindeki Etkileri- Wikipedia

var gaJsHost = (("https:" == document.location.protocol) ? "https://ssl." : "http://www."); document.write(unescape("%3Cscript src='" + gaJsHost + "google-analytics.com/ga.js' type='text/javascript'%3E%3C/script%3E")); try { var pageTracker = _gat._getTracker("UA-7006964-1"); pageTracker._trackPageview(); } catch(err) {}

 
Toplam blog
: 226
: 1337
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

1960 İstanbul doğumluyum. Kitap okumayı, yazı yazmayı, resim yapmayı ve yabancı dil'den Türkçe'ye..